Gündem

Emin Çölaşan: Dövizin zıplamasının temel nedeni Suriye için yaptığımız harcamalardır

"Başımıza gelen bu felaketin baş sorumluları kimdir? "

02 Eylül 2018 14:32

Sözcü yazarı Emin Çölaşan, Türk ekonomisinde yaşananların temel nedeninin Suriye ve Suriyeliler için yapılan harcamalar olduğunu öne sürdü. Felaket olarak tanımladığı durumun sorumlusu olarak Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Ahmet Davutoğlu ve dönemin dışişleri bakanını işaret etti. 

Yazar Çölaşan, iktidarın Suriye politikasıyla  Türk devletini ve Türk milletini yedi yıl boyunca maddi ve manevi  büyük zarara uğrattığını kaydederek "Karşımıza Afrin, Münbiç, İdlib gibi haritada bile yerini bilmediğimiz birtakım yerler çıktı, onlarla uğraşıyoruz. Kendi insanımız için ayrılması gereken paraları Suriyeliler için harcamayı sürdürüyoruz… Ve sonuçlarına katlanıyoruz! Vay benim güzel ülkem vay!" dedi. 

Bugün döviz zıpladıysa,  temel nedeni Suriye için yaptığımız harcamalardır.

 

Emin Çölaşan, "Suriye rezaletinin hesabını kim verecek?" diyerek Suriye meselesini yorumladı. Çölaşan'ın yazısı şöyle :

"Sevgili okurlarım, geriye baktığımızda zaman ne kadar çabuk geçiyor… Başımıza Suriye belasını açtıklarından bu yana tam yedi yıl geçti!

Suriye'de iç karışıklık vardı.

Kaynamalar başlamıştı.
Bizi yöneten uyanıklar (!) hemen durumdan vazife çıkarmaya niyetlendi… Hazır Esad zayıf düşmüşken onun işini bitirmeye (!) soyundular.
Ne de olsa o Alevi, bizimkiler Sünni idi. Suriye'de bir Sünni egemenliği kurmak gerekirdi.
Artık bütün günlerimiz Suriye ve Esad'la geçiyordu.
Bizi yönetenlerin en önemli atraksiyonu Suriye devlet başkanıyla alay etmek ve ona posta koymaktı.

Suriye nasıl olsa bizim eski vilayetimizdi. Yüzlerce yıl Osmanlı egemenliği altında yaşamıştı.
Dolayısıyla bizim Suriye'de haklarımız (!) vardı. O hakları Esad'ı devirerek yeniden elde edecek, hem de Suriye'ye Sünni bir rejim getirecektik.
Hiç sıkılmadan Türkiye'deki seçmeni gıdıklıyorlardı:
“Esad gidici. İnşallah en kısa zamanda Cuma namazımızı Şam'da Emeviye camisinde kılacağız!”
(Nah kıldılar.)

Zaman su gibi akıp geçiyordu ama gelin görün ki, dünyada başka “Uyanık ülkeler” de vardı.
Onlar Suriye'yi bizi yönetmekte olan aymazlara bırakacak kadar saf ve enayi değildi.
Her birinin ayrı ayrı çıkar hesapları vardı…
Ve Suriye'deki kargaşa her geçen gün arttı. Ortaya bir sürü ülkeler ve bir sürü gruplar çıkmıştı.
Dinci IŞİD, hırsızlar, avantacılar, Özgür Suriye Ordusu gibi profesyonel katil sürüleri, ne ararsanız tiyatroda yer kapmışlardı.

İç savaşta yüz binlerce Suriyeli masum insan can verdi.
Şam dahil bütün kentler ve kırsal kesim harabeye döndü.
Milyonlarca insan evini barkını bırakıp başka ülkelere göçmek zorunda kaldı. Bunlardan 3.5-4 milyonu Türkiye'ye kaçtı ve ülkemizin dört bir yanına yayıldı.
Sosyal ve ekonomik dengelerimiz altüst oldu.
Onlar için bugüne kadar en az 50 milyar dolar para harcadık. Buna askeri harcamaları da kattığınızda rakam 60 milyar dolar oldu.
Askerimiz Suriye'ye girdi, nice şehitler verdik.

