Yaşam

"İnsanların rahatsız edici bakışlarından kurtulmak için kendime 'Sen artık bir starsın' dedim"

"Ölmeyi düşünmeye hakkım yoktu. Yani hayatta kalmalıydım. Benim sarıldığım şey bu"

17 Aralık 2017 12:12

Türkiye cezaevlerinde F tipi hücre sistemi uygulamasına karşı direnen siyasi mahpusların başlattıkları açlık grevi ve ölüm oruçlarına karşı yapılan 19-22 Aralık Hayata Dönüş Operasyonu'nda ağır olarak yaralanan Hacer Arıkan, geçen hafta yeni bir ameliyattan daha yeni çıktı. Hayata Dönüş Operasyonu'ndan öncesini çok fazla hatırlamadığını belirten Arıkan, "Yani hastaneye geldiğim zaman şarkı sözlerimi bile hatırlayamıyordum.  Anılarımı hatırlıyor musun, diye sorarsan, pek hatırlamıyorum ama güzelliğimi hatırlıyorum tabii ki" dedi. "Ölmeyi hiç düşünmedim" diyen Arıkan, operasyondan sonra tedavi sürecini, hayata nasıl adapte olduğunu ve yaşamını anlattı.

Arıkan, insanların kendisine yaklaşımları hakkında da "Sokağa çıktığım zaman yediden yetmişe herkes bakıyordu, yani aslında insan olarak görmediklerini biliyordum ya uzun bir süre o bakışlar, o kadar ki kendime artık hani şöyle dedim ‘sen bir starsın’, yani öyle kurgulamak beynimi öyle kurgulamak zorundaydım çünkü o bakışlar gerçekten çok rahatsız ediciydi." diye konuştu.

Ne olmuştu?

19-22 Aralık 2000 tarihleri arasında aynı anda ülke çapında 20 ayrı hapishanedeki siyasi tutuklu ve hükümlülerin kaldığı bloklara operasyon düzenlendi. Operasyon sonucunda 28 tutuklu ve 2 asker olmak üzere toplam 30 kişi hayatını kaybetti. Operasyona “Hayata Dönüş” ismi verildi. Operasyonlar gerçekleştiğinde iktidarda DSP-MHP-ANAP koalisyonu bulunuyordu. Dönemin Başbakanı Bülent Ecevit operasyonu, “teröristleri kendi terörlerinden kurtarma” olarak tanımladı.

GazeteDuvar'dan Metin Yeğin'e konuşan Hacer Arıkan'ın açıklamaları şöyle:

Hacer merhaba. Geçmiş olsun… bir daha. Kaçıncı oldu bu ameliyat?

Sağ ol,  sadece Almanya’da 16 oldu tam ameliyat.

Türkiye’dekilerle birlikte peki?

50’ye yakın … 50’nin üzerinde de olabilir…

Ama ufak tefekleri hiç saymıyorsun…

İlk yandığım zaman kaç ameliyata girdim bilmiyorum. Yani Cerrahpaşa’da yoğun bakımda olduğum dönem, tam kendimde olmadığım için, kaç ameliyat geçirdim onu bilmiyorum. Ama ondan sonrakiler… Lokal ameliyatları hiç saymıyorum tabii ki… Lokal dediğim, lokal yapılıp mesela parmaklarımı kestikleri ameliyatları sayıyorum da, onun dışındakileri hiç saymıyorum.

Peki herkes bir ameliyata girmeden çok heyecanlanır, endişelenir. Peki, sende nasıl oldu artık, hiç böyle bir şey yaşamıyor musun?

Yani Türkiye’deyken bir ara üst üste ameliyata girmem gerekiyordu, haftada bir tane filan; o zaman ameliyat ekibindeki anestezi doktorlarına takılıyordum. Narkoz krizim tuttu filan diye… (Gülüyor) Bana narkoz verin, diye. Sonuçta ameliyat olmam bir gerçek. Anestezi doktorlarıyla konuşulduğunda, bunun yan etkilerini söylerler. İnsanlar, ameliyata girenler bundan korkarlar tabii ki ama benim yapabileceğim bir şey yok. Ben olması gerektiği zaman ameliyat olduğum için, ameliyatın gerekliliğine inandığım için böyle bir heyecan ve korku yaşamıyorum ve sonrasında tabii ki vücudumu pozitif olarak ayarlamaya çalışıyorum. Ameliyatımın başarılı geçmesi için. Pozitif olursa, benim için pozitif olursa, olumlu bir gelişme… Negatif kalırsa… ne diyeyim onu… bir şeyi kaybetmiş oluyorsun o zaman. Yani negatif olma riski var sonuçta, o riski en aza indirgemeye çalışıyorum.. Pozitif olmaya çalışıyorum genelinde…

Oldukça zor oluyordur tabii ki. Peki 19 Aralık öncesini hatırlıyor musun?

