Gündem

IŞİD neden bu kadar güçlendi? IŞİD'i destekleyen toplumsal kimlik nasıl inşa edildi?

SAMER, IŞİD hakimiyeti altına giren Ortadoğu’yu ele alan '(IŞ)İD çerçeve metni'ni açıkladı

20 Aralık 2014 21:55

Siyasal ve Sosyal Araştırmalar Merkezi, Ortadoğu’da Irak ve Suriye’de etkili olan IŞİD’i ortaya çıkaran etmenleri, Sovyetler’in yıkılmasından günümüze uzanan bir çerçeve de ele aldı. Ortadoğu coğrafyasının ve politik hareketlerin detaylı bir biçimde incelendiği analiz IŞİD’in yapısını bugünkü siyasi, askeri ve toplumsal konumunla birlikte ortaya koymayı amaçladı. Analizin giriş yazısında şöyle denildi: 

“Batı dünyası tarafından “Ortadoğu” olarak tanımlanan coğrafya, tarih boyunca dünyanın gündemini belirlemiştir. Ortadoğu’da etkisi olmayan hiçbir güç ne kadar geniş bir hakimiyet alanına sahip olursa olsun bir dünya gücü olarak görülmemiş, Ortadoğu’da etkisi olan siyasi aktörler ise tüm dünyada gündemleşmeyi başarmış ve küresel siyasetleri belirlemiştir.

Elbette bunun tek sebebi olarak Ortadoğu’nun yer altı ve yer üstü kaynaklarının görülmesi, her şeyin ekonomi-politiğe indirgenmesi Ortadoğu’da körlüğe yol açar. Şüphesiz enerji kaynakları bu coğrafyanın “Ortadoğu”laşmasında önemli bir faktördür. Ancak Ortadoğu’nun jeopolitik önemi, ekonomik kaynakların çok ötesinde nedenlere sahiptir. Günümüzde tümüyle siyasallaşan ve neredeyse bütün farklı türevlerinin güç merkezi haline geldiği Ortadoğu merkezli İslam’ın, Batı tarafından kontrol edilme çabaları bile Ortadoğu’nun jeopolitik önem kazanmasında başlı başına önemli bir nedendir. Nitekim birçok düşünür Ortadoğu’daki İslami yönetim, yaşam ve bilme biçimlerinin Batı modernitesine karşı en önemli hegemonik güç olma potansiyeli taşıdığını belirtir.

Ortadoğu’nun modern tarihte savaşsız bir dönemine rastlamak mümkün değildir. Ancak günümüzde Ortadoğu’da yaşanan tarihsel kutuplaşmalar ve ittifaklar, toplumsal hafızada derin izler bırakan aşiret ve mezhep yapılanmaları, çeşitlilikleri yok sayan ve muhalefeti bastıran tek kimlikçi devlet kurumsallaşmaları yanında modern teknoloji ve sermaye çıkarları da bölgede süregelen savaşta gittikçe daha belirgin rol oynamaktadır. Ayrıca unutmamak gerekir ki ne kadar güçlü bir siyasi, askeri ve ekonomik otoriteye dayanırsa dayansın Ortadoğu’ya yapılan dış müdahaleler başarısızlıkla sonuçlanmakta ve neredeyse her zaman hesapta olmayan gelişmelere yol açmaktadır. Jeopolitik çıkarlar gözetilerek yapılan bu müdahaleler, hemen her zaman Ortadoğu coğrafyasının topraklarına ve kimliklerine kazınmış ayrışmaları, farkları ve güç mücadelelerini harekete geçirmiştir. Tıpkı Amerika’nın Irak işgali  ve Suriye’de süregelen savaş esnasında rejim ve karşıtları tarafından harekete geçirilen mezhep çatışmaları örneğinde olduğu gibi, bu hareketlenmeler kendi öz dinamiklerini oluşturarak müdahalelerin niyetlerini boşa çıkarmış, kimi zaman müdahalelerin ötesinde yıkımlar doğurmuştur.