Bizi yönetmekte olan aymazlar ise her gün ağlaşıyordu!
“Batı dünyası ve özellikle AB bize söz verdiği halde harcamalarımızı karşılamıyordu. Bütün yük bize bindi, mahvolduk!”
Binecek tabii!..
Sen böyle aptalca maceralara girişirsen üzerine daha neler binecek.
Zannettiler ki ABD, Rusya, İran, İsrail gibi ülkeler bizimkilerin yaptığı bu atraksiyonlara seyirci kalacak, “Buyur Türkiye Suriye'yi, istediğin gibi parçala… Eti senin kemiği bizim” deyip ikramda bulunacak!    

Sevgili okurlarım, hiç kimse üzerinde durmuyor ama bugün döviz zıpladıysa, ekonomi felç olduysa, enflasyon patladıysa, bütün dünyada saygınlığımızı yitirdiysek, bunların en başta gelen temel nedenlerinden biri Suriye ve Suriyeliler için yaptığımız, milyarlarca dolara dayanan ve bizim gücümüzü çoktan aşmış olan anlamsız ve gereksiz harcamalardır.
Papaz Brunson olayı ve diğerleri falan bu işin göstermelik tarafı, vitrin malzemesidir!

Başımıza gelen bu felaketin baş sorumluları kimdir? Yanıtını hemen vereyim:
Recep Tayyip Erdoğan ve dönemin hem Dışişleri Bakanı, hem de Başbakanı kimliği ile görev yapmış olan Ahmet Davutoğlu.
Onlara sormak gerekiyor:
“Aradan yedi kocaman yıl geçti. Nutuklar attınız, sağa sola posta koydunuz, bir sürü ülkeyle gereksiz yere düşmanlık yarattınız.
Devletin ve milletin milyarlarca dolarını bu yolda harcadınız.
İyi hoş da, biz bu Suriye işinden bugüne kadar ne kazandık?
Ufacık bile olsa herhangi bir siyasal, ekonomik, parasal, ya da onursal kazancımız oldu mu?”

Uğradığımız maddi ve manevi kayıpları sormaya bile gerek görmüyorum zira buna yanıt verecek hiç kimse yok.
İşte Esad orada…
Çok yıprandı, yüz binlerce insanını yitirdi, kentleri harabeye dönüştü ama Esad yerinde durduğu gibi, her geçen gün giderek daha da güçleniyor.
Devrilmesinin söz konusu olmadığı artık bütün dünya tarafından biliniyor.
Acaba bizimkiler de bunun farkında mı?
Evet, farkındalar…
Ama yarattıkları şu ortamda ağızlarını açıp konuşmaları mümkün olmuyor.

Türkiye'de eğer gerçek bir demokrasi olsaydı, başımıza bu çok yönlü Suriye belasını açan ve açtıran bütün yöneticilerden hesap sorulurdu.
Esad'ı devirip Şam'da namaz kılma iddiasıyla yol çıktılar, nasihat aldılar.
Dikkat ediniz, ağızlarına artık “Esad” sözcüğünü hiç almıyorlar.
Türk devletini ve Türk milletini yedi yıl boyunca maddi ve manevi açıdan çok büyük zarara uğrattılar…
Uğradıkları yenilgiler sonrasında artık sütre gerisine çekilmek zorunda kaldılar.
Karşımıza Afrin, Münbiç, İdlib gibi haritada bile yerini bilmediğimiz birtakım yerler çıktı, onlarla uğraşıyoruz.
Kendi insanımız için ayrılması gereken paraları Suriyeliler için harcamayı sürdürüyoruz… Ve sonuçlarına katlanıyoruz! 
Vay benim güzel ülkem vay!"