Gündem

Hasan Cemal 'terör propagandası' suçlamasıyla hâkim karşısına çıktı: Gazetecilik suç değildir!

Hasan Cemal'in 'Fehman Hüseyin' başlıklı yazısı hakkında yapılan şikâyet üzerine soruşturma başlatılmıştı

12 Ocak 2017 11:45

T24 yazarı ve P24 Bağımsız Gazetecilik Platformu Kurucu Başkanı Hasan Cemal, 11 Temmuz 2016'da yayımlanan "Fehman Hüseyin" başlıklı yazısında 'terör propagandası' yaptığı iddiasıyla bugün İstanbul 22. Ağır Ceza Mahkemesi'nde hâkim karşısına çıktı. Dava 14 Şubat 2016'ya ertelenirken; avukatı Fikret İlkiz ile duruşmaya katılan Cemal, savcılıkta verdiği ifadesini tekrarlayarak, "Bütün faaliyetlerim gazetecilik faaliyetleri içerisinde olmuştur. Herhangi bir suç işlediğimi sanmıyorum. Gazetecilik suç değildir" dedi.

Hasan Cemal için 2 yıla kadar hapis istemiyle Savcı Murat İnam tarafından hazırlanan iddianamede, "PKK'nın cebir ve şiddet içeren eylemlerini meşru göstermeye çalışan açıklamalarına yer verildiği, Fehman Hüseyin isimli şahıstan övgü dolu sözlerle bahsettiği, böylelikle şüphelinin üzerine atılı suçları işlediği" iddiası öne sürüldü. Soruşturma, BİMER'e yapılan ihbar üzerine başlatıldı. Savcı, Cemal'in Terörle Mücadele Kanunu 7. madde kapsamında, Türk Ceza Kanunu'nun 215, 53. maddeleri uyarınca cezalandırılmasını talep ediyor.

Cemal, savcılığa verdiği ifadesinde "Gazetecilik suç değildir" diyerek, şunları kaydetmişti:

"Ben T24 isimli intemet gazelesinde yazı yazmaktayım. 11 Temmuz 2016 tarihinde "Fehman Hüseyin" başlıklı yazıyı ben yazdım. Ben 47 yıllık gazeteciyim. 1980'li yıllardan itibaren PKK ve Kürt sorunu ile ilgilenmekteyim. PKK ve Kürt sorunu ve devletin PKK mücadelesi ile ilgilenmekteyim. Bu konuda sayısız yazı yazdım. Direkt olarak bu konuyla alakalı 4 kitap yazdım. Bu 4 kitabın dışında da diğer kitaplanmda da yer yer bu konuya değinmiştim. Hicbir yazımdan ve kilabımdan terör örgütü propagandası yapmak ve terör örgütü bağlantısı suçlamalarıyla bir soruşturma yapılmadı. 11 Temmuz 20l6 tarihinde yayınlanan bu yazının benzeri 2014 yılında yayımlanan Kürdistan Günlükleri'nde yer aldı. Bu kitapta herhangi bir soruşturmaya tabi tutulmadı. Fehman Hüseyin isimli şahısla 2013 yılı mayıs ayında görüştüm. Bu görüşme 2013 yılındaki görüşmeden hemen sonra T24'te yayımlandı. Gazeteci bir gün dağ başında devlete silah çekmiş bir örgüt lideriyle görüşür. Daha sonra Başbakan ile görüşür, daha sonra denizde tatil yapar. Gazetecinin yaşadığı bu mesleğin bir cilvesi ve çelişkisidir. Bu yazımda da bir gazeteci olarak mesleğimle ilgili duygu ve düşüncelerimi açıklamaya çalışmıştım. 1993 yılında Bekaa vadisinde Abdullah Öcalan ile görüştüm. Bu görüşme Sabah gazetesinde yayımlandı. Yine 2009 yılında Murat Karayılan ile görüştüm. 2009-2011 Milliyet'te yayıınlandı. 2013 yılındaki görüşmede T24 isimli internet gazetesinde yayımlandı. Bu görüşmelerden dolayı hakkımda herhangi bir soruşturma açılmadı. Bütün bu faaliyetlerim gazetecilik faaliyetleri içerisinde olmuştur. Herhangi bir suç işlediğimi sanmıyorum. Gazetecilik suç değildir."

