Medya

Fehmi Koru: O roman sayesinde FETÖ olayına yaklaşımı daha iyi anlıyorum

"FETÖ'ye yapılan, romanda Mafya’ya yapılanla aynı"

29 Kasım 2016 18:55

Afedersiniz, ama bu işte bir yanlışlık yok mu sizce de?

Sorumun altında yatanı anlatabilmem için önce bir alıntı:

“Bakanlar Kurulu toplantısında idam konusunu Cumhurbaşkanı Erdoğan gündeme getiriyor. / Tuğrul Türkeş, ‘İdamı getirseniz bile Öcalan’ı da Gülen’i de asamazsınız’ diye söze başlıyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan, ‘Niye’ dercesine bakınca, ‘Çünkü Magna Carta’dan beri cezalar geriye yürümez’ diyor. Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kurulu üyeleri Türkeş’i ilgiyle dinliyor. ‘Hem idamı getirmiş oluruz, hem de infazını yapamayız. Ama idamı getirirsek, görüntümüz bozulur. Bizi hemen Avrupa Konseyi’nden ihraç ederler, NATO’dan çıkarırlar.

“Türkeş’in bu sözleri üzerine Cumhurbaşkanı Erdoğan, ‘NATO’dan nasıl çıkarırlar? ABD’de idam var’ diyor. Tuğrul Türkeş, ‘ABD’de başından beri öyle. NATO kurulmadan önce de idam vardı, sonra da değiştirmediler. Onların hukuku ayrı. Ama biz baştan beri kıta Avrupa’sının hukukuna tabiyiz’ diye sözlerine açıklık getiriyor.”

Gerçek-üstü bir durum

Aktaran AK Parti kaynaklarına çok yakın, bu karşılıklı konuşmayı toplantıya katılanlardan alabilecek Abdülkadir Selvi olmasaydı, inanmayabilirdim.

Uzun, çok uzun bir süredir kamuoyunda tartışılan.. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kalabalıklar karşısına her çıktığında, “Milletvekilleri karar verirse onaylarım” cümlesini kurduğu.. MHP ile onu getirme şartını da içeren bir mutabakata ulaşılmış.. Avrupa Birliği ile ilişkilerimizin dondurulmasını isteyen Avrupa Parlamentosu kararına kadar geçmiş.. ‘idam’ konusunda.. Tuğrul Türkeş Bakanlar Kurulu’nda uyarana kadar..

Hayır, olamaz…

Daha önce, kimse, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı, “Yeni düzenlemeler ceza hukukunda geçmişe işlemez” kuralını hatırlatarak uyarmamış olabilir mi gerçekten?

MHP’den AK Parti’ye geçiş yapmış Başbakan Yardımcısı Tuğrul Türkeş bu ve birkaç başka konudaki görüşünü Hürriyet’ten Cansu Çamlıbel’e dün anlattı; “Bunu birçok platformda dile getiriyorum” da diyerek…

Cumhurbaşkanı başkanlığında yapılmış Bakanlar Kurulu toplantısında dile getirmiş demek ki..

İyi de, Külliye’de yapılmış en son Bakanlar Kurulu toplantısı ne zamandı?

Baktım, bulabildiğim en son kayıt, 31 Ekim tarihine ait…

Kasım ayı içerisinde de Cumhurbaşkanı ‘idam’ konusunu tartışma gündeminde tuttu ama…

Tutmaya da devam ediyor…

Siyaset benim için kolay anlaşılır bir şey olmaktan çıkmıştı çoktandır; belki de bu yüzden ‘idam’ konusunun neden gündemde tutulduğunu anlamakta zorlanıyorum.

Muhalefet yapmak yerine Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı aklından geçenleri okumaya çalışmayı yeğleyen siyasiler var CHP içerisinde; onlara göre, ‘idam’ konusunu ön plana çıkartmak iki yönlü yarar sağlıyor: Bir: ‘İdam’ cezası kimin için geri getirilecekse o kişinin gelmesi istenmediği için… İki: Konunun gündemde tutulmasının kamuoyunda karşılığı var da ondan…

Ben böyle küçük hesaplar yapıldığını sanmıyorum.

 İdamı askerler uyguladı

Türkiye’de ‘idam’ hukuk sisteminden çıkarıldığı 2000 yılı öncesinde de uygulanan bir ceza değildi. 12 Eylül’ün muktedir paşası Kenan Evren idamı seviyordu; ‘bir sağdan ise diğeri de soldan’ ölçüsüyle pek çok genci sehpaya gönderen odur.

Sivil hayata geçildiği 1984’ten başlayarak Meclis hiçbir idam cezasını onaylamadı.

