Medya

Öldüren Cazibe: Terör çağında medya

Aslı Tunç: Geleneksel televizyon haberciliği sosyal medya kullanımıyla birleştiğinde terör ve medyanın simbiyotik ilişkisi daha da karmaşıklaşıyor

11 Ocak 2017 19:09

Aslı Tunç*

Terör ve şiddete bulanmış olarak girdik yeni yıla; hüzünle, korkuyla, endişeyle. Rus elçisine yapılan suikastın görüntüleri daha henüz çok tazeyken Reina katliamı ve hemen ardından İzmir adliye saldırısıyla karşıladık 2017’yi. Bunca kin, bunca nefret, bunca yıkım yeni senenin umutlarını tuzla buz ediverdi. Terör saldırıları sonrası sosyal medyanın nefret söylemi boyutu epeyce tartışıldı, üzerine yazılıp çizildi.

Benim daha fazla kafa yorduğum konu ise dünya tarihinde terörizm ve medya ilişkisinin nasıl değiştiği. Aslında geriye dönüp baktığımızda terörizmin ortaya çıkması kitle iletişim araçları ve demokrasinin gelişmeye başlamasıyla aynı zamanlara denk geliyor; yani 19. yüzyılın ortalarına. Teröristler daima kitlelere korku salmak ve kendi amaçları için iktidarları etki altında almayı hedeflerler. Medya olmadan önce terör eylemlerinden ancak bir avuç insan haberdar oluyordu. Demokrasi olmaksızın da politik yetke şiddetin halkta yol açtığı travmaya duyarsız kalıyordu.

Terörizmin kanlı yolculuğu 20. yüzyılın ikinci yarısında geniş kitlelere ulaşmaya başlamıştı. Terör eylemlerinin artmasının ABD ve Avrupa’da televizyonun evlere girmesi ile eşzamanlı olduğunu görüyoruz. 1960’ların sonlarına doğru üst düzey kişilerin suikastları, uçak kaçırmalar ve bombalamalarla başlayan Ortadoğu’daki terör eylemleri 1970’lerde ivme kazandı. Bu eylemler bir dizi teknolojik gelişme ile paralellik gösteriyordu. Artık uzak mesafelerde yaşayanlar da terörün acımasız nefesini enselerinde hissetmeye başlamışlardı. Amerikan kanalları televizyon haberciliğinin ilk adımlarıyla şiddet olaylarını sıradan insanların sıcak evlerine getiriyordu. Örneğin 1972’deki Münih Olimpiyatlarında Filistinli Kara Eylül grubu üyelerinin İsrailli sporculara saldırmasını kim unutabilir? Bu terör olayının zihinlere kazınmasının nedeni Münih Olimpiyatlarının ilk naklen verilen spor olayı olmasıydı. Kanallar olimpik rekabeti bırakıp kameralarını süregelen rehine krizine çevirmişlerdi.

Bu olayı izleyen yıllarda pek çok kriz, saldırı ve terör olayı gözlerimizin önünde, oturma odalarımızın ortasında gerçekleşti. 1980 sonlarında El-Kaide ve diğer radikal terör örgütleri eylemleriyle büyük kitlelere ulaşamadılar; ne de olsa o dönemde kitle iletişim araçları devletlerin ya da büyük şirketlerin elindeydi. Teknolojik altyapı merkezî güçlerin elindeydi. Radikal örgütler basılı bildiriler, ses ve daha sonra video kasetlerinin camilerde elden ele dolaşmasıyla seslerini belli bir gruba iletiyorlardı. 1990’ların sonlarına doğru özellikle İslam dünyasında yerel dillerde televizyon kanalları terör örgütlerine yeni fırsat kapıları açtı ve merkezi yapıyı kırmaya başladı. Bu kanallar yoğun biçimde Kosova, Çeçenistan ya da Gazze’de Müslümanlara karşı zulüm görüntülerini ekrana getiriyordu.

Artık devir değişmiş, uydu ve kablolu televizyonlar hayatımıza girmişti. 11 Eylül öncesinde Usame Bin Ladin video kasetler çekerek yerel ve küresel basınına servis ettiğini çok iyi biliyoruz. Ancak tüm bu medya kullanma çabalarına karşın İslamî kesimden istediği etkiyi elde edemedi ve Batı basını da onun bu kasetlerini fazla ciddiye almadı.

Bin Ladin kanlı şovunu dünyanın gözü önünde 11 Eylül saldırılarıyla yaptı. Batı basını bu sefer çöpe attıkları tüm Bin Ladin video kasetlerini didik didik etmeye, tekrar tekrar yayınlamaya başladı. İkiz kulelerin yıkılış trajedisi insanlığın kolektif hafızasına kazındı. Aynı dehşet etkisini ne yazık ki İŞİD şimdi kafa kesme videolarıyla yaratmaya çalışıyor.

2000’li yıllara geldiğimizde şiddet görüntüleri genelde yoldan geçenlerden ya da kurbanlardan gelmeye başladı. Bugün terör, cep telefonu ekranlarından süzülüp sosyal medyaya ya da televizyon kanallarına akıyor. Örneğin, Charlie Hebdo saldırısında komşuların telefonundan vahşeti izliyoruz, Paris’teki Bataclan konser salonunda en çarpıcı görüntüler oradaki seyircilerden geliyor, Reina saldırısının ardından ilk dehşet görüntüleri yoldan geçenler tarafından Twitter’a konuyor.

Medya ve terör ilişkisi karmaşık ve bir o kadar da el yakıcı. Teröristlerin eylemin kendisinden ve kurbanlardan ziyade saldırıların kitleler üzerindeki etkisine ve ne kadar önemsendiğine baktıklarını biliyoruz. Günümüzün geleneksel televizyon haberciliği sosyal medya kullanımıyla birleştiğinde terör ve medyanın simbiyotik ilişkisi daha da karmaşık hâle gelmekte. Ancak tüm bu gelişmeler, medyanın gözünü, kulağını terör olaylarına kapaması, tüm görüntüleri karartması anlamına gelmemeli. Bu birbirinden beslenen medya-terör ilişkisini her yeni trajediyle yeniden tartışacağız sanırım.


Bu yazı ilk olarak P24’te yayımlanmıştır.