Hasan Cemal, duruşmaya avukatı Fikret İlkiz ile katıldı

Hasan Cemal’in 'terör propagandası' yaptığı iddiasıyla dava açılan 11 Temmuz 2016 tarihli yazısı şöyle:

 

Fehman Hüseyin...

 

Ege’nin maviliklerinde seyir halindeyiz.
Tatil vakti.
Bu kadar güzellik olur mu diyorum kendi kendime...
Bir çın sesi!
Telefona düşen mesaj uzaklardan bir ölüm haberini getiriyor:
Fehman Hüseyin Suriye’de yanındaki yedi kişiyle birlikte öldürülmüş...
Haber doğru mu?
Yoksa dezenformasyon mu?
Bahoz Erdal kod isimli  Fehman Hüseyin’le üç yıl önce, dağda iki gün geçirmiştim.
Bizim meslek biraz da böyledir.
Devlete silah çekmiş, yıllardır dağda yaşayan bir gerilla lideriyle bir gün konuşursun, sonra yine bir gün cennet gibi maviliklerde onun  ölüm haberine yakalanırsın.
Hayat acımasızdır, adaletsizdir.
Gazeteci olarak bu acımasızlığı, bu adaletsizliği şu yaşadığımız anababa günlerinde daha derinden hissediyorum.
Kan ve gözyaşı durmuyor.
Her gün asker polis ölümleri...
Her gün gerilla ölümleri...
Her gün ağlayan analar...
Öylesine büyük acılar ki.
Gidip bizim Gazze’leri gezmek istiyorum.
Tankla, topla, helikopterle yerle bir edilmiş yerleri kendi gözümle görmek istiyorum.
Cizre’de, Sur’da, Nusaybin’de, Yüksekova’da, Şırnak’ta, Lice’de acılara kendi yüreğimle dokunmak istiyorum.
Cennet gibi yerlerde tatil yapmak içimden gelmiyor, çünkü cehennem gibi yerler aklımdan çıkmıyor, gözümün önünden gitmiyor.
Vicdanım kanıyor.
Acılar dallanıp budaklanırken, memleket kanlı bir dipsiz kuyuya çekilirken, maviliklerde tatil yapmak bazen vicdan azabı olabiliyor.
Bir gazeteci olarak son yıllarda bu duyguya sık sık kapılıyorum.
Evet öyle, hayat acımasız, adaletsiz.
Kimileri bu hoyratlıkla ömür boyu yaşayıp gidiyor.
Bu hoyratlıkla kimi elde silah, kimi elde kalem mücadele ediyor.
Ama ‘filmin sonu’ nu görmek mümkün olabiliyor mu?
Sanmıyorum.
Ama iz bırakmak mümkün.
İyi ya da kötü örnek de olabilirsin.
Ege’nin maviliklerinde seyir halindeyken, Fehman Hüseyin haberi cep telefonuma düştüğünde bir film şeridi gibi bir dolu şey gözümün önünden geçti gitti.
Hem mesleğimi düşündüm, hem de Fehman Hüseyin’le dağda geçirdiğim o iki gün aklıma takıldı.
PKK’nin, kısa adı HPG olan askeri gücünün en önde gelen komutanı,  Bahoz Erdal kod adlı Suriyeli Kürt Fehman Hüseyin.
2013’ün mayıs ayıydı.
PKK askeri gücünün Türkiye sorumlusu ya da Kürtlerin deyişiyle Kuzey Kürdistan komutanı olan Bahoz Erdal ile ilk görüşmem, bir gece vakti dağların öbür yüzünde Çukurca olan Metina’daki bir köy evinde olmuştu.
Kürtçede kasırga, fırtına anlamına gelen Bahoz, 23 yıldır dağdaydı ve 45 yaşındaydı. Şam Üniversitesi’nde tıp okumuş, Beşşar Esad’la aynı dönemde... Murat Karayılan’dan sonra PKK silahlı güçlerinin, yani HPG’nin ‘Genelkurmay Başkanlığı’nı yapmıştı.
O geceyi anımsıyorum, ilk sorum:

