Gündem

'İmamın Ordusu' için kim, ne dedi?

'İmamın Ordusu' başlıklı kitap çalışmasının internette yayınlanmasını yazarlar köşelerine taşıdı.

01 Nisan 2011 03:00

T24 - Ergenekon soruşturması kapsamında tutuklanan gazeteci Ahmet Şık'ın, taslağı Türkiye gündemine oturan "İmamın Ordusu" başlıklı kitap çalışması, mahkemenin kopyalarını toplatma kararının ardından internette yayınlandı. Taslağın internette yayınlanmasını gazeteciler köşelerine taşıdı.



İşte o yazılar:


'İtiraf edeyim, kitabı okudum'

Gazeteci İsmet Berkan, Ahmet Şık'ın kitabının taslağını okuduğunu köşesinden duyurdu. Berkan, "İtiraf edeyim. Ben de bu ‘suç’ sayılan eylemi yapanlardanım. Kitabın linkini tıkladığını bildiğim herkesin adını polise verebilirim" dedi.

Berkan'ın Hürriyet'te yayımlanan (1 Nisan 2011) yazısının bir bölümü şöyle:

Kimsenin görmediği ama savcı tarafından aktarılan bir mahkeme kararıyla ‘örgütsel doküman’ kabul edilen Ahmet Şık’ın kitabı, dün öğleden sonra saatlerinde ansızın internete düştü, kısa zamanda çok sayıda insan tarafından ya bilgisayarlara indirildi ya da internet üzerinden okunmaya başladı.

İtiraf edeyim, ben de bu ‘suç’ sayılan eylemi yapanlardanım. Hayır, bilgisayarıma indirmedim ama bilişim suçları şubesi gelip bilgisayarımı incelerse, kitabın internet adresini tıkladığımı ve o sayfayı okuduğumu tespit edebilir.

Şimdiden ilan edeyim, eğer bundan ötürü suçlanırsam itirafçı olmaya da hazırım, kitabın linkini tıkladığını bildiğim herkesin adını polise verebilirim.

Saygılarımla arz ederim.


'Bilişim teknolojisi denilen 'mübarek' devreye girdi'

Ahmet Hakan, İmamın Ordusu'su adlı kitabın taslağının internette yayınlanmasını Hürriyet gazetesindeki köşesinde (1 Nisan 2011) şöyle değerlendirdi:

İmza atacaktık, parayı bastıracaktık, yayınevi bulacaktık, imece yapacaktık ve “İmamın Ordusu” adlı kitabı piyasaya sürecektik.

Gerek kalmadı.

Sağ olsun “bilişim teknolojisi” denilen “mübarek” devreye girdi ve “İmamın Ordusu” adlı kitap internette yayınlandı.

G G G

Tabii internet bu...

En ciddi mevzularda bile geyiğin bini bir para...
* Biri çıkmış “Hadi terörist olalım” diyor.
* Bir başkası abartıp “Bunlar Twitter’ı da kapatırlar” diye kaygı belirtiyor.
* Birinin gündeminde başka bir sorun var, “Kitabın akıcılık sorunu mu var ne?” diye soruyor.
* Bir başkası muhteşem bir espri patlatıyor: “İleri teknoloji, ileri demokrasiyi döver.”
* Yayınlanan metnin orijinal olup olmadığından kuşkulanan biri “Dokundum, yandım... Demek ki orijinalmiş” diyor...
* Biri ise şimdiden cezaevi rüyası görerek, “Silivri dedikleri büyük kasaba” türküsü çığırıyor.

G G G

Benim açımdan ise durum şudur:

Güzel havalara aldanıp sıkı giyinmeyi aniden terk ettiğim için hafiften bir soğuk algınlığı içinde kıvranıp dururken...

Yani...

Ihlamurlar, zencefiller, ballı sütler, sıcak su torbaları, hatmi çiçekleri, sevgi açlıkları, vitamin hapları, meyve suları, tavuk suyuna çorbalar ve dermansızlıklarla boğuşurken...