19 Aralık öncesi yaşantımı çok fazla hatırlamıyorum… Yani hastaneye geldiğim zaman şarkı sözlerimi bile hatırlayamıyordum.  Anılarımı hatırlıyor musun, diye sorarsan, pek hatırlamıyorum ama güzelliğimi hatırlıyorum tabii ki.

Bu sana zor gelmiyor mu? Seninle olduğumuz uzun yıllar süren dostluğumuza güvenerek bunu sorabiliyorum.  Nasıl yüzleşebiliyorsun bu gerçekle?

Ben şöyle söyleyeyim; 19 Aralık’ta kendime geldiğim zaman, eskisi gibi olamayacağımı bilebildiğim için, o süreçte, eskiyi unutmam gerekir, diye düşündüm. Bunu istediğim için, beyin dediğimiz şey bunu sağladığı için, ben 19 Aralığı yeniden doğduğum bir tarih olarak algılayıp, yeni bedenimle, yeni durumumla kendimi hayatta tutmayı başardım diyebilirim. Hayata tutunmamın yolu şuydu; iki  Hacer var. Kişilik olarak aynı ama bedensel olarak iki Hacer var. Biri annemin beni dünyaya getirdiği zaman ve 19 Aralık’ta sonra eren ve bir de 19 Aralık’ta başlayıp, yani iki gün sonra yeniden doğduğum gün diyerek kabul ettiğim ikinci Hacer… Her ameliyatta, milim milim ilerleyen her yaranın iyileşmesi, beni daha mutlu edip, işte ben buyum diyebiliyorum ya da ellerimde bir iyileşme olduğunda, bir kaşık  tutmayı başardığım zaman, işte ben buyum başarabilirim diyorum; yani nasıl bir çocuk düşe kalka yaşamayı öğrendiyse, ben de bu şekilde yaşamayı öğrenmeye devam ediyorum.

Peki hiç ölmeyi düşünmedin mi? Yani öleyim de bu kadar ameliyatı, bu kadar şeyi yaşamayayım diye gelmedi mi aklına?

Şöyle söyleyeyim; beni seven insanlar, başta annem babam kardeşlerim, beni seven dostlarım, arkadaşlarım… Bunları düşündüğüm zaman ölmeyi düşünmeye hakkım yoktu. Yani hayatta kalmalıydım. Benim sarıldığım şey bu. Ama şunu söylemeliyim, 19 Aralık olduğu zaman, kendimize gelip de devletin bizim kendimizi yaktığımızı söyleyeceğini beklediğim için diyeyim, ben sadece dünyaya gerçeği söylemeliyim; ben kendimi yakmadım. Yakıldım diyebileyim, ondan sonra öleyim; ilk başta düşündüğüm şey buydu. Yani annemle babama ben gerçeği söyleyeyim, ondan sonra öleyim, diye düşündüm ama sonra onlar, Cerrahpaşa’da kaldığım sürede, annem ve babam hastanede oldukları halde onlarla görüştürmediler. Görüşme yasağı getirdiler, görüştürmediler, bu da benim yaşama şansımı güçlendirdi galiba. Yani o an, yaşama kararı aldıysam, bu gerçeği söylemek içindi ama daha sonraki ameliyatlarımda hiçbir zaman ölümü düşünmedim. Çünkü sevdiklerime daha fazla acı vermek istemiyordum. Çünkü onlar çok acı çektiler ve hâlâ da çekiyorlar. Ben acılara katlanabilirim, kendimi değiştirebilirim ama bir annenin, bir babanın, sevenlerin çektiği acının zerresini çektiğimi düşünmüyorum.

Yaşamak senin için bir direnmeye döndü galiba tam olarak?

İşte o andan itibaren direnmeye döndü bu. Çünkü ne zaman kontrole gelip, ‘Sabaha çıkmaz bu’ derlerse, ben diyordum ki ‘Hayır, yarın sabah görüşürüz’.  Yani direnmek sonuçta… yaşamın kendisi direnmek. Nasıl yaşayıp, ne istediğimizle bağlantılı bu. Dediğim gibi, sevdiklerimiz zaten üzülüyor. Yani onlar bana güçlü bir duruş sergiledikleri için, annem ve babam açısından söylüyorum, her ne olursa olsun evlatlarına sahip çıktıkları için, benim de onlara sahip çıkarak yaşamam gerekiyordu ve yaşıyorum.

Çevrede çok oluyor, birisi depresyona giriyor, yaşamak istemiyor filan, çok da sorunları olmayan biri gibi de geliyor bana ve o zaman sen benim sık sık aklıma geliyorsun. Bu yaşama tutunma biçimin, inadın. Böyle bir şeyi duyduğunda, nasıl yorumluyorsun bu durumu? Yani bir kişi mesela sadece bu nedenlerden hayatına son veriyor –ki bana göre böyle bir hakkı da var tabii ki– ama bu sana haksızlık gibi gelmiyor mu? Nasıl hissediyorsun böyle bir durumda?