“PKK’ya katılmak nereden aklınıza geldi?”
Gülüyor:

“Bizi kandırdılar!”
Şöyle devam ediyor:
“Eskiden Osmanlı döneminde sınır yoktu ki bu topraklarda. Yazın, kışın kuzeyle güney arasında gidip gelirdi Kürtler. Sınırlar sonra çizildi. Suriye, Irak, Türkiye gibi… Biz de o zaman hiçbir devletin vatandaşı olmadık. Suriye’nin bize verdiği kâğıtta ‘Türkiye’den gelen yabancılar’ dendi. Bu kâğıtla Suriye’nin içinde yabancı olarak dolaşabilirdin. Ankara da bana ‘Suriye uyruklu terörist’ diyor…”
Fehman Hüseyin, Dicle Nehri’nin Suriye tarafında, Rojava’nın Derik kasabasında doğmuş.
Kendisiyle çekilme konusunu konuşmuştum. 2013 mart ayında çözüm süreci başlamış, Öcalan’ın artık silah değil müzakere dediği dönemde sıra, PKK’nin silahlı unsurlarının Türkiye dışına çekilmesine gelmişti.
Bahoz Erdal, bu süreci PKK olarak çok ciddiye aldıklarını söylemekle birlikte bazı kaygılarını belirtmişti:

“Devlet tarafından imzalanmış bir kâğıt yok, anlaşma yok, TBMM kararı yok. İki silahlı güç 29 yıl savaşmış. Şimdi çekilme süreci başlarken, bu iki silahlı gücün unsurları arasında çatışma riski büyüktür. Devlet ateşkes dememiş… Biz PKK olarak hem cihaz (telsiz) yoluyla, hem de yazılı olarak kendi kadrolarımıza söyledik, ‘Geri çekilme sürecinde planlı, örgütlü, hedefli tek bir kurşun atılmayacak’ dedik. Şimdilik çatışma yok.  Ama gerilla çok özen gösteriyor. Çatışma olmasın diye dağda bir saatlik yolu 3-4 saate çıkarıyoruz.” 
Heyecanlı heyecanlı konuşan bir insan. Jestler, mimikler hiç eksik olmuyor. Gözlerini büyük büyük açıyor konuşurken.

