Söyleşi

İslamcıların yaptığına inanmıyorum, PKK ve Kontrgerilla'ya şaşmam

24 Ocak’ta babası Uğur Mumcu’nun öldürülmesinin üzerinden 17 yıl geçmiş olacak Özgür Mumcu ile söyleşiyoruz.

14 Ocak 2010 02:00

Selin ONGUN / T24 
[email protected]


"Ergenekon her kötülüğün anasıdır”cılar ile “Ergenekon, AKP’nin muhalifleri tasfiye operasyonudur”cular arasındaki müsabaka sürerken, Birgün gazetesi yazarı Özgür Mumcu, skor telaşı içermeyen yazılar kaleme alıyor.

 

24 Ocak’ta babası Uğur Mumcu’nun öldürülmesinin üzerinden 17 yıl geçmiş olacak Özgür Mumcu ile söyleşiyoruz. Özgür Mumcu, suikasta uğradığı esnada, Hasan Cemal-Emine Uşaklıgil ekibine karşı kavgadan sonra döndüğü Cumhuriyet gazetesinde yazılar yazan Uğur Mumcu’nun ideolojik duruşunun özellikle Ergenekon sürecinde yanlış konumlandırılma olasılığını konuştuğumuz sırada önce gözlerini kocaman açarak soruyor:



“1990’lı yıllarda ulusalcı yazarlar diye bir sınıflandırma var mıydı?”


Ardından hemen ekliyor:


“Babam 17 yıldır hayatta değil. Geçen zamanda olan gelişmeleri yaşasaydı tavrı ne olurdu; bu konuda hiç kimse bir şey söyleyemez (…) Öyle noktaya gelen insanlar var ki, Uğur Mumcu’nun kendi yazdıklarını, söylediklerini ona yakıştırmayıp kendi kafalarında kurdukları bir Uğur Mumcu algısının peşinden koşuyorlar. Bu kişiler elbette Uğur Mumcu’yu doğru şekilde algılayıp yorumlamıyor. Öte yandan babamın yazıp çizdikleri hadis değil, biz de 'bunların doğru tefsiri şudur’culuk yapmıyoruz.”



Paris-Sorbonne Üniversitesi’nde “Uluslararası hukukta askeri işgal” konulu doktorasını tamamlamak üzere olan Mumcu, söyleşinin sonunda bir de soru-cevap fırlatıyor:



“Babam bugün Cumhuriyet’te yazar mıydı; bilemeyiz. Babam içinde olsaydı Cumhuriyet bu Cumhuriyet olur muydu; onu da bilemeyiz.”



Ergenekon davası Uğur Mumcu cinayeti ile ilgili olarak kafasında bir soru işareti yarattı mı? Mumcu cinayetinin radikal İslamcıların operasyonu olduğuna neden inanmıyor? CHP’yi neden sağda buluyor? “Kendisine karşı karışık duygular içindeyim” dediği Cumhuriyet gazetesini okuyor mu?


Özgür Mumcu, www.t24.com.tr için yönelttiğimiz soruları cevapladı.


-          Ergenekon davası Uğur Mumcu cinayeti ile ilgili olarak kafanızda bir soru işareti yaratıyor mu?


İddianamelerde babamın öldürülmesine ilişkin yer alan her şey zaten daha önce bir şekilde kamuoyuna yansımıştı. Örneğin Veli Küçük’ün evinden çıkan belge (Uğur Mumcu suikastından 10 gün sonra, dönemin MİT Müsteşarı Sönmez Köksal imzasıyla dönemin Başbakanı Süleyman Demirel’e gönderildiği öne sürülen belgede, suikastın CIA denetimindeki altı kişilik bir İsrail timi tarafından gerçekleştirildiği iddia ediliyordu) yeni bir gelişme değildir. Bu belge yıllar önce Uğur Mumcu Umut Operasyonu davasına da girmiş çıkmış bir belgedir. Üstelik o dönemde bu belgenin sahte olduğu da kamuoyuna yansımıştı. Dolayısıyla şunu söylemek mümkün; orada Uğur Mumcu suikastı açısından yeni bir şey yok.