Şimdi… 17-18’inci seneye giriyoruz… Her insanın kendi kişiliğinde güçlü olduğu, zayıf olduğu noktalar var. Bence o insanlar… Ben girmiyor muyum? Problemlerle karşılaşmıyor muyum? Çok büyük problemlerle karşılaşıyorum. Mesela 2012 yılında annem hastalandığında Türkiye’ye gidememek benim için en büyük problemdi, yani annemin ihtiyacı olduğu zaman yanında olamamak. Başka bir ülkedeydim ve gidemiyordum. Arkasından onu kaybettim. Ölümünün ardından ortaya çıkan bir gerçeklik vardı. Annem bana ne demişti? Gideceksin, iyileşeceksin, kendi ayaklarının üzerinde durup, yaşam kuracaksın, demişti. Ben annemin isteklerini yerine getirdiğim için onu kaybetmenin acısı ne kadar acı olursa olsun hayata devam ettim. Onu görememek ne kadar ağır olsa da onun bana söylediklerinden güç alarak devam ettim. Bu ağır bir şey ama şöyle söyleyeyim; her insanın sahip olduğu bir gücü var, onun farkına varmalı. Ben kendimin güçten düştüğümü düşündüğüm an, sarılmam gereken şeylere sarılıyorum. Onlar bana güç veriyor. Yani kendimi bırakma hakkını kendimde bulamıyorum. Ölümü düşünemiyorum bile. (Gülüyor.) Çünkü ölümden dönmüşüm zaten. Yani hayatta kalma nedenim bu zaten. Öyle bir şey düşünemiyorum ama insanlar o noktaya geldiklerinde, üzülüyorum onlara. Çünkü keşke yaşamın onlara güç veren yanlarını görebilseler, onlara tutunabilseler, o boşluğa düşmeseler.

–Yıllarca önce Hacer’le konuşuyorduk; ‘Beni öldükten sonra beni yakın, küllerimi doğaya savurun, diyordum. Şimdi ölmeden yaktılar.’ diyordu. Sonra da bu esprisine gülüyordu. Onu hep gülerken hatırlarım, her zaman.–

Yine yıllardır birbirimizi tanıdığımızdan bu soruyu sorabiliyorum. Nasıl kendinle yüzleşebiliyorsun? 

Şimdi şöyle söyleyeyim; önce Türkiye’deki şeyimden başlayayım, yani dediğim gibi, evde yürüyemediğim dönemlerde, işte yürüyebilmek için evin balkonuna çıktım, mutfaktaki balkona çıktığım zaman düştüm, yani yıldızları sayıyordum, babam yerden kaldırdı, mutfakta o zaman bir divanımız vardı, onun üzerine yatırdı, her dokunduğu yerden, artık yıldızlar böyle şey yapıyor ama, annemle babamın yüzünü gördüm, eğer o an ben bayılsaydım, ikisi kalp krizinden gidecekler, yani benden önce gidecekler, yıldızları saymama rağmen, yani gerçekten gözüm kararmasına rağmen, bayılmamak için kendimi zorladım. Yaşamın kendisi de böyle, sonuçta bir şeyler… Bir şeyler ayakta kalmak için, nasıl söyleyeyim, işte yani kalkıyorsun, aynaya bakıyorsun, yani ben o an kendimi şöyle; iyileşme, yani giden her şey gitmiştir, ben var olanlarla kendimi nasıl yaşama katabilirim, nasıl ayakta durabilirim noktasında, yani negatif yanı düşünmemeye çalıştım.

Yani yürüyemiyordum biliyorsun, zor yürüyordum ama ben yürümeyi başarabilirim, diyordum. Kendim yemek yiyemiyordum, ben kendim yemek yemeği başaracağım, yani bunlar öyle kısa sürede olan şeyler değil ya da beni gören çocuklar ağlayacak, arkadaşlarım tanıdıklarım ya da sokaktaki herhangi biri, yani sokağa çıktığım zaman yediden yetmişe herkes bakıyordu, yani aslında insan olarak görmediklerini biliyordum ya uzun bir süre o bakışlar, o kadar ki kendime artık hani şöyle dedim ‘sen bir starsın’, yani öyle kurgulamak beynimi öyle kurgulamak zorundaydım çünkü o bakışlar gerçekten çok rahatsız ediciydi ya da o sözler duyduğunda ‘vah vah, tüh tüh, yazık’, yani tanımadığım insanların konuşurken kendi aralarında söylediği sözler kolay değil, onları kaldırmak, ben onu kendi kafamda şöyle kurguladım sen bir starsın, o insanlar da işte, sen onlara ilginç geliyorsun, dedim, kendime öyle kurguladım. Her hastaneye gidiş çıkış, diğer şeyler de.