* Doç. Dr. Buket Türkmen
Haneke’nin “Saklı” filminde Majid isimli bir karakter vardır: küçüklüğünde anne ve babası Cezayirli direnişçi olup, eylemlerde Fransız polisi tarafından katledilmiştir. Majid’i bu olaydan sonra evlat edinen Fransız ailenin oğlu olan Georges, Majid ile evi paylaşmak istemez ve altı yaşında ona iftira atarak evden kovulmasını sağlar. Majid’in bütün hayatı degişir. Majid ıslahhane travmaları ve Fransa’nın göçmenler için sunduğu zorluklarla dolu bir yaşamın sonunda, ileri yaşlarında Georges ile tekrar karşılaşır. Georges sosyal arka planının onu getirdiği yaşamında saygın bir işe, bir eşe ve güzel bir eve sahiptir. Majid ise bir sosyal konutta, zar-zor yürütmeye çalıştığı yaşamını, Fransız eğitiminde “adam ettiği” oğlu ile sürdürmektedir. Film boyunca iki farklı Cezayir asıllı Fransız yurttaşı ile yüzleşmek zorunda kalır Georges: biri Majid’dir, diğeri ise Majid’in oğlu.
Majid, son nefesine kadar umutla Georges’un onu görmesini, onu sevmesini, bütün dargınlıklarