Politika

AKP'nin oy desteği ne yüzde 45, ne yüzde 43; yüzde 36!

'AKP’nin bu seçimlerde kayıtlı seçmenler içindeki ağırlığı –yani seçmenleri temsil etme oranı– sadece % 36,4’tür'

08 Nisan 2014 23:27

Ahmet Kardam

30 Mart 2014 günü yapılan yerel seçimlerde AKP ve diğer partiler seçmenlerden ne oranda oy aldılar? Bir başka deyişle, seçmenler siyasi partilere ne oranda destek verdiler? Seçim akşamından başlayan ve hâlâ sürmekte olan yorumlarda neredeyse hemen herkes AKP’nin seçmen desteği  konusunda tam bir görüş birliği içinde. Buna göre, AKP Büyükşehir seçimlerinde yaklaşık % 45, Belediye Meclisi ve İl Genel Meclisi seçimlerinin toplamında ise seçmenlerden % 43 oy almıştır. İki buçuk yıl kadar önce, 2011’de yapılmış Milletvekili seçimlerinden sonra da yine ayrımsız herkes AKP’nin seçmen desteğinin % 49,8 olduğu konusunda hemfikirdi. Başbakan Erdoğan da 2011’den sonra, kendisine oy vermemiş seçmenleri yok sayarak, tam bir “çoğunlukçu sandık demokrasisi” anlayışıyla ve  arkasında % 50’lik seçmen desteği olduğu iddiasıyla tipik bir otokrat lider haline geldi. AKP ve basındaki militan yandaşları 30 Mart seçimlerinden sonra da, Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimlerinde halkın % 45 - % 46’sının oyunu aldıkları iddiasıyla “seçim zaferlerini” kutlaldılar. Oysa AKP’nin arkasındaki seçmen desteği ne 2011 seçimlerinde % 49,8’di, ne de 30 Mart seçimlerinde % 45 -% 46 ya da % 43 oldu.

AKP’nin 2002’den 2014’e kadar katıldığı bütün seçimlerin birinci partisi olduğu, 2002’de geçerli oyların % 34,3’ünü, 2007’de % 46,5’ini, 2011’de % 49,8’ini aldığı doğrudur. Ama bu oranlar seçimleri hangi partinin ya da adayların kazandığını hesaplamakta kullanılan “geçerli oylara” dayalı oranlardır – seçmen desteğini göstermezler. Eğer “seçmen desteği”nden söz edilecekse, AKP’ye verilen destek oranları 2002’de % 26,2, 2007’de % 38,1 ve 2011’de % 42,4 olmuştur ve 2011’deki bu oran AKP’nin 2002’den bu yana aldığı seçmen desteğinin zirvesidir. Bu parti % 50 gibi bir desteğe hiçbir zaman sahip olmamıştır.

2002-2014 arasında yapılan milletvekili ve yerel yönetim seçimlerinde siyasi partilerin elde ettikleri seçim sonuçları (geçerli oylardan aldıkları paylar) ve seçmen desteği oranları aşağıdaki tabloda görülmektedir. Bu tabloda, “Geçerli” oyların, “Oy kullanmayan” seçmenler ile “Geçersiz” oy kullanan seçmenleri içermediği net olarak görülmektedir. Dolayısıyla, örneğin 2011 seçimlerinde geçerli oylar üzerinden hesaplanmış oranlara bakarak AKP’nin seçmen desteğinin % 49,8 olduğunu söylemek oy kullanmamış % 12,8’lik seçmen ile geçersiz oy kullanmış % 1,9’luk seçmen kitlesini, yani seçmenlerin % 14,7’sini yok saymak demektir. Hesap dışı bırakılan bu seçmenlerin sayısı MHP’ye oy vermiş seçmenlerden daha fazladır! Şu halde, eğer “seçmen desteği”nden söz ediyorsak, seçmen kütüğünde kayıtlı ama şu ya da bu nedenle sandığa gitmemiş ya da geçersiz oy kullanmış bu seçmen kitlesinin de hesaba katılması, yani sadece “geçerli” oyların değil tüm “kayıtlı” seçmenlerin hesaba katılması gerektiği açıktır. Bu yapıldığında, AKP’nin 2011 seçimlerindeki seçmen desteğinin % 49,8 değil, sadece % 42,4 olduğu görülür.

 

 

Eğer “Oy kullanmayanlar” ile “Geçersiz oylar” seçimden seçime pek fazla değişmeyen, görece sabit büyüklükler olsaydı, “geçerli oylar mı yoksa kayıtlı seçmenler mi” tartışması pek bir anlam taşımazdı. Nitekim “geçersiz oylar” seçimden seçime fazla bir değişiklik göstermeyen, görece küçük bir yüzde oluşturmaktadır. Ama “oy kullanmayanlar” için aynı şey söz konusu değildir. Bu grubun oranının % 23,7 ile % 13 arasında değiştiği ve çoğu siyasi partinin seçmenlerinden çok daha büyük olduğu görülüyor. O nedenle, hem partilerin arkasındaki seçmen desteğinden hem de seçmen davranışlarından söz edilirken “oy kullanmayanlar” mutlaka hesaba katılmalıdır.

 

30 Mart seçimlerine gelince…

 

30 Mart günü yapılan yerel seçimlerin üzerinden bir haftadan fazla zaman geçtiği halde sonuçlar hâlâ kesinleşmiş değil. Eldeki geçici sonuçlara göre, bu seçimlerin Başbakan Erdoğan tarafından bir “İstiklâl Savaşı” haline getirilerek bugüne kadar hiç yaşanmamış bir kutuplaşma yaratılmış olmasına rağmen, katılım oranında bir artış olmadığı görülüyor.

