Gündem

Can Dündar: Zindanda daha özgürdüm, şimdi hücrede yatan arkadaşlarımı düşünerek yazmak zorundayım

"Onlar rehin durumdalar çünkü…"

13 Eylül 2017 14:32

Can Dündar*

“Herkes yanında gezdirdiği bir parmaklığın ardında yaşıyor” diye yazmıştı Dönüşüm’de Franz Kafka…

Galiba bu söz en çok sürgünler için geçerli…
Çoğumuz, anavatanımızda hapsedildiğimiz hücreleri sırtlayıp dağıldık dünyaya…
Ve yazarken, kelepçelerimiz klavyemize sürtünüyor hala…

Gazetem Cumhuriyet’in İstanbul merkezindeki toplantı odasında kurşungeçirmez perdeler vardı; Berlin’deki ofisimde çalışırken arkamdaki pencerenin perdesini kapalı tutmak zorundayım; dışardan gelebilecek saldırılara karşı…

Kaldığım zindanda yazarken daha özgürdüm, çünkü artık tutuklanma tehdidi yoktu başımda; şimdi halen o hücrelerde yatan arkadaşlarımı düşünerek yazmak zorundayım. Onlar rehin durumdalar çünkü…

Sürgün, çoklarına, baskıdan kaçanların sığındığı, huzurlu bir liman gibi görünür. Kısmen öyledir; ama bir yeryüzü cenneti değildir; çelik telleri çimenlerle gizlenmiş bir kamp yeridir olsa olsa… Bir süre dinlenip geri dönmeyi hayal edeceğiniz, konforlu bir kamp yeri…

Türkiye’de medya kuşatma altına alındıktan sonra geldiğim Almanya’da, yeni kurduğumuz medya organına “Özgürüz” adını verdik.

Özgür müyüz gerçekten?

Çoğunlukla özgürlüğün sınırlarını sansürcünün belirlediği sanılır. Oysa sınır çizgileri, beynimizdedir. Önyargılar, kaygılar, korkular, ne yapsanız kurtulamadığınız gölgeniz gibi, peşinizden gelir.

Düşünün şimdi:

Her şeyini ülkesinde bırakıp gelmiş bir sürgün gazeteci, hangi finansmanla işini yapmaya devam edecek? O finans kaynağının sırtına bindirdiği yükle nasıl özgürce hareket edecek?

Sevdiklerini geride bırakıp gelmiş bir sürgün yazar, onları riske atmadan nasıl özgürce yazıp çizecek?

Muhaliflerini dünyanın her yerinde bulup infaz etmeye yeminli bir hükümetin yurttaşı, gittiği hangi ülkede huzur bulabilecek?

Bu korkuya teslim olanlar varolduğu sürece, gazeteci gittiği ülkede nasıl kadro kurup mesleğini yapılabilecek?

Ülkesine ulaşabileceği iletişim kanalları yasaklıysa, kontrol altındaysa, sansürleniyorsa, okuruna, izleyicisine nasıl ulaşabilecek?

Haber alacağı kaynaklar, deşifre olma korkusuyla telefona bile çıkmıyorsa, bilgi vermeye çekiniyorsa, gerçeğin üzerindeki örtüyü nasıl kaldırabilecek?

Sansürle başettiğinizi varsayalım, bütün bu sorunların yarattığı otosansür nasıl altedilecek?

Basit bir örnek vereyim:

Charlie Hebdo’nun karikatür çizme özgürlüğünü savundunuz diyelim. Bunu bir Alman gazetecinin yapmasıyla İslam dünyasından gelen bir sürgün gazetecinin yapması arasında dünyalar kadar fark var:

Sürgün yaptığında, sadece kendi hayatını değil, ülkesinde geride bıraktığı yayın organının, meslektaşlarının, ailesinin de hayatını riske atar. Kesilecek ceza, ömür boyu peşinden gelir. Ömrünün kalanını, kiralayacağı korumaların oluşturacağı etten bir parmaklığın ardında geçirmek zorunda kalır. Her sabah tehditlerle uyanacağı gibi, gerekçelerini ülkesine anlatamamanın acısını da yaşar.

Özgürlük, çok pahalı ve tehlikeli bir meyvedir. Siz onu ısıramadan, o sizi yiyebilir.