“İmamın Ordusu” adlı kitabı başladım okumaya...

Şimdilik şunu söyleyebilirim:

Şu ana kadar kendimi bir terörist faaliyetin içindeymişim gibi hissetmedim.

~

'Olan Ahmet Şık'a oldu'

Gazeteci Melih Aşık, Ahmet Şık'ın kitap taslağının internette yayına konmasını değerlendirdi. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün "Kitap 100 bin satar" sözlerini hatırlatan Aşık, "Olan Ahmet Şık'a oldu denebilir" dedi.

Aşık'ın Milliyet gazetesinde "Ve kitap düştü!" başlığı ile bugün (1 Nisan 2011) yayımlanan yazısının bir bölümü şöyle:


Baskın üzerine baskın.. Önce İthaki Yayınevi’ne... Peşinden Radikal Gazetesine... Bilgisayarda imha operasyonu süratle yürütüldü. Türkiye basılmamış kitabı yasaklayan ülke olarak dünya yayın tarihine geçti. Ve aradan bir hafta geçmeden.. Kitap dün pdf dosyası olarak internete düştü... Halkın kitabı okumaması için demokrasi kurallarını çiğneyenler çağın dijital mucizelerini hesaplayamamıştı. Kitap artık yüz binlerce kişinin bilgisayarında mevcut olduğu gibi, çıktısı alınarak elden ele  dolaşıyor.

Sanılır ki Emniyet Müdürü Hanefi Avcı’nın cemaatçi örgütlenmeyle ilgili kitabı elden kaçırılınca bu defa aynı temayı işleyen Şık’ın kitabı kaynağında kurutulmak istendi. Ancak girişim başarısız kaldı...

Olan Ahmet Şık’a oldu denebilir... Değerli meslektaşımız Cumhurbaşkanı’nın hesabıyla 100 bin kitabın gelirine kavuşacakken kitaplar internetten bedava paylaşıldı!

Bu kitabın en büyük özelliği mi? Kamuoyunun kitabın içindeki bilgilerin çok çarpıcı ve doğru olduğuna inandırılmış oluşu. Bu inancı Ahmet Şık sağlamadı. Bu inancı kitabın böylesine hararet ve hırçınlıkla peşine düşenler  sağladı. Artık daha bir merakla okunacak.

İnternete düşen taslakla ilgili savcılık dün acele soruşturma açtı. Gazetemizde o yüzden kitaptan bölümler bulamayacaksınız. Ama Star ve Zaman gazeteleri birkaç gün önce Emniyet’in 49 sayfalık bir raporunu yayımladılar ki... Bu raporda da kitaptan kimi bölümler pekala yer alıyordu... Kitaba konulan yasak içindekilerin gizlenmesi açısından başarılı olmadığı gibi hem iktidarı hem ülkeyi güç duruma düşürdü. Üstelik handikap sürüyor.

~

'Kitabı okumaya başladım, suç mu işliyorum bilmiyorum'


Reha Muhtar, İmamın Ordusu adlı kitap taslağı okumaya başladığını söyledi. "Kitabı okuyarak suç mu işliyorum bilmiyorum" diyen Muhtar, "Bir 'örgüt bağlantısı mı var' bu kitapta bilmiyorum" dedi.

Muhtar'ın Vatan gazetesinde yayımlanan (1 Nisan 2011) yazısı şöyle:


Dün akşam saatlerinde Milliyet’in internet sitesi 50 bin kişinin “İmam’ın Ordusu” kitabını indirdiğini yazıyordu...

Kitabın “üzerindeki notlarla düzeltilmiş hali mi, yoksa düzeltilmemiş hali mi” bilmiyorum...

Önemi de yok zaten...

İnternet çağında bütün değerler kökten bir değişime uğruyor...

***

Hayat bireyselleşiyor...

Demokratikleşiyor...

Yaşam tarzları, hayatın okunuşları yeni bir hal alıyor...
Bir “örgüt bağlantısı mı var” bu kitapta bilmiyorum...
“Paragrafların üzerindeki notları kimler yazmış” kim bilir?..