 

‘Cinayetinin İslamcı operasyonu olduğuna inanmıyorum’

 

-           PKK ve JİTEM itirafçısı Abdülkadir Aygan'ın basında yer alan “Uğur Mumcu’nun aracına bombayı JİTEM'ciler koydu. C-4 patlayıcıyı da ABD'li eski asker temin etti” sözlerini nasıl okudunuz?

 
Babam öldürüleli 17 yıl oldu, neredeyse her sene çeşit çeşit senaryo ile karşılaştık. İslamcılar, eski ülkücüler, kontrgerilla, PKK… Birçok şey iddia edildi. O nedenle bu konuya yönelik demeçler artık bende ciddi bir heyecan uyandırmıyor. Şunu da belirtmeliyim; bu cinayeti kontrgerillanın işlediğini duysam şaşırmam. PKK’nın yaptığını duysam yine şaşırmam. Elbette ciddi bir delile dayanarak söylemiyorum, ama ben bu cinayetin bir İslamcı operasyonu olduğuna inanmıyorum.


-          Neden?



Çünkü İslamcıların bunu yapması için bir sebep olduğuna inanmıyorum.



'Babamın İfade özgürlüğü açısından siyasal İslam’la problemi yoktu’



-          Ne zamandan beri bu fikirdesiniz?



Başından itibaren. Babamın MİT ve PKK arasındaki bağlantılar üzerine araştırma yaparken, üstelik tam da o araştırmaların meyvelerini alacakken öldürüldüğü ortada. Son yazıları ısrarla bu konu üzerinedir. Öldürüldüğü tarihten bir yıl geriye gidip, tarama yapıldığında görülecektir; laiklik ya da İslamcılar üzerine kaleme aldığı yazı sayısı ciddi bir oran teşkil etmez. Öte yandan babam TCK’nın 141-142. maddeleriyle birlikte 163’ün kaldırılmasını da savunurdu. Tarikat, siyaset, ticaret üçgenine eleştirileri vardı, ama ifade özgürlüğü açısından siyasal İslam ile ilgili problemi yoktu.



-          Özellikle Ergenekon sürecinde kendini Kemalist-sol çizgide tanımlayanların Uğur Mumcu’nun ideolojik netlik ayarını yaparken, aynı Mumcu’nun Cumhuriyet gazetesindeki 163’üncü maddenin kalkmasını savunduğu yazıları neden gözardı ediliyor sizce?



Babam, “İslamcılık da ifade özgürlüğü içerisinde olmalı” derken, Kürt sorununda AGİT (Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı) çerçevesinde çözümün daha fazla demokratik haklarla çözümü sağlayacağını söylüyordu. Bu noktada bugün daha reaksiyoner bir Kemalizm ile karşı karşıyayız. “Ulusalcılık” adı verilen, 2000’li yıllarda ortaya çıkan bir dalga bu. 1990’lı yıllarda “ulusalcı yazar” diye bir sınıflandırma var mıydı? Bu dalga şu anda çok reaksiyoner davrandığı için Kürt açılımı ya da siyasal İslam konularında babamın duruşuna dair belirli noktalar ya gözlerinden kaçıyor ya da görmek istemiyorlar.



-          Uğur Mumcu’nun “ulusalcı yazar” portresine iliştirilmesini sağlıklı buluyor musunuz?



Susurluk’u ve 28 Şubat’ı yaşamamış, AKP iktidarını gözlemlememiş, ABD’nin Irak işgalini görmemiş, bu konuları nasıl yorumlayacağını bilmediğimiz bir insandan söz ediyoruz. Babam 17 yıldır hayatta değil. Geçen zamanda olan gelişmeleri yaşasaydı tavrı ne olurdu; bu konuda hiç kimse bir şey söyleyemez. Sadece genel çizgisinden ötürü birtakım varsayımlarımız olabilir, ama bunlar da spekülasyondan ibaret kalır. Dolayısıyla fazla enstrümantalize edilmesini sağlıklı bulmuyorum. Asıl tartışılması gereken babamın ya da herhangi bir yazarın ulusalcı olarak konumlandırılmasından ziyade 1990’lı yıllarda var olmayan ama bugün acayip bir noktaya gelen ulusalcılık kavramının teşhis edilmesi olmalı.


‘Kemalist olduğumu söyleyemem’


-          Tam burada “ulusalcı=Kemalist” formülü önerilerek sorulsa; Kemalist misiniz?



Son dönemde algılandığı şekliyle Kemalist olduğumu söyleyemem.


