Gündem

Barış bildirisi iki yaşında: Davalar OHAL'deki yargının ayıplarını ortaya çıkardı

"Bildirinin amacı da bir barış çağrısıdır; bugün yine Çağlayan'da olacağız ir kez daha barış talebini dillendireceğiz"

11 Ocak 2018 11:12

"Bu suça ortak olmayacağız" diyerek 11 Ocak 2016'da hazırladıkalrı bildiriye imza atan Barış İçin Akademisyenler geçen iki yılın mücadele ve dayanışma dolu bir süreç olduğunu söyledi. "Akademiyi dört duvar arasına sıkıştıramadılar" diyen akademisyenler yargılamaları, "Bugün, OHAL’deki yargı sisteminin bütün ayıplarını açığa çıkaran davalar dizisini yaşıyoruz" diyerek özetledi.

İki yıl önce Türkiye’de 89 üniversiteden 1128, yurt dışından 355’i aşkın akademisyenve araştırmacı imzasıyla kamuoyuyla paylaşıldı. Bildirinin ertesi günü Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın akademisyenlere yönelik sözleri, Yükseköğretim Kurulunun (YÖK) "Gereği yapılacaktı"’ açıklamaları geldi.

İmza kampanyası 20 Ocak 2016’da tamamlandığında bildiride Türkiye’den 2 bin 212, yurtdışından da 2 bin 279 akademisyen ve araştırmacının imzası vardı. Daha sonrasında imzacı akademisyenler soruşturma, gözaltı, tutuklama, ihraçlarla karşılaştı.

"Bildirinin amacı barış çağrısıdır"

Evrensel'den Erdi Tütmez'in haberine göre 21 Aralık’ta hâkim karşısına çıkan imzacılardan olan, Türkiye’nin önemli akademisyen ve aydınlarından Prof. Dr. Gençay Gürsoy, bildirinin amacını şöyle anlatıyor:

“11 Ocak 2015’te Türkiye’de ve özellikle Güneydoğu’da Kürt illerinde yaşananlar hakkında akademi bir bildiri kaleme aldı ve bu açıklama çok net ve berraktı. Sonrasında imza sayısı kısa sürede yüzleri aştı. Fakat bu bildiri beklenmedik tepkilere de yol açtı. Cumhurbaşkanından, hükümet üyelerine kadar bir çok kişi akademisyenlere ağır ithamlarda bulundu. Buna rağmen imza sayısındaki artış devam etti. Akademinin görevi, yaşadıkları ortamdaki sorunlara parmak basmaktır. Bildirinin amacı da bir barış çağrısıdır” 

"Davalar yargı sisteminin özeti"

Gürsoy, bugün ayrı ayrı mahkemelerde süren yargılamaları da şu şekilde eleştiriyor:

“11 Ocak’tan bu yana sürüp giden tablo, Türkiye’deki yargı sisteminin durumunu yansıtması bakımından önemli bir örnektir. Ve bugün ayrı ayrı mahkemelerde sürdürülen davaları izliyoruz. Bu davalar, Türkiye’deki adalet mekanizmasının yüz karası haline gelmiş durumdadır. Davalar, çeşitli mahkemelere bölündü, ceza usul yasaları da çiğnendi. OHAL’deki yargı sisteminin, bütün ayıplarını açığa çıkaran davalar dizisini yaşıyoruz bugün”   

"Saldırı, önceki dönemlere rahmet okuttu"

Barış imzacısı TİHV Genel Başkanı ve Evrensel Yazarı Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı, “Bu iki yıl içerisinde sürekli bir takım baskı, saldırı, tehditlerle karşı karşıya kaldık” ifadesini kullandı.

