Medya

Fehim Taştekin: Türkiye'nin desteklediği ateşkes Afrin'de ayağına dolanıyor

"Türkiye baskıları savuşturmak için daha keskin ve saldırgan bir diplomasi izleyebilir"

08 Mart 2018 19:42

Orta Doğu konusunda deneyimli gazeteci Fehim Taştekin,  Türkiye'nin BM Güvenlik Konseyi’nin Suriye için aldığı 30 günlük ateşkes kararını önce memnuniyetyetle karşıladığını ancak daha sonra kendisin de baskı altına girdiğini yazdı. Taştekin, Türkiye'nin alınan ateşkes kararının Afrin için geçerli olmadığını savunurken Almanya, Fransa ve ABD'nin hükümete ateşkesin Afrin'i de kapsadığını hatırlatığını belirterek "Türkiye baskıları savuşturmak için daha keskin ve saldırgan bir diplomasi izleyebilir. Olası bir inatlaşma ise sahada Türkiye’nin başını öngörülemez boyutta belâlara sokabileceği gibi sorunlu dış ilişkiler ağında da yeni çatlaklar açabilir" değerlendirmesinde bulundu.

Fehim Taştekin'in Al-Monitor'da "Türkiye’nin desteklediği ateşkes Afrin’de ayağına dolanıyor" başlığıyla yayımlanan yazısı şöyle:

Türkiye, Suriye’de tüm taraflara 30 gün boyunca ateşkes çağrısı yapan BM Güvenlik Konseyi’nin 2401 Sayılı kararını başlangıçta memnuniyetle karşıladı ama çok geçmeden kendi de baskı altına girdi.

Kararın Afrin’i kapsamadığını savunan Türkiye 20 Ocak’ta başlayan Zeytin Dalı Harekâtı’nın planlandığı gibi devam edeceğini duyurdu. Bunun üzerine Almanya, Fransa ve ABD ateşkesin Afrin’i de kapsadığını hatırlattı. Uyarılar nedeniyle Batılı ortaklarla yeni bir restleşme yaşanırken Türkiye özel harekât timlerini sahaya sürerek operasyonda ikinci aşamaya geçti.

İkinci aşamanın detaylarına geçmeden önce Suriye’de tüm tarafları ateşkese davet edip İslam Devleti (İD), El Kaide, Nusra Cephesi ve bunlarla ilintili tüm grupları kapsam dışında tutan karar etrafında yaşanan polemiklere bakalım.

Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron 26 Şubat’ta Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile telefon görüştü. Elysée Sarayı’nın açıklamasına göre Macron “İnsani mutabakat Afrin dahil bütün Suriye’yi içeriyor ve gecikmeden her yerde uygulanmalı” mesajını verdi.

Ertesi gün ABD Dışişleri Sözcüsü Heather Nauert kararın tüm Suriye için geçerli olduğunu vurgulayıp Türkiye’yi mutabakatı yeniden okumaya davet etti.

Ardından bunlara Türkiye'yi ateşkese bağlı kalmaya çağıran Alman Dışişleri Bakanlığı’nın uyarısı eklendi. AB adına yapılan diğer açıklamalarda da Türkiye’ye “dur” dendi.

Türkiye’nin her uyarıya verdiği yanıt sert oldu. Türk Dışişleri Bakanlığı Macron’la görüşmede Afrin’e atıf yapılmadığını belirtip Fransa’yı yalan beyanda bulunmakla suçladı.

Bakanlık, ABD’li sözcüyü de “Sözcünün ifadeleri her türlü temelden yoksundur ve kararın odak noktasını anlayamadığını ya da çarpıtmak istediğini göstermektedir” diye payladı.

Karşılarına çıkan herkesle mücadele edeceklerini, operasyonu yarıda kesmeyeceklerini vurgulayan Erdoğan ise Afrin’de bulunan Lafarge firmasına ait iş makinelerine işaret edip Fransa’nın Halk Savunma Birlikleri’ne (YPG) destek verdiğini ima etti: “Bu iş için birilerinden icazet alacak değiliz. Ejderhayı yarı canlı bırakmayacaksın. Öyle veya böyle bitecek bu iş. Şu anda bütün tüneller tamam. Oralara gelen o mikserler çok ilginçtir. Mikserler kimin? Lafarge. Lafarge kimin?” Fransız Lafarge’ın artık işletmediği Suriye’deki çimento fabrikası önce İD’in, ardından YPG’nin kontrolüne geçmişti.

Batılı liderlerin yanı sıra Rus Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov da "Suriye'de bulunan tüm aktörlerin BM'nin 30 günlük ateşkes kararına ülke çapında uyması kritik önem taşıyor." diye konuştu. Ancak Ankara bu uyarıyı da üzerine almadı.

Sertleşen polemik Afrin’i çevreleyen sınırlarda 20 kilometre derinliğinde bir hilal oluşturan Türkiye’nin üzerindeki baskıların artacağını ama Ankara’nın buna rağmen hedefine ulaşmak için yola devam edeceğini gösteriyor. Hedef neydi? YPG’nin Afrin’deki kontrolünün bitirilmesi, demokratik özerklik uygulamasının sona erdirilmesi, Türkiye’deki Suriyeli mültecilerin buraya yerleştirilmesi ve aynı senaryonun Menbic’de de tekrarlanması.

Ankara’nın operasyonu sürdürme ısrarında şu değerlendirmelerin etkili olduğu görülüyor:

Operasyon yarıda kesilirse Zeytin Dalı Harekâtı’nı mümkün kılan elverişli diplomatik ve askeri ortamı yeniden yakalamak mümkün olmaz.

Resmen açıklanan hedeflere ulaşılmaması Türkiye’nin caydırıcılık kapasitesine gölge düşürür.

Beli kırılmamış bir YPG bu süreçten daha da güçlenerek çıkar ve Türkiye ikinci bir müdahale şansını bulamayabilir.

Hükümet iç gerekçeler nedeniyle Afrin’de kaybetmeyi göze alamaz. Bir seçim yatırımına dönüşen Afrin’de geri adım Erdoğan’ın başkanlık hesaplarını baltalayabilir.

Afrin’de geri adım Türkiye’nin Suriye’deki diğer süreçlerde de etkisini azaltabilir.

Bu değerlendirmelerden hareketle Türkiye Afrin’deki operasyonu derinleştirmek üzere “üç harfliler” olarak nam salan elit güçleri devreye soktu.

Afrin’e gönderilen Jandarma Özel Harekât (JÖH) ve Polis Özel Harekât (PÖH) timleri 2016’da Diyarbakır-Sur, Nusaybin, Cizre, Şırnak, Silopi, İdil ve Yüksekova’da PKK’nin şehir yapılanmalarına karşı yürütülen operasyonda başı çekmişti. Tarihi kent Sur’u yerle bir eden, Nusaybin’de 1786 binayı yıkan ve 300 ilâ 500 bin arasında insanı göçmen durumuna düşüren operasyonlarda da bu timler yer almıştı.

Özel timleri “Teröristlerin korkulu rüyası” diye sunan Anadolu Ajansı’na göre JÖH ve PÖH'ler yakın plana alınan Cinderes ve Racu kasabalarının civarına konuşlandırıldı. Bu birlikler yerleşim merkezlerinde patlayıcı imha, ev araması, ele geçirilen yerlere sızma hamlelerini önleme faaliyetlerinin yanı sıra Afrin şehir merkezine yönelik operasyona da katılacak.

Bu şehir savaşı hazırlığı sivil kayıplar ve yıkımlarla ilgili kaygıları daha da artırıyor. Türk hükümeti ve Genelkurmay ise bu konuda çok rahat. 1 Mart itibarıyla bilançoyu “2 bin 222 terörist etkisiz hale getirildi” ifadesiyle açıklayan Genelkurmay sivil kayıp bilgisine yer vermiyor.

Türkiye’nin stratejik-taktik planlamada önündeki iki hedef var: Birincisi Raco ve Cinderes’ten sonra Afrin merkezine girmek. İkincisi de Tel Rıfat güzergâhından Azez ile İdlib arasındaki vekil güçleri birleştirecek şekilde bir koridor açmak. Her iki hedef de önemli ölçüde operasyona temkinli onay veren Rusya’nın bundan sonraki tutumuna bağlı.

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin Türkiye’ye açılan alana mukabil Erdoğan’ın silahlı gruplar üzerindeki etkisini hala önemsiyor. 2016’da Doğu Halep’te sonuç getiren tahliye senaryosunu Şam kırsalındaki Doğu Guta’da da hayata geçirmek için Erdoğan’ın kredisini kullanmaya çalışıyor. Nitekim Rus lider az sayıda sivilin Erdoğan’ın yardımıyla tahliye edildiğini teyit etti. Doğu Guta’yı elinde tutan İslam Ordusu’nu Suudiler üzerinden ikna etmeye çalışan Putin, Katar’ın finanse ettiği Müslüman Kardeşler bağlantılı Feylak El Rahman ve Ahrar El Şam konusunda da Erdoğan’a güveniyor.

Doğu Guta’da etkili olan dördüncü örgüt Türkiye’nin İdlib’de gerilimi düşürme bölgeleri oluşturma planı için anlaştığı ve belli garantiler verdiği El Kaide bağlantılı Heyet Tahrir El Şam. Putin’in Doğu Guta ardından da İdlib’de netice alıncaya kadar Erdoğan’ı kızdırmadan yol almaya çalışması muhtemel. Fakat bu, Putin’in Erdoğan’ın elini tamamen serbest bırakacağı anlamına da gelmiyor.

ABD’nin tepkisi de Rusya’nınki ile aynı mantığa sahip: Afrin operasyonunun İslam Devleti ile mücadeleyi olumsuz etkilediğini düşünen Amerikan yönetimi, bir taraftan NATO’daki ortağını kendi yanında tutmak üzere YPG’yi Menbic’den çıkaracak bir formül bulma vaadiyle Türkiye ile ortak komisyon kurarken diğer taraftan BM kararını Ankara’yı dizginlemek için kullanmaya çalışıyor.

Afrin operasyonunu durdurmasa da BM kararının uluslararası platformlarda Türkiye’nin ayağına bağ olacağı anlaşılıyor. Dolayısıyla bundan sonra uluslararası toplumun Afrin’e dair suskun sicilinin bozulmasına ve daha dobra tartışmalara tanık olabiliriz.

Buna karşılık Türkiye baskıları savuşturmak için daha keskin ve saldırgan bir diplomasi izleyebilir. Olası bir inatlaşma ise sahada Türkiye’nin başını öngörülemez boyutta belâlara sokabileceği gibi sorunlu dış ilişkiler ağında da yeni çatlaklar açabilir."