-          Başörtüsü mü türban mı?



Kim ne istiyorsa, diyorsa o.



‘Laiklik, başörtüsü yasağı ile savunulmaz'



-          Siz ne diyorsunuz?



Ben başörtüsü yasağına karşıyım, fakat başörtüsü konusunun da anayasa metnine girmesini lüzumsuz buluyorum. Bu girişim sorunu daha karmaşık hale getirdi. Diğer yandan laikliği savunmak başörtüsü yasağını savunmakla olacak bir şey değil. Çok daha ciddi, kapsamlı bir konu. Diyanet İşleri Başkanlığı orada dururken, zorunlu din dersleri varken laiklikle ilgili sorunun karşısına sadece başörtüsünü yerleştirmek başlı başına bir yanlış zaten.



‘Liberaller ergen, Kemalistler beş yaşında çocuk gibi'



-          “Kemalist olduğumu söyleyemem” kısmına geri dönelim; “Hayır, Kemalist değilim” demeden çizgiyi nezaketle çizdiniz?



Aslında şöyle açıklamak daha yerinde olur; Türkiye’de Atatürk’ün algılanması noktasında iki grup var. Genel olarak söylersek birinci grup İslamcıları, ikinci cumhuriyetçileri, liberalleri kapsıyor. İkinci grupta ise Kemalistler, ulusalcılar, milliyetçiler ortak noktada buluşuyor. Birinci grubun, daha ziyade liberal kesimin, bakışı babasına isyan eden bir ergen gibi. Tablo şöyle; Atatürk baba ve 15-16 yaşlarındaki takıntılı ergenler de babalarının söylediği her şeyi yanlış bularak, kendilerine yeni bir rol model arıyorlar. Diğer grup ise babasına âşık beş-altı yaşında bir çocuk gibi davranıyor. Babasının yaptığı her şey doğru, babanın yaptığı hiçbir şey eleştirilemez algısından öteye geçemiyor. Yazık ki bu iki algı dışında bir alan da bırakılmadı. Zaten kutuplaşma bu ikisinin sürtüşmesinden doğuyor. Ben her iki durumu da sağlıklı bulmuyorum.



-          Bahsettiğiniz sürtüşme Ergenekon süreci ile daha çok alevlendi. Az önce yaptığınız değerlendirmenin eşliğinde soralım; anneniz Güldal Mumcu’nun Ergenekon davasındaki tutuklamalara yönelik “Eğer Uğur hayatta olsaydı ona da sıra gelirdi” sözlerinden yana mısınız?



Ergenekon soruşturması sürecine yönelik en önemli eleştirilerden biri de bunun muhaliflere yönelik bir tasfiye hareketi olduğu idi. Annem bu eleştiriyi bu süreçte yaşanan birtakım keyfi göz altılarını işaret ederek dile getirmiş olmalı.



‘Kendi kafalarındaki Uğur Mumcu’nun peşinden koşan insanlar var’



-          Uğur Mumcu’nun yanlış algılandığını düşünüyor musunuz?



Zaman zaman yanlış algılandığını düşünüyorum tabii.



-          Somutlaştırabilir misiniz?



Şu örnek birçok şeyi açıklayacaktır. Babam Almanya’da yaptığı bir konuşmada, “Kürt sorununun çözümü demokratik hakların genişletilmesiyle sağlanır” gibi bir ifade kullanıyor. Bu konuşma üzerine UMAG’a (Uğur Mumcu Araştırmacı Gazetecilik Vakfı) gelen bir e-mail’de ise şu ifade yer alıyordu; “Uğur Mumcu’nun videosuna herhalde montaj yapmışlar, o bunu asla söylemezdi.” Öyle noktaya gelen insanlar var ki Uğur Mumcu’nun kendi yazdıklarını, söylediklerini ona yakıştırmayıp kendi kafalarında kurdukları bir Uğur Mumcu algısının peşinden koşuyorlar. Bu kişiler elbette Uğur Mumcu’yu doğru şekilde algılayıp yorumlamıyor. Öte yandan babamın yazıp çizdikleri hadis değil, biz de “bunların doğru tefsiri şudur”culuk yapmıyoruz.



-          Şimdi bu değerlendirmeleriniz üzerine “Uğur Mumcu’nun oğlunun söylediğine bak, ayıp ayıp”çılar olursa ne buyurursunuz?