Şu sözler de onun:
“Biz üstümüze düşeni yapıyoruz. Her gün telsizle konuşuyorum. Türk askeri de gergindir. Bir tilki geçer, bir hışırtı çıkar, kıyamet kopar. Onun için çok dikkatli olmamız lazım!” 
Fehman Hüseyin’in bu konuda Türk tarafına yönelik bazı eleştirileri vardı. Bu eleştirilerini dört noktada topluyordu:
(1) Dağların tepelerinde keşif uçağı Heron’ların dolaşması… (2) Sayıları artırılan korucular… (3) Hızlandırılan yeni karakol inşaatları… (4) Bölgede askeri sevkiyatın ve faaliyetin gözle görülür şekilde artmış olması…
Fehman Hüseyin, bu dört noktanın kendi taraflarında sinirlilik yarattığını belirtmiş, şöyle devam etmişti:
“Ateşkes öncesi, savaş döneminde bu kadar keşif olmuyordu. Bu kadar Heron olmuyordu. Diyarbakır’da 48, Dersim’de 22 karakol çalışması başladı. Bütün bu noktalar bizi provoke etme potansiyeli taşıyor. Ateşkes var. Niye bu kadar karakol? Niye bu kadar keşif uçuşu? Niye bu kadar yeni korucu?”
Elde silah savaşanların, barışın kıymetini çok iyi bildiklerini belirttikten sonra, Heval Hasan diyerek şunu da eklemişti:
“Şaka yapmıyoruz. Süreci sahipleniyoruz. Savaşa nasıl ciddi yaklaştıysak, barışa da çok ciddi yaklaşıyoruz. Yoksa savaştan yorulmuş değiliz. Hem bizim durumumuz, hem de bölgesel koşullar bizim mücadelemizi çok daha ileriye götürmeye uygundur. Önderliğimiz siyasal hamleye karar verdi. Mektuplar geldi gitti, tartıştık ve Önderliğimizin arkasında durmaya karar verdik.”
“Süreçten umutlu musunuz” diye sorunca yanıtı şu olmuştu:
“Barıştan umutluyuz. Ama devlete güvendiğimizden değil, Önderliğimizin öngörüsüne, süreci okumasına ve kendi öz gücümüze güvendiğimiz için umutluyuz barıştan…”
Fehman Hüeseyin, Türkiye’de Kürtlerin 90 yıldır kandırılmış olduğunu belirtmiş, şunları  söylemişti:
Kürt toplumu bu topraklarda devlete güvensizdir. 90 yıl boyunca kandırılmış, asimile edilmiş, yani Türkleştirilmek istenmiş, katliama uğramıştır. Şimdi bize soruyorlar, ‘PKK’ye nasıl güvenelim’ diyorlar. Oysa tam tersi geçerli. Bu ülkede Kürtlerin dili yasaklandı, kimliği inkâr edildi, Dersim’de, Zilan’da katliama Kürtler uğradı. Bütün bunlar yaşandıktan sonra kim, kime güvenecek bu memlekette? 4 bin köy yakıldı, yıkıldı. Binlerce faili meçhul yaşandı. Şimdi biz bütün bunlara maruz kaldık, asıl biz sormak zorundayız: Böyle bir devlete nasıl güvenelim?”
“Biliyor musunuz Kürtlerde en alerji yaratan söz nedir?” dedikten sonra şöyle devam etmişti:
“Türklerle Kürtler kardeştir, biz etle tırnak gibiyiz!”
Sözü bir ara asimilasyon konusuna getiren Fehman Hüseyin şöyle demişti:
“Bu Türkleştirme siyaseti ta Osmanlı dönemine, İttihat ve Terakki’ye gidiyor. Bu hâlâ bitmedi. Tayyip Erdoğan Almanya’ya gidiyor. Türkçe eğitim olmadığı için insanlık suçu eleştirisini dile getiriyor. Ama bizim ülkemizde hâlâ ana dilde Kürtçe inkâr ediliyor. Bülent Arınç, ‘Kürtçe medeniyet dili değildir’ diyor. Şunu iyi bilmek lazım: Ana dilde eğitim ve öğretim olmadığı müddetçe asimilasyon devam ediyor demektir.”
Ve şu soruyu sormuştu:
“Kürtçe eğitim Türkiye’yi bölüyor da, bölecek de; Kürtlerin asimilasyonu, inkârı birleştiriyor mu, birleştirecek mi?”
Ben de ona sormuştum:
