Gündem

Prof. Ahmet İnsel: ‘Tak şak’ davalarında yeni perde açıldı

"Bir kez daha Reis’in höykürmesiyle paldır küldür başlatılan bir yargı karmaşası var"

05 Aralık 2017 13:20

Cumhuriyet yazarı Prof. Ahmet İnsel, “Bu suça ortak olmayacağız” diyerek barış bildirisine imza atan akademisyenlerin yargılandığı davayı "Yeni Türkiye tarihinin simgesi" olarak yorumladı. Yargıda “tak şak” düzeni hüküm sürdüğünü söyleyen İnsel, 147 kişiye ayrı ayrı açılan davaların bugün başladığını belirtti. 

"İçinde ağır eleştiri niteliğinde ifadeler yer alsa da, ifade özgürlüğü içinde yer alan bu bildiriyle ilgili, yürürlükteki yasalara uygun yegâne karar beraat olabilir" diyen İnsel, "Bir kez daha Reis’in höykürmesiyle paldır küldür başlatılan bir yargı karmaşası var" ifadesini kullandı.

Ahmet İnsel'in "Tak şak’ davalarında yeni perde açıldı" başlığıyla (5 Aralık 2017) yayımlanan yazısı şöyle:

Bu sabah, otoriter Yeni Türkiye tarihinin simgesi olacak davalardan bir yenisi başlıyor. “Bu suça ortak olmayacağız” başlığıyla, Ocak 2016’daTürkiyeli veya yabancı, üniversitede aktif görevde veya emekli 1128 kişinin imzaladığı bildiri yegâne suç delili. Bir buçuk ay önce, imzacılar arasından (şimdilik?) İstanbul’daki üniversitelerde görevli 147 kişiye ayrı ayrı dava açıldı. Bugün başlayıp nisan ayına kadar yayılan bir takvimle, İstanbul’da altı ayrı ağır ceza mahkemesinde, on veya on beş dakika arayla ilk duruşmaları yapılacak. 

Söz konusu bildiri yayımlandığında Cumhurbaşkanı Erdoğan, büyükelçilere yaptığı konuşmanın ortasında ilk tepkiyi vermiş ve bildiriyi imzalayan üniversite öğretim üyelerine hakaret niteliğinde sözcükler eşliğinde saldırmış, savcıları harekete geçmeye davet etmişti. Yargıda “tak şak” düzeni hüküm sürdüğü için, savcılar anında davranmış, bazı kentlerde imzacılar gözaltına alınmıştı. Şefin gözüne girme yarışı içindeki onlarca savcının girişimlerini frenlemek için olsa gerek, sonunda bütün soruşturmaların İstanbul’da toplanmasına karar verildi. Mart ayında bu bildiri ile ilgili basın toplantısı yapan dört akademisyen, Camcı, Ersoy, Kaya ve Mungan, gözaltına alınıp tutuklandı. Birçok cevval rektör imzacıları taciz etmeye, görevden almaya devam etti.

Tutuklu dört akademisyenin 22 Nisan 2016’daki ilk duruşmasında ilginç bir gelişme oldu. Duruşmanın ortasında savcı mütalaasını değiştirdi. Tutuklama gerekçesi olan “terör örgütü propagandası” (TMK madde 7/2) yerine, “devletinkurumlarını aşağılama” suçunun (TCK madde 301) şüphelilere yüklenebileceğini belirtti. Bu durumda yargılamaya devam etmek için Adalet Bakanlığı’nın izni gerekiyordu. Mahkeme dört akademisyeni tahliye etti. 

O günden beri birkaç duruşma yapıldı. Hepsinde duruşma ertelendi, bakanlıktan izin gelmemişti. Dört imzacı akademisyen 26 Aralık’taki duruşmayı beklerken, avukatları dosya üzerinde yaptıkları araştırmada bakanlığın bu izni 15 Eylül 2017’de verdiğini keşfetti. Bakanlığın kararı ne hikmetse ağır ceza mahkemesine bir türlü ulaşmamıştı. 

Bugün başlayan duruşmalarda bütün imzacılara yüklenen suç gene aynı: “Terör örgütü propagandası”. Kişisel olarak açılmış olsa da, iddianameler arasındaki yegâne fark, şüphelilerin künye bilgileri. Toplu yapılmış bir eylemden, farklı mahkemelerde, aynı iddianameyle yüzlerce kişi hakkında bireysel dava açmak, “askıya alınmış hukuk devleti”nin bir başka icadı. Şüphelilerin aynı zamanda TCK madde 53’ten de cezalandırılmasını talep ediyor savcılık. Bu madde, üzerlerine atılı suçu kasten işledikleri gerekçesiyle mahkûm olanların, aldıkları ceza süresince, kamu görevini üstlenme hakkını yitirmelerini öngörüyor. Anayasa Mahkemesi, 53. maddenin bazı bölümlerini 2015’te biraz muğlak biçimde iptal etti. Bu maddenin hak kısıtlama hükümlerinin kapsamıyla ilgili rivayet halen muhtelif.

Normal olarak, diğer dört imzacının davası emsal alınarak, haklarında dava açılan bütün imzacıların üzerine atılı suçun değişmesi gerekir. Bu ise mahkemelerin durma kararı almalarını gerektirir. Diğer taraftan, “devlet kurumve organlarını aşağılama” iddiası, bütünüyle ifade özgürlüğü kapsamına giren bir eylemi hedef alıyor. 301. maddenin üçüncü fıkrası, eleştiri amacıyla yapılan düşünce açıklamalarının suç oluşturmayacağını belirtiyor. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de, Taner Akçam/Türkiye kararında 301. maddenin muğlaklığını belirterek, “kanun niteliği taşımadığına” karar vermişti.

Bir kez daha Reis’in höykürmesiyle paldır küldür başlatılan bir yargı karmaşası var. Bir de, bu nedenle KHK ile işten atılan, emekli olmak ya da istifa etmek zorunda kalan beş yüzden fazla yargısız infaz mağduru akademisyen.

İçinde ağır eleştiri niteliğinde ifadeler yer alsa da, ifade özgürlüğü içinde yer alan bu bildiriyle ilgili, yürürlükteki yasalara uygun yegâne karar beraat olabilir. Bakalım bu tek iddianameli, ortak ve tek bir eylemle ilgili birçok mahkemede açılan yüzlerce dava garabeti nereye varacak?