(Gülüyor)


-          Ya CHP’ye girişen bir yazınızdan sonra “Bizim Güldal’ın oğlunun yaptığına bak!” diyenler oluyor mu?



Bana böyle bir serzeniş gelmedi; anneme demişlerse o da bana aktarmadı. Ben annem de, babam da değilim. Hastalıklı bir CHP düşmanlığından da muzdarip değilim. Eleştirilecek bir şey varsa dile getiririm.



‘Bırakın CHP'yi, Fransız Sosyalist Partisi'ni dahi sağda buluyorum’


-          Annenizin siyasette kendini konumlandırdığı yer sizi temsil ediyor mu?



CHP iktisadi politikalarının yanı sıra yer yer milliyetçiliğe kayması ile de eleştirdiğim bir parti. Kaldı ki annem partinin yönetiminde değil ve milletvekilleri de insanları birebir temsil etmek durumunda değil. Ben bırakın CHP'yi Fransız Sosyalist Partisi'ni dahi kendimi konumlandırdığım yerin sağında buluyorum. Mehmet Ali Aybar'ın Türkiye İşçi Partisi hariç, Türk siyaset tarihinde içinde gönül rahatlığıyla yer almak istediğim bir parti de görebilmiş değilim. Ancak CHP gibi büyük kitle partilerinin de zaman içerisinde siyasetlerinde değişiklik gözlemlemek olası. Birçok solcunun içten içe dilediği de bu zaten.



‘CHP’nin hiçbir yere varmayacağı da ortada’


-          Soruyu değiştirerek tekrarlayalım; az önce “Hastalıklı bir CHP düşmanlığından muzdarip değilim” diyerek eleştiri tonunuza dikkat çektiniz. Siyaset yöntemini “Hastalıklı bir AKP düşmanlığı” üzerine inşa eden bir siyasetçi ile barışık olabilir misiniz? Bknz. Canan Arıtman?


Siyaset adına laiklik dışında bir şey bilmeyen, iki lafından biri Atatürk olmazsa rahat edemeyen bir portreye işaret ediyorsunuz. Annemi tanıyorum; böyle dar görüşlü bir çizgi onu yansıtmıyor. Burada bir başka zihniyetten de bahsetmek gerek. Victor Hugo, “Reaksiyonerlik siyasi fikrin iflasıdır” der. Siyasi olarak üretecek yeni bir fikir olmadığını ispat edercesine sadece tepki siyaseti kurmak, AKP’nin yanlışlarına alternatif çözümler sunarak muhalefet yapmak yerine Atatürk’ün sözlerini sloganlaştırıp, üstelik o sözlerin içeriğini algılamadan politika yapmak düzgün bir siyaset yöntemi değildir. Bu yöntemle CHP’nin hiçbir yere varmayacağı da ortada.



‘Erdoğan da, Deniz da son derece huzursuz edici’



-          Bir kürsüde Tayyip Erdoğan bağırarak değerlendirme yapıyor, bir kürsüde Deniz Baykal; hangisi daha huzursuz edici sizce?


İkisi de son derece huzursuz edici. Salı günleri haber kanalları grup toplantılarını yayınladığından beri bu bağırma halleri de iyice şova dönüştü. Birbirlerini vatan hainliğinden ülkeyi satmaya kadar son derece ağır ithamlarla suçlayan ve üstelik tartıştığını zanneden köşe yazarları da siyasiler kadar rahatsız edici.



‘Hakaret konusunda Kemalistler ve liberaller düşman kardeş gibi’



-          Hakaret etme konusunda hangisi daha becerikli; Kemalistler mi, liberaller mi?



Aslında düşman kardeş gibiler. Bir taraf diğer tarafı “soros çocuğu” olmakla, satılmış olmakla ya da en iyi ihtimalle saflıkla itham ediyor. Diğeri cuntacılıkla, darbecilikle, demokrat olmamakla suçlanıyor. Ve her iki tarafta bunu yaparken her şeyin en doğrusunu kendisinin bildiğini zannediyor.



-          Hiç düşünmeden cevaplar mısınız; Ahmet Altan size ne çağrıştırıyor?



Taraf gazetesi.



-          İlhan Selçuk?


Ziverbey.