Haa geldiğiniz ülke bir özgürlük cenneti midir; o da ayrı soru…

Devletin Suriye’ye illegal silah satışını belgeleriyle ortaya koyduğum için yargılandığım ülkemden Almanya’ya geldikten sonra ilk tanıştıklarım, bir Alman şirketinin, Meksika’ya illegal silah ticaretine ve bu şirketle hükümetin işbirliğine dair soruşturma raporunu belgeleriyle ortaya koyduğu için hakkında soruşturma açılan Alman meslektaşlarım oldu.

Yolsuzluğu belgeleyen yazılarım nedeniyle, Cumhurbaşkanı’na hakaret soruşturmalarından geçtikten sonra Almanya’da bir Alman meslektaşımın, -hem de aynı Cumhurbaşkanı’na- hakaretten soruşturmasına izin verildiğini gördüm.

Sorunlar saymakla bitmez; ama bütün bunlara rağmen, gerçeği söyleme inadı mümkün ve elzemdir.

İlk koşul; asla vazgeçmemektir.

Bu kararlılık, her sorunu aşmanın bir yolunu bulur. Korku gibi, cesaret de bulaşıcıdır çünkü…

Yola çıkınca, cesur insanlar bulduk yolboyunca… Okurlarımız imece usulü küçük katkılar koyarak yolumuzu açtı. Büronun girişine astığımız bir sayaç, her gün kumbaramıza eklenen katkıları müjdeledi. O sayede cesur muhabirler, cesur yazarlarla buluştuk.

Sitemiz ilk günden bloklanmıştı, ancak sansüre alışkın Türkiyeli okurlar, bu barajı aşmanın yollarını biliyordu; o yollardan geçerek okuyabildiler yazdıklarımızı… Site yasaklanınca İnternet’in bize sunduğu tüm imkânlarla yüklenmeye karar verdik:

Youtube, Periscope, Facebook, Twitter…

Biri engellense, diğerinden çıkıyorduk. Duvar ne kadar yüksek örülürse örülsün, delmenin bir yolu bulunuyordu.

Haber kaynaklarına ulaşmak zordu; ama öte yandan, kimsenin yayınlamaya cesaret edemeyeceği haberler bize geliyordu.

Tanınmış yazarlara yazı yazdırmak zordu; ama bu, yeni yazarlar yetiştirmek için bir fırsattı aynı zamanda…

Artık alanda cesur muhabirlerimiz vardı; dahası “yurttaş gazeteciliği” imdadımıza yetişti. Sesini duyurmak isteyenlere, şifremizi vererek #Özgürüz üzerinden yayın şansı sunduk. Bu yolla bir anda yüz binlere ulaşabildik.

Bir ucu tam özgürlük, diğer ucu tam suskunluk olan iki direğin arasında gerili ince bir halat üstünde yalpalayarak yürüyüp duruyoruz. İki direk de ulaşılması imkânsız noktalar:

Ne tam özgürlük mümkün; ne de tamamen susturulmak…

Tam özgürlüğün sınırları var; tam suskunluğun gedikleri…

İlkinin sınırlarını zorlamak için, ikincinin gediklerden geçe geçe hakikati savunmaya çalışıyoruz.

Gazeteciliğin mürekkebi olan hakikati…

İktidarların korkusu olan hakikati…

Seçmenin gıdası olan hakikati…

Küresel bir köye dönüşen dünya, gelişen iletişim teknolojilerinin sunduğu imkânlar sayesinde giderek küçülüyor, haber almak/vermek kolaylaşıyor, sürgündeki gazeteciler için yazdığı yeri, gittiği istikameti değiştirmek yetiyor sanıyorsunuz değil mi?

Yine Kafka’dan bir fabl’la bitirelim:

“’Of’ dedi Fare, ‘Dünya her geçen gün biraz daha küçülüyor. Önceleri o kadar büyüktü ki korkup hiç durmadan koşar, uzakta sağımda, solumda duvarlar görünce mutlu olurdum. Fakat bu uzun duvarlar öyle hızla birbirine yaklaşıyor ki, kendimi en dipteki odada buluveriyorum ve işte orada köşede, kendisine doğru koştuğum bir kapan duruyor.’

‘Sadece koştuğun istikameti değiştirmelisin’ dedi Kedi ve onu yiyiverdi.”

Biz, ülkemizde ya da zihnimizde bizi kuşatan duvarlardan kaçarken Kedi’ye yem olmayacağız.

Can pahasına da olsa, mesleğimizin onurunu, kalemimizin özgürlüğünü ve hakikati açıklama hakkımızı savunmaya devam edeceğiz.


* Ozguruz.org Genel Yayın Yönetmeni Can Dündar'ın bu makalesi, ilk olarak Tagesspiegel’de yayımlanmıştır.