Sistemimizde ‘idam’ cezalarını mahkemeler verir, ama infaz için Meclis’in onaylaması gerekir (idi). Milleti temsil eden milletvekilleri birilerini üç ayaklıya göndermede fazla istekli olmamıştır, çok partili dönemlerde…

Halk şimdi konu açıldığında ister görünüyor, ama.. Abdullah Öcalan Türkiye’ye ‘idam edilmemesi’ şartıyla teslim edildiği ve bunun için hukuk sistemimizden idamın çıkarılması süreci başladığında, halkın umursadığının işaretleri pek alınmadı.

Evet, Öcalan’da bile…

ABD’de bazı eyaletlerde idam cezası var; ancak Amerikalılar’ın fazla övündükleri bir özellikleri değildir bu durum. İnfazlar hep son âna bırakılır. En ufak bir kuşkuda vazgeçildiği de olur. Özellikle adli tıp alanında kaydedilen teknolojik ilerlemeler sayesinde yanlış mahkûmiyetler daha kolay ortaya çıktığı ve az kalsın idam edilecek bazılarının masumiyetleri anlaşıldığı için…

“Tek bir kişiyi haksız yere idam edeceğine 100 idam mahkûmunu infaz etme” düşüncesi hâkimdir ceza hukukunda.

Hem de asırlardır böyledir.

Bu konuyu tartışma gündeminden çıkarmamızda toplum sağlığı açısından da yarar var.

Bir roman okudum…

Amerika dedim de…

John Grisham benim her romanını büyük bir heyecanla beklediğim yazarlardandır. İlk romanı dikkatimi çekmemişti, ama ikincisi (‘Şirket’, filme de alınmıştır) ile birlikte her romanını çıkar çıkmaz edinmiş, okumuşumdur.

Anlatımı müthiştir de, hukuk eğitimi aldığı ve konularını genellikle ‘yargı’ alanından seçtiği için de okumaya değer bulurum.

Son romanı ‘The Whistler’ çok taze çıktı. Okudum.

‘Whistler’ ıslık çalan demek, ama ‘saklanmaya çalışılanları fâş eden’ anlamı da var…

Grisham’ın bu romanda anlattığı hikâye, kendilerini çok iyi gizlemiş ve etkin bir yargıcı rüşvetle satın almış belli bir bölgedeki mafya örgütlenmesi… Her işlerini kitaba uydurmasını bildikleri için dikkat çekmiyor örgüt, aykırı yönlerin kitaba uymasını da yargıç sağlıyor, ama çaktırmadan…

Örgütün çekirdek kadrosu ile yargıç birlikte Karun kadar zengin oluyorlar…

Roman, balonun patlatılması üzerine…

Okudum, okudum.. sona geldiğimde.. şöyle bir “Allah, Allah” demişliğim var…

FETÖ’ye yapılan, romanda Mafya’ya yapılanla aynı

Yargıç sistemi içindeki çürük elmaları ayıklamak için kurulmuş bir birim, BJC, örgütün peşine düşüyor, ama son vuruşu FBI yapıyor; Başsavcılık ile birlikte… Kanıtları topladıktan sonra.. içlerindeki birkaç zayıf halkayı itirafa zorlayarak.. üzerlerine çöküyor ve işlerini bitiriyorlar…

Bütün mallarına-mülklerine el koyarak… El koydukları malları bir fonda toplayıp haraç mezat satışa çıkararak…

Romanda ‘gizli Mafya’ için ABD yargısının uyguladıkları bana nedense bizde FETÖ’ye uygun görülen mücadele yöntemini hatırlattı.

Mafya ile FETÖ… Burası ile orası…

Filmi çekilsin, benzerliği sahnelerden bile anlarsınız.

Neyse…

Çürük yargıcı yargılayan mahkemenin başkanı, “İstikrarlı bir toplum haklılık ve adalet üzerine oturur; her vatandaşın çürümüşlükten, şiddetten ve şer güçlerden korunması, senin ve benim gibi hukuk insanlarına emanet edilmiştir” diyor ve kadını en ağır cezaya çarptırıyor.

Yazar, bir yerde, “Biz yargıçlarımızın samimi ve akıllı olmasını bekleriz. Onların haysiyetli ve tarafsız olması bütün hukuk sistemimizin omurgasıdır. Yargılamanın âdil olması, tarafların haklarının korunması, yanlış yapanı cezalandırması, adaletin en etkili ve düzenli biçimde akması için onlara güveniriz” notunu düşüyor.

Biz de “Adaletin kestiği parmak acımaz” demez miydik?