-          Cem Uzan’a destek verilmesini isteyen, MHP ile koalisyon öneren İlhan Selçuk da Ziverbey’e dahil mi?


“İşkencecilerimi affettim” diye yazan Ziverbey.


-           Hasan Cemal?


(Susuyor)



‘Cumhuriyet’e karşı karışık duygular içindeyim’


-          Cumhuriyet gazetesi?


Çok zor, kendisine karşı karışık duygular içindeyim.


-          Ne zamandır?


Özellikle İlhan Selçuk’un bahsettiğiniz yazılarına katılmam hiçbir şekilde mümkün değil, üzülüyorum.


‘Mustafa Balbay’ın darbe günlüklerini kullanmaması vahim’



-          İkinci Ergenekon iddianamesinin ek delil klasörlerinde yer alan ve Mustafa Balbay’a atfedilen günlükler ve telefon konuşmalarına da aynı ölçüde üzülmeniz olası mı?


Bu konuda Balbay’ın söylediklerine inanmak istiyorum.


-          Darbe günlüklerinin Nokta dergisinde yayımlanmadan sekiz ay önce Mustafa Balbay’ın elinde olduğunun ortaya çıkması daha üzücü olabilir mi?


Eğer bu doğruysa durumun izahı yok. Böyle bir şeyin elinde olup kullanmaması vahim. Fakat şu anda tutuklu olan bir insandan bahsediyoruz, daha fazla yorum yapmak istemiyorum.



‘Cumhuriyet’in cunta organı gibi algılanması hoyratça’


-          Cumhuriyet, okumaktan keyif aldığınız bir gazete mi?

 
“Kendinizi özdeşleştirdiğiniz bir gazete mi?” anlamında soruyorsanız; özdeşleştirmiyorum ki, Birgün’de yazıyorum.



-          Cumhuriyet’ten teklif aldınız mı hiç?



Hayır. Birkaç defa Irak işgali üzerine yazı yolladığım olmuştu.


-          Birgün’deki yazılarınızın Cumhuriyet’te yayımlanmasını ister miydiniz?


Tabii isterdim, ama bu konu, benim için Cumhuriyet’te yazıyor olmak değil, farklı görüşte yazıların Cumhuriyet’te yer alabilmesiyle ilgili. Ama Cumhuriyet’i de bir kalemde silmemek gerek. Cumhuriyet’in tamamen bir cunta yayın organı gibi algılanmasını da biraz hoyratça buluyorum.



İlhan Selçuk'un 'çok rahatsız eden' yazıları

 

-          Bunun eşliğinde şu notu da düşüyor musunuz; böyle bir algının oluşmasında Cumhuriyetçilerin performansı da göz ardı edilmemeli?


Balbay hakkında bir şey söylemeyeceğim; gerçekten savunmasını beklemek istiyorum. İlhan Selçuk ise… (Bir süre susuyor) “İşkencecilerimi affediyorum”, “Trabzon’daki bayrak hadisesi haklı bir tepkiydi” yazıları, Mustafa Özbek’in Ergenekon ile ilişkisi var ya da yok önemli değil, bizatihi siyasi çizgisinin Cumhuriyet ile ilişkilendirilmesi, tüm bunlar çok rahatsız edici. Cumhuriyet’in böyle bir yöne gitmesi elbette üzücü, MHP’yi destekleyen, ona sıcak bakan bir Cumhuriyet benim kafamdaki Cumhuriyet değil elbette. Belirtmem gerek ki Cumhuriyet gazetesi içinde her görüşüne katılmasam bile hâlâ severek takip ettiğim yazarlar var. 12 Eylül'de, cunta hükümetinin bakanı Özal iktidarında, Susurluk sürecinde sınıfta kalanların bugün Cumhuriyet'i eleştirmelerini de çok ciddiye alamıyorum doğrusu.


‘Babam olsaydı Cumhuriyet bu Cumhuriyet olur muydu; bilemeyiz.’


-          Bugün babanız aynı Cumhuriyet’te yazsaydı?

 
Babam bugün Cumhuriyet’te yazar mıydı; bilemeyiz. Babam içinde olsaydı Cumhuriyet bu Cumhuriyet olur muydu; onu da bilemeyiz.


Selin Ongun'un 14 Ocak 2010 tarihinde yayınlanan söyleşisidir.