Bunları savcılar bulabilir, mahkeme saptayabilir...
Sonra da gerçekler neyse söylenir...

Ancak adı ister kitap olsun, ister doküman bir çalışma bu muameleye tabi tutulursa birkaç saatte 50 bin kişi tarafından indirilir...

***

Bazen birileri özellikle mi böyle yapıyor diye düşünüyorum...

Büyük hedefler saklanabilsinler, gizlenebilsinler diye mi hedef şaşırtılıyor anlamıyorum...

Yoksa “gizli bir güç savaşı bizim aklımızın üzerinden mi oynanıyor” çözemiyorum...

Ben de herkes gibi “İmam’ın Ordusu”nu okumaya başladım...
İnternetten okuyarak suç mu işliyorum bilmiyorum...

Okuduğum hakkında görüş bildirmem suç mu onu da kestiremiyorum...

***

Her şey altüst oldu bu ülkede...

Kim olduğunu az buçuk tahmin ettiğim, ancak kesinkes ne yaptıklarını kestiremediğim, gizli güçler, çok gergin bir savaşın içindeler...

Her şey, herkes, her değer kullanılıyor bu savaşın içinde...

Bir parti lideri, “bir kadınla sevişme sonrası çekilmiş görünen bir seks kasetine” muhatap oluyor...

Öyle bir yerden montajlanmış ki kaset, “sevişmenin hard porno görüntüleri de bende” diye adeta bas bas bağırıyor...

***

Sonra bir başka genç kadın, o parti liderine gidiyor...
“Bana taciz etti bu adam” diye bütün zirve noktalarını yana yakıla telefonla arıyor...

Bu yetmiyor “büyük balık”a yönelik bir operasyona girişmek istiyor genç kadın...

“Bana teçhizat sağlayın” diye ana muhalefet liderine gidiyor...

Bu konuşmalar “yayınlanıyorlar...”

Yayınlananlar bunlar, ancak yayınlanmayanlarda ne var onu kimse bilmiyor?..

Gerçek yayınlananlardan mı ibaret yoksa yayınlanmayanlar başka bir gerçeği mi anlatmaktalar...

***

Sonra bir kitap çalışması “örgüt dokümanıdır bu” denerek toplatılıyor...

Bu çalışmayı yapanlar içeri alınıyorlar...

Bütün bunların ardından bu işlerin başındaki savcı terfi ettirilerek görevden alınıyor...
Nasıl bir savaş bu?..

Bu savaşın bize sunulan “kırıntılarından” gerçeğe ulaşmak mümkün mü?..

Kimler üzerimizde tepinmekteler?..

Her kırıntının üzerinden gerçeği ve demokrasiyi arama sevdası, sinirlerimizi harap etti...

Labirentin içinde, umutsuzca peynire ulaşmaya çalışan ve sürekli duvara tosluyan bir taşvan gibiyiz hepimiz...

Yukarıdan labirente, tavşana ve peynire bakanlar ne kadar eğleniyorlar kim bilir şimdi?..

***

Ulaşmak istediğimiz “peynir” ne kadar küçük ve basit halbuki...

Sadece kimsenin kimseye dokunmadığı bir ülkede yaşamak istiyoruz...

Hepsi hepsi istediğimizi söyleyebildiğimiz, dilediğimizi yaşayabildiğimiz bir tarzımız olsun diye arzuluyoruz...

Biz kimsenin yaşam biçimine karışmayalım, kimse de bizim yaşam biçimimize karışmasın diye hevesleniyoruz...

Özgürce konuşalım, keyifle hayatı paylaşalım, çalışalım, üretelim, para kazanalım ve mutlulukla harcayalım istiyoruz...

Aslında peynir bile değil istediğimiz labirentin sonunda...

Sadece temiz ve derin bir nefes almak istiyoruz...

Güneşe bakarak ve yaşadığımızı hissedercesine...