“Geçen iki yıl içinde yalnızca ihraçlar ya da sözleşme yenilememelerle karşı karşıya kalmadık. Bunun da ötesine geçen tehditlerle karşı karşıya kaldık, mafya bile olaya müdahil oldu, vekiller bize yaşam hakkı tanımadı” dedi ve ekledi:

“Her darbe döneminde üniversiteler saldırı altında kalır. ’60’larda akademisyenler benzer bir saldırıyı göğüslemek zorunda kalmıştı. ’80’lerde de 1402’liklerle üniversiteden öğretim üyeleri atıldı. Ama bu dönem gerçekten inanılmaz bir boyuta ulaşmış durumda. Çünkü binlerle ifade ediyoruz ihraç edilen akademisyen sayısını. Bu ihraçların ötesinde insanlara davalar açılıyor, pasaportlara el konulup memleket sınırları dahilinde rehin alınıyor. Saldırılar daha önceki dönemlere rahmet okutacak bir boyuta ulaştı ve iki yıldır da artarak devam ediyor” 

"Dayanışma her yerde büyüdü"

Bütün bu saldırılara rağmen dayanışmanın güçlendiğini ifade eden Fincancı sözlerine şöyle devam etti:

“Daha önceki dönemlerde üretkenlikler, bizim hayatımızı bir şekilde zenginleştirmişti. BİLSAK gibi girişimler olmuştu. Ama şimdi inanılmaz boyutta dayanışma. Her yerde dayanışma akademileri kuruluyor. İnsanlar aslında akademik kimliklerinin ne kadar güçlü olduğunu ortaya koyan biçimde akademisyenliklerini sürdürüyorlar. Dolayısıyla üniversite dört duvar arasına sıkıştırılmış olabilir ama akademinin dört duvar arasına sıkıştırılması mümkün değil. Platon’un döneminden beri akademi meydanlarda, tartışmalarla yürüyen süreç olmuştur. Bu ruha uygun biçimde akademisyenler de toplumla biriktirdiklerini paylaşma görevini yerine getiriyorlar. Aynı zamanda bu süreç bize üniversiteleri yeniden tartışma olanağı verdi. Bu iki yıl bize, üniversitenin ne anlama geldiğini, ne olması gerektiğini, üniversitelerde özerklik kavramının ne kadar değerli olduğunu hatırlattı. O yüzden bu iki yıl aynı zamanda mücadele ve dayanışma süreci de oldu. Daha önce aynı üniversite çatısı altında çalışıyor olsa da bir araya gelmemiş, birbirini tanımamış pek çok akademisyen birlikte iş yapma, üretme olanağı buldu. Bu yüzden bu süreç, aynı zamanda bizim de kendimizi bulduğumuz bir dönem olarak tanımlanabilir” 

"Bizi biat ettirmeye çalıştıkları bir süreç"

Marmara Üniversitesinden ihraç edilen Akademisyen Özgür Müftüoğlu da geçen iki yıl içinde çok sayıda olay yaşadıklarını söyleyerek, “İki yıllık süre içerisinde üniversitelerde inanılmaz bir tasfiye yaşandı" dedi. Müftüoğlu, “Cumhuriyet döneminin en büyük tasfiyesiyle karşı karşıya kaldık. Ve üniversitelerde siyasi iktidarın düşüncelerini benimsemeyen ne kadar akademisyen varsa barış bildirisi imzaları gerekçe gösterilerek hem özel üniversitelerden hem de kamu üniversitelerinden çeşitli gerekçelerle uzaklaştırıldılar. Daha sonra KHK’lerle ihraç edildiler” ifadesini kullanırken, Müftüoğlu iki yıl içinde yaşananları şöyle özetledi:

“Tehditler yapıldı. Bunların başında da Cumhurbaşkanı vardı. Akademisyenler hakaret ve tehditlere maruz kaldı. Onun arkasından tehditleri mafya babaları sürdürdü, ‘Kanlarınızla duş alacağız’ dediler. 2016 yılının mart ayında bu bildiriyle ilgili basın açıklaması yaptığı için 4 arkadaşımız da cezaevine girdi. Özellikle küçük kentlerde bildiriye imza atmış olan akademisyenler neredeyse linç edildiler. Ve arkasından son olarak da Ağır Ceza Mahkemelerinde yargılamalar başladı. Bugün artık bildirinin ikinci yıl dönümü. Bugün yine duruşmalar var. Biz yine Çağlayan’da olacağız. Ve Çağlayan’da bir kez daha hem barış talebini dillendireceğiz hem de bu sürecin üniversitelerin ve akademisyenlerin biat ettirilmeye çalışıldığı bir süreç olduğunu söyleyeceğiz”