Her ne kadar Ortadoğu’ya dış müdahaleler tarihi, Birinci Dünya Savaşı öncesine dayandırılabilecek olsa da Sovyetler’in yıkılmasıyla soğuk savaşın sona ermesinin Ortadoğu’da sıcak savaşı bir üst evreye taşıdığı bilinmektedir. Sovyet-Afgan savaşı olarak bilinen savaş, günümüz İslamcılığındaki ‘cihatçı’4 çizginin dirilişidir. 1980’li yıllar boyunca Batı ülkeleri ve Sünni İslam dünyasındaki müttefik rejimlerin maddi, siyasi ve askeri büyük desteğiyle on binlerce ‘mücahit’ Afganistan’da işgalci konumunda olan SSCB ile savaşmak için Afganistan’a gitmiş, Türkiye ve Arap ülkeleri başta olmak üzere İslam dünyasında, büyük ödenekler ayrılan ve daha çok Sünni İslam üzerinden yürütülen komünizme karşı mücadele faaliyetleri ortaya çıkmıştır. Ancak şunu unutmamak gerekir ki Sovyetlere karşı ‘Afgan mücahitleri’desteklemekte yarışan bu ittifakın tek hedefi SSCB değil aynı zamanda 1979’da gerçekleşen İran devrimiyle sinyalini veren Ortadoğu’daki Şii ekseninin de uyanışıdır.

Böylelikle Şiilerle Sünniler arasındaki 600’lü yıllarda başlayan5 ve devam eden güç çekişmesi yeni bir boyut kazanmış ve devrimle birlikte bölgede laik-dindar ikileminin yanı sıra Sünni-Şii ikileminin de kurucu bir güç haline gelmesine sebep olmuştur. Nitekim çoğu, krallık ve emirlik yönetimi olan Sünni-Arap rejimleri İran devriminden sonra,Afganistan’daki mücahitlerin öncülüğünde İran’ın doğudan da Sünni bir devlet tarafından kuşatılmasını amaçlıyorlardı. Ayrıca SSCB’ye karşı oluşan Batı ve Sünni-Arap ittifakı aynı dönemde ve devrimden hemen sonra İran’a karşı savaş açan Saddam liderliğindeki Irak’ın da tam destekçisiydi. Yıllar sonra yine aynı Batı ve Sünni-Arap ittifakının Suriye rejimine karşı ‘muhaliflerin’ tam destekçisi olacağı gibi. 

Kısacası Afganistan cihadı (Sünni) ve İran İslam Devrimi (Şii), İslamcılık için yeni bir milat olmuştur. Batı için ise zaman içinde artık asıl tehlike Sol-Sovyet gücü olmaktan çıkmıştır. İslamcılık her şekliyle nihayetinde Batı için bir tehdit olarak görülse dahi Sünni İslamcılık, daha çok tehlikeli kabul edilen Şii İslamcılığa, ‘sol’a ve doğu bloğa karşı gizli bir müttefik haline getirilmeye, batı için yararları zararlarından daha çok olan bir güce dönüştürülmeye birçok açıdan7 müsaittir. Bu sayede İslam dünyası devletleri ve özellikle Arap rejimler Batının en güçlü dayanağı ve müttefikleri olmuştur.

Aynı esnada Filistin ve Lübnan başta olmak üzere Ortadoğu’da toplumsal sorunların artık kendini sol çatılarda değil, İslamcı ya da İslami ve muhafazakar çatılarda açığa çıkacağı yeni bir dönem başlamıştır.

8 Bunların arasında El Kaide, enternasyonal karakteri, modern teknolojileri cihadın örgütlenmesinin önemli bir parçası yapması, toplumsal ve aşiret ağları üzerinden çok geniş bir coğrafyada etki alanı yaratabilmesi ve şiddeti görsel bir şölene dönüştürerek küresel sahneye damga vurması açısından ayrı bir yer tutuyordu. Bu çerçeve metnin birinci kısmında El-Kaide’den başlayarak İslam Devleti’ni ortaya çıkaran ve binlerce Müslümanı farklı coğrafyalardan Selefileşerek cihat için bir araya getiren siyasi ve tarihsel süreci irdeleyeceğiz. İkinci bölümde İslam Devleti’nin bugünkü örgütlenmesinin toplumsal boyutlarını ele alacağız. Üçüncü bölümde İslam Develeti’nin Selefilik ve şiddetle olan ilişkilerini ele alacağız. Son bölümde ise daha fazla tartışılmasını önerdiğimiz başlıkları sıralayacağız.”

Raporun tam metnine ulaşmak için tıklayınız..