Hürriyet gazetesi Washington Temsilcisi Tolga Tanış, arka arkaya gelen Rusya'ya yollanan 'özür mektubu' ve İsrail'le varılan Gazze mutabakatına ilişkin olarak, "Pragmatist Erdoğan, ekonominin de darbe yemesiyle o zaman harekete geçti. İsrail’le yürütülen görüşmeler de bu sırada rafta indirildi. Ve 27 Haziran’da Ruslardan dilenen özrün de bir kamuflajı olarak ikisi aynı gün içinde halledildi" ifadelerini kullandı.
Tolga Tanış'ın Hürriyet gazetesinin bugünkü (10 Temmuz 2016) nüshasında yayımlanan 'Türkiye nasıl döndü?' başlıklı köşe yazısı şöyle:
SÜRDÜRÜLEMEZ olduğu malumdu, ama her şeyin bu kadar hızlı değişeceğini de sanırım kimse tahmin etmiyordu.
Türk dış politikasında son bir haftadır yaşananları ele almaya çalışacağım. İsrail’le barış, Rusya’dan özür dilenmesi, ABD’yle koordinasyon, NATO’ya dönüş... Niye böyle oldu ve izlenen bazı yanlışlardan vazgeçilmesi nerede başladı, aktarmaya gayret edeceğim.
*
İŞİN bedel kısmı ağır tabii. Özellikle 2011’de başlayan hatalar zincirinin Türkiye’ye faturasının büyüklüğünü en son Atatürk Havalimanı’nda gördük. Peki niye böyle oldu? Ben biraz “Tezkere sendromu” olarak görüyorum bunu. 2002’de iktidara gelince ilk büyük dış politika virajında işe ABD ile ters düşerek başlayan ve sonra haklı olduğu anlaşılan bir hareketin, uluslararası toplumla yaşadığı her anlaşmazlıkta tezkereyi hatırlayarak sürdürdüğü bir inat. Amerikalıların Irak işgalinde Türk toprağını kullanmasına olanak tanıyan ama Meclis’ten geçmeyen 1 Mart 2003 Tezkeresi’nin ruh hali. Zira başta Libya operasyonuna karşı çıkarak da haklıydı Ankara. Ama 2003 Irak’ın işgalinde de, 2011 Libya Saldırısı’nda da, Türk dış politikasının taşıyıcı ilkelerine uygun biçimde müdahale karşıtı olduğu için haklıydı. Bölgeyi karıştıran Batı’nın ihtiraslarına itiraz ettiği için. Ancak Libya’yla birlikte kendi kurallar kitabını bir kenara bırakıp Suriye İç Savaşı’nda sömürgeci bir Batı ülkesine benzeyen... Geleneğinde olmayan agresif bir dış politikaya geçen... Washington bile sonra hatasını anlayıp değişirken, “Dün de haklıydık bugün de haklıyız” düşüncesiyle aynı yanlışı yapmaya devam eden Erdoğan yönetiminin hatalarının sonucu bugün yaşananlar.
*
NEREDE değişti? Daha işin başındayız. Türkiye’nin bu dönem yaşadığı değişim için hangi gelişmeyi milat kabul etmek gerektiğini bugünden belirlemek zor. Her şey çok iç içe ve birbirini tetikliyor çünkü. Ancak gelişmelere bakınca, 4 Mayıs’ta Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun görevi bırakacağını açıklamasının bugün için en belirgin kırılma noktası olduğunu söylemek sanırım mümkün. O günden sonra kadrolar değişti. Karar vericiler değişti. Ve Türk dış politikasındaki dönüşün uzun süredir hazır olan altyapısı o günden sonra uygulama aşamasına geçti.
Davutoğlu engel miydi? Bunu söylemek haksızlık olur. Çünkü mesele uluslararası toplumla uyumlu hareket etmekse, Davutoğlu özellikle Kürt meselesi ve mülteciler gibi konularda Batı’nın pozisyonuna çok daha yakın duruyordu. Ancak bazı temel değişiklikler için Davutoğlu fazla “ilkeli”ydi. Burada “ilke” sözcüğü yerine başta aktardığım Tezkere Sendromu’ndaki “inat” kelimesini de kullanabilirsiniz tabii. Ve İsrail’le varılan anlaşma gibi konular, bugün Washington’da birçok kişinin de kabul ettiği gibi Davutoğlu ile olacak işler değildi.
*
İSRAİL’le mi başladı dönüşüm? İşin Tel Aviv boyutu bir etken oldu tabii. Ama Türk-İsrail yakınlaşması, İsrail Başbakanı Netanyahu’nun Erdoğan’dan özür dilediği Mart 2013’ten beri devam eden bir süreçti aslında. Uygun zamanı bekleyen bir çıkış. O anlaşmanın sonuca ulaşması ise Davutoğlu’nun ayrılması ve Türkiye’nin dış politikada hemen her alanda sıkışması ve bunun sonucu ekonomisinin de hiç olmadığı ölçüde tehdit altına girmesiyle oldu. Zira yapılan onca hataya rağmen, hep bir şekilde idare etmişlerdi. Suriye’de girişilen onca yanlışa rağmen siyaseten hiç zarar görmeden atlatmışlardı. Ancak bu iş ne zaman ki Rusya’yla da bir krize dönüştü. Rusların turist taşıyan charter uçakları durdu... İstanbul’a gelmesi beklenen gemiler vazgeçti. Otel rezervasyonları iptal oldu. Pragmatist Erdoğan, ekonominin de darbe yemesiyle o zaman harekete geçti. İsrail’le yürütülen görüşmeler de bu sırada rafta indirildi. Ve 27 Haziran’da Ruslardan dilenen özrün de bir kamuflajı olarak ikisi aynı gün içinde halledildi.
*
BROOKINGS Enstitüsü’nden Prof. Dr. Kemal Kirişci’nin çok güzel bir tarifi var. Diyor ki, “İsrail anlaşmasını diplomatlar kotardı, avantajından işadamları yararlanacak. Rusya’yla ilişkilerin toparlanmasını işadamları kotardı, şimdi avantajından diplomatlar yararlanacak.” İsrail ve Rusya için yapılan bu iki tashih, Ankara’nın Washington’la ilişkilerine de her halükârda şimdiden olumlu yansıdı. Türk-Rus diplomasisi, her iki başkentin de Batı’yla ilişkilerini dengelemek için kullandığı iyi bir diplomatik enstrüman çünkü. Ve Türkiye ile ABD’nin Suriye konusunda özellikle marttan beri sürdürdüğü yakın işbirliğinin Atatürk Havalimanı saldırısından sonra yarattığı temas trafiği bile bu açıdan sonrası için fikir veriyor. 28 Haziran’daki saldırıdan sonra sadece Obama ve Erdoğan görüşmedi. Dışişleri Bakanları John Kerry ve Mevlüt Çavuşoğlu da görüştü. Savunma Bakanları Ash Carter ve Fikri Işık da görüştü. Beyaz Saray’ın Terörle Mücadele Sorumlusu Lisa Monaco ve İçişleri Bakanı Efkan Ala da görüştü. İki ülke arasında uzun süredir benzeri görülmemiş bir şey. Ve sonra Erdoğan, NATO Zirvesi için Varşova’ya giderken kuruluşun vizyonuna katkı sağlayacak açıklamalar yaptı.
Dediğim gibi daha başındayız.
Ama devam edecek.