Başbakan Erdoğan’ın kendi yandaşları dışında kalan herkesi ötekileştirip kriminalize ettiği  bu seçimler “yerel seçim” olmaktan çıkartılıp neredeyse “biz ve onlar” arasındaki bir referandum haline getirildi. O nedenle seçim sonuçlarını 2009 Yerel Seçimleriyle değil, en azından 2011 Milletvekili Seçimiyle kıyaslamak gerekir. Bunun için de, Büyükşehir olan illerde Belediye Meclislerine, bunlar dışında kalan illerde ise İl Genel Meclisleri için kullanılan oylara bakmak gerekiyor. Nitekim, uğradıkları oy kaybını asgari düzeye indirmeye çalışan AKP sözcüleri dışında kalan bütün yorumcular genellikle öyle yapıyorlar. Böyle yapıldığında, AKP’nin 2011 haziranında aldığı yaklaşık 21 milyon 320 bin olan oyun 2 milyon 122 bin dolayında azalarak 19 milyon 198 bine indiği anlaşılıyor. Alınan bu oyun geçerli oylar içindeki ağırlığı % 43,3’tür. Tüm kayıtlı seçmenler içindeki ağırlığı –yani seçmenleri temsil etme oranı– ise sadece % 36,4’tür. AKP’in seçmen desteği 2011’den 2014’e 6 puanlık bir düşüş göstermiştir. AKP sözcüleri, partinin 2009 Yerel Seçimlerinde de 2007’ye göre bir oy kaybına uğradığını, bunun yeni ve öne çıkartılacak bir şey olmadığını söyleyerek güç kaybını perdelemeye çalışsalar da, 30 Mart kayıpları sıradan bir yerel seçimin değil, kendi ilân ettikleri “İstiklâl Savaşı”nın kayıplarıdır.

Konuyla doğrudan ilintili olmasa da, 30 Mart’tan söz ederken CHP oylarından söz etmemek olmaz. CHP 2002’den 2011’e kadar, küçük oranlarda da olsa, oylarını artıragelmiştir. 2002’de % 14,8 olan seçmen desteği (geçerli oyların % 19,4’ü), 2011 seçimlerinde % 22,1’e (geçerli oyların % 26,0’ına) kadar yükselmişti. Oysa ödünç alınmış adaylara ve o adayların arkasındaki seçmenlerden alınan desteğe rağmen 30 Mart seçimlerinde oyları 0,4 puanlık bir gerilemeyle % 21,5’e (geçerli oylar bazında % 25,6’ya) düşmüştür.

 

Türkiye’de demokratik bir rejim olsaydı…

 

Batı demokrasilerinde seçimlere katılım oranları genellikle Türkiye’den daha düşüktür. Ama buna rağmen o ülkelerde oy oranlarının hangisinin seçmen desteğini yansıtacağı, hangisinin yansıtmayacağı gibi bir tartışma yürütmek abes olur. Çünkü o ülkelerde seçim sonuçları, Başkan Erdoğan gibi otokrat parti liderleri tarafından kimin halkı daha çok temsil ettiğine dair bir kamuoyu yoklaması haline getirilerek evrensel hukuka aykırı icraatların dayanağı haline getirilmeye, seçmenler iki düşman kampa dönüştürülmeye çalışılmaz. Batı’nın temsili demokrasilerinde seçimler yasama organlarına hangi partinin ne kadar temsilci sokacağını belirlemenin aracıdır. Bu yapılırken elbette, seçim sandıklarında kullanılmış geçerli oylar esas alınır. Temsilci sayıları belirlenir ve mesele bir dahaki seçimlere kadar kapanır. Ama Türkiye’de iktidar partisinin lideri “Ben seçmenin % 50’sini temsil ediyorum, istediğimi yaparım; oyum biraz düşmüş olsa bile hâlâ birinci partiyim; halkın yüzde 40 bilmem kaçı beni destekliyor; herkes haddini bilsin” vb. gibi konuşmaya başlayınca işin rengi değişir. O zaman birilerinin de ona ve kamuoyuna partisinin arkasındaki gerçek seçmen desteğinin ne olduğunu, 30 Mart seçimlerinde bu desteğin üçte birden ibaret olduğunu hatırlatması gerekir.

Gerekir, çünkü yukarıdan beri sergilemeye çalıştığımız istatistiksel gerçekler kendiliklerinden “gerçek” haline gelmezler. Kamuoyu algısı istatistiksel gerçeklerden daha “gerçektir”. Kazanmaya odaklanmış siyasetçilerin, kazanıp kazanmadıklarını belirleyecek olan “geçerli oylara” odaklanıp o temel üzerinden hesaplanan oy oranlarını “seçmen desteği” olarak görmeleri belki anlaşılabilir bir durumdur. Ama aynı şeyi kamuoyunu oluşturmakta büyük rol oynayan medya, siyaset yorumcuları ve analizcileri de yapıyorlarsa, “halkın yüzde bilmem kaçını ben temsil ediyorum” türünden ötekileştirici, kamplaştırıcı şehir efsanelerinin kamuoyu tarafından aynen öyle algılanmasına ve “tartışmasız gerçekler” haline gelmesine hizmet etmiş olmazlar mı?