Ankara, AK Parti hükümeti eğer demokratikleşme konusunda barışın altını doldurma konusunda ipe un sererse, bunları yapmazsa o zaman silah, silahlı mücadele mi alternatif olacak?”
Fehman Hüseyin, bu soruma “1, 2, 3” diye tane tane cevap vermişti:
1- Önderlik, bu sürece stratejik yaklaşıyor ve çok ciddidir. Devlet de böyle ciddi yaklaşmak zorunda.
2- Bu sürece her iki taraf da ne yenilgi, ne de zafer diye bakmalı. Bundan kaçınmak lazım. Her iki taraf için de kazançlı olan bir durumdur söz konusu olan çözüm süreci.
3- Çok abartılı iyimserlik de, abartılı karamsarlık da yanlıştır. Hem Türk tarafında, hem Kürt tarafında bu var. Bundan kaçınmak lazım.
4- Bizim için, PKK için, “1999’daki gibi çekilip gittiler” denmesin bu sefer. O zaman dört yıl heba oldu. Hiçbir şey yapılmadı. Bu bir daha tekrarlanmamalı. Devlet, yine 1999’daki gibi “Ben PKK’yi bölerim, etkisizleştiririm” derse, o zaman bize, Kürtlere söylenecek bir şey kalmaz. Bu bir tehdit değildir, objektif bir tespittir.
5- Bu süreçte zorlanan taraf biziz. Kadrolarımızı ikna etmekte zorlandık, zorlanıyoruz biraz. Kuzey’deki (Türkiye’deki) güçlerimizi çekilmeye ikna etmek kolay olmadı. Keşke telsizin başında olsaydınız, dinleseydiniz. Arkadaşlar bize en çok şu soruyu sordular: “Önderliğin durumu ne olacak?” Gerillanın en hassas, en duyarlı olduğu konu budur. Yani Önderliğimizin hapishane koşullarından, ev hapsinden özgürlüğe açılan yolu… 
6- Ateşkes ilan ettik. Dediler ki ‘Yetmez çekilin!’ Şimdi de çekiliyoruz. Yarın ‘Bu da yetmez, silah bırakın’ derler. Bu olursa, bu tam bir dayatma olur. Teslimiyet dayatmasıdır bu. En zor koşullarda bile teslimiyeti kabullenmek PKK için mümkün değildir. Bu konuda Murat Karayılan’ın 25 Nisan’daki basın açıklamasında söylediği altı nokta çok önemlidir. 
7- Bakın, Kürt sorunu çözülmezse, PKK bu davayı yarın bıraksa bile PKK’den 10 kat daha radikal, fanatik örgütler çıkar ortaya. En temel insan hakkı olan ana dilde eğitim tanınmadan Kürt sorunu nasıl çözülecek?.. Eğer yarın Kürtlerde derin bir hayal kırıklığı uyanırsa o zaman ne olacak?.. Mesele silahı bırakıp bırakmamak değildir. Kürt sorununu çözmektir. Dağa çıkmanın nedenlerini ortadan kaldırmaktır.
“Yani bir Atakürt söz konusu değil mi, diyorsunuz” sorusuna gülmekle yetinmişti.
Fehman Hüseyin, Öcalan ile aralarındaki ilişkinin diyalog, tartışma ve eleştiri üzerinden yürüdüğünü ve bu ilişkinin bir müritlik, tapınma ilişkisi olmadığını belirtmişti.
“Yarın sıra silahların bırakılmasına mı geliyor” sorumu, elindeki Kaleşnikof’u ileriye, duvar dibine  koyar gibi yaparak şöyle yanıtlamıştı:
“Biz şimdi bugün silahı bir kenara koyuyoruz. (Gülüyor) Bu silahı bırakma anlamında değildir.”
Türk milliyetçiliği konusunda da Fehman Hüseyin’in ciddi eleştirileri vardı:
“Bu ülkede en az 20 milyon Kürt var. Ne yapacaksınız ki? Bu Kürtleri asimile edemediniz. Tamam, Türk milliyetçiliğine bir şey demiyorum. Ama maalesef bu Türk milliyetçiliği, Kürt düşmanlığı üzerinden geliştirildi. 80 yıldır devlet öyle bir dili geliştirdi, resmi tarih bunu yazdı ve resmi milliyetçilik anlayışı Kürt düşmanlığı üzerine oturtuldu. Tamam, Türklüğünü seveceksin ama Kürtlükten nefret etmene gerek yok. Bunun da değişmesi lazım.”

 

O günü çok iyi hatırlıyorum.
Dağ tepelerine sis inmiş durumda, yağış bekleniyor, kötü haber bu. Çünkü gün batarken dağa tırmanmaya başlayacağız, Van bölgesinden sınır dışına çekilmekte olan ‘ilk gerilla grubu’nu karşılamak için...
Kara bulutları gösteriyor Fehman Hüseyin.
“Bu hava Kuzey’de (Türkiye Kürdistanı) fırtına demektir. Dağda kar, vadide yağmur demektir. Bu da çekilmeyi zorlayan bir durumdur. Bu yıl bahar bitmek bilmedi” diyor.
Bulutlar iyice alçalırken, yağmur çiselemeye başlıyor. Ben geceyi düşünüyorum.
Dağa nasıl tırmanacağım?
Belli etmiyorum, ama heyecanlıyım.
Fehman Hüseyin yangına körükle gidiyor. Anlaşılan o ki, beni caydırmak istiyor. Gece dağda yürümenin bin bir güçlüğünden söz ediyor. Islak ota, taşa, kayaya nasıl basılacağını anlatıyor. Gerilla eğitiminde dağda yürüyüşün de öğretildiğini söylüyor.
Bu yolculuk için İstanbul’da yeni satın  aldığım lastik ayakkabıları inceliyor, altına bakıyor, “İyi güzel de, bunlar ıslak kayada, otta kayabilir. En iyisi bizim gerillanın Mekap’larıdır, kaymazlar” diye ekliyor.
Güneş iyice alçalırken kamptan ayrılıyoruz. Fehman Hüseyin elime bir baston, bir de şemsiye tutuşturuyor, “Bu yağış kötü tesadüf” derken...
Baston, Gopal denilen bir Şırnak bastonu. Ucu sipsivri, mızrak gibi. Bahoz, “Yılana karşı da işe yarar” deyince biraz irkiliyorum.
Gülüyor:
“Bu mevsimde değil, yazın olur yılan... Ama baston dağda üçüncü bacaktır” diye ekliyor.

Gerçekten de gece vakti dağa tırmanırken çok işime yarıyor Gopal...
Şemsiyeye gelince...
Bu dağlarda yalnız yağmura karşı değil, bir de insansız keşif uçağı Heron’lara karşı da etkili oluyormuş. Bahoz, “Bu 5 dolarlık şemsiyeyle 5 milyon dolarlık Heron’ları etkisiz kılabiliyoruz” diyor bizi uğurlarken...
Eklemeyi unutmuyor:
“Akşam en geç saat yedi ya da yediyi on geçe yola koyulacaksınız, Kuzey’den gelen ilk grupla sınırda buluşmak üzere... Zor bir yürüyüş olacak.”
Bu arada, benim 1990’ların başından beri gazetecilik seferlerinde sırtımdan eksik etmediğim pamuklu safari ceketime ve ince rüzgâr geçirmeze gözü takılıyor:
“Bunlarla donarsın. Şu su geçirmez gerilla parkasını alın lütfen. Anlaşılan bu gece sizi biraz gerilla yapacağız.”
Aynur’un sesi, Toyota kamyonetin içinde çınlıyor yanık yanık. Dersim’in klasik aşk şarkısıymış:
“Şeytan beni kışkırtı!”
İşte böyle tanıdım Fehman Hüseyin’i üç yıl önce.
Gazetecilik işte böyle bişey...
Ege’nin maviliklerinde seyir halindeyken de, Fehman Hüseyin haberi geldi.
Öldü mü?
Gerçek mi, dezenformasyon mu?
Bu satırları yazarken, ikinci ihtimal ağır basıyordu.
PKK kaynakları ise kesin olarak yalanlıyordu ölüm haberini...
Bilemiyorum.
Ama savaş zamanlarında ilk kaybın da gerçeğin ta kendisi olduğunu iyi bilirim.