Gündem

Murat Belge: AKP'nin HSYK açıklamaları korkunç, plebisiter diktatörlüğe doğru gidiliyor

Belge: 'Durursak düşeriz' anlayışıyla faşizan otoriter bir ortama girdik

27 Eylül 2014 16:33

Prof. Murat Belge, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) seçimleri için AKP Grup Başkanvekili Mahir Ünsal’ın “Kazanırsak meşru, kaybedersek gayrimeşru” mesajını "demokrasiye indirilmiş son darbe" ve “korkunç” ifadeleriyle niteledi. Belge, “Türkiye’nin durumu yalnız bu düzeyde olanlardan ibaret değil ya da sonuçlar yalnız buna bağlı değil. Bu plebisiter diktatörlüğü kurmakta kararlı ve istikrarlı gidişe rağmen, aynı zamanda, bir derbederlik, kaotik bir durum, refleks düzeyini aşamayan davranışlar var” dedi. "Rotasını şaşırmış, zıvanasından çıkmış bir iktidarın, 'durursak düşeriz' anlayışıyla, faşizan- otoriter bir yapı kurarak her türlü muhalefeti susturmaya çalıştığı bir siyasî ortama girdik" diyen Belge, Adnan Menderes'in, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın "keyfiliğinin" onda birini yapmadığını belirtti. Belge, demokratik muhalefetin topluma taşınması gerektiğini vurguladı.

Prof. Murat Belge, bu görüşler Taraf gazetesindeki köşesinde dile getirdi. Belge’nin “Çığırından çıkmaya karşılık” başlığıyla yayımlanan (27 Eylül 2014) yazısı şöyle:

 

Çığırından çıkmaya karşılık...

 

HSYK seçiminin ilk “round”unda AKP’nin “sevmedikleri”nin kazanması karşısında Grup Başkanvekili’nin söylediği sözler tek kelimeyle “korkunç”. Onların istemediği şekilde sonuçlanan herhangi bir seçimi “meşru” saymama gibi bir politika izleyecekleri mesajını içeriyor. Bu, “demokrasi” kavramına indirilmiş “son” darbe gibi bir şey. “Benim istediğim olacak” rejimine duydukları özlemi de açığa vuran bir beyanat.

Bu süreç nicedir devam edegeliyor. Türkiye’nin durumuna bu düzeyde baktığımızda, AKP’nin, başta Tayyip Erdoğan ve onun “felsefesi”ni benimsemiş kadroları, adım adım, koyu bir diktatörlüğün (plebisiter diktatörlük) köşe taşlarını yerine koyduğunu gözlemliyoruz. Gidişin onlar açısından başarısız olduğunu da söyleyemeyiz. İstediklerini yapıyorlar gibi bir görünüş var.

Ama Türkiye’nin durumu (ve tabii AKP’nin “encamı”) yalnız bu düzeyde olanlardan ibaret değil ya da sonuçlar yalnız buna bağlı değil. Bu plebisiter diktatörlüğü kurmakta kararlı ve istikrarlı gidişe rağmen, aynı zamanda, bir derbederlik, kaotik bir durum, refleks düzeyini aşamayan davranışlar var. Bunlar, şimdilik, “dış politika”da ön plana çıkıyor. IŞİD, belli ki, bir sürü yanlış teşhis, değerlendirme ve somut siyasî adımın düğüm noktası oldu ve hükümetin (bir yanda Tayyip Erdoğan dururken “hükümet” demek pek de doğru değil ya) ayağına dolandı. Ama olay IŞİD’den ibaret değil.

Mısır’la Dışişleri Bakanlığı düzeyinde “barışma” görüşmeleri olacağını ilân etmişken BM konuşması, düşünülmüş, planlanmış bir “dış politika” olduğunu gösteriyor mu, örneğin? O mu, öbürü mü, hangisi? Herhalde ikisi aynı anda olmaz.

İçerideyse, 17 Aralık’la açılan gedik gün geçtikçe açılıyor ve o gediği kapamak üzere yapılanlar gediğin büyümesinin de başlıca nedeni. 17 Aralık’ta yabana atılamayacak kanıtlarla birlikte bir iddia ortaya atıldı. İktidar, Tayyip Erdoğan’ın komutasında, bu iddiayı “yasadışı” denmesi gereken, dünyanın her yerinde yasadışı sayılacak, kınanacak tedbirlerle susturmaya ve bastırmaya girişti. Ama mızrak çuvala sığmadığı için, girilen bu “yasal, anayasal suç işleme” yolu (“HSYK seçimini meşru saymayız” tehdidi gibi), ülkenin “ana caddesi” haline getirildi.

Kısacası, Türkiye’nin garabet dolu, kendine özgü tarihinde eşi görülmemiş bir “iktidar”la karşı karşıyayız. En yakın örneği Menderes dönemi --ama Menderes Erdoğan’ın yaptığı keyfîliğin onda birini yapmamıştı.

O dönemde İnönü, muhalefette, zekice bir iş yaptı ve Menderes’e karşı demokrasinin kurumlarını temel alan bir muhalefet başlattı. Uluslararası demokrasinin hiçbir kurumuyla uyuşmayan azınlık yönetiminin mimarı olduğu için, varolan sistemin açıklarını da en iyi o biliyordu zaten.

Bugün de, rotasını şaşırmış, zıvanasından çıkmış bir iktidarın, “durursak düşeriz” anlayışıyla, faşizan- otoriter bir yapı kurarak her türlü muhalefeti susturmaya çalıştığı bir siyasî ortama girdik. Burada demokrasiye bağlı güçlerin, kesimlerin ilkeli ve sabırlı bir muhalefet cephesi kurmaları zorunlu.

Bizi Menderes’ten “kurtaran” 27 Mayıs, bu ülkeye on Menderes’in veremeyeceği zararı verdi. Demokrasi ve yasallık sınırlarını tanımayarak dışarılara taşan bir hükümet karşısında yapılacak şey ısrarla ve istikrarla o sınırların içini göstermek ve bu muhalefeti topluma taşımak, göstermek, toplumu ikna etmektir. Bunun için sabır diyorum. Demokrasiye gidişin “kestirme” yolu olmadığını çok iyi biliyorum.

Erdoğan’ın krize karşı mücadele etmek için bildiği tek yol “krizi büyütmek” olduğu için, bu teknede pusulaya bakıp dümen tutmak iyice zorlaştı. Ne olacağı hiç belli değil.

Ama bu koşullarda muhalefetin benimseyeceği politika, yoldan çıkmış kaptana karşılık olması gereken rotayı görünür kılmakta en önemli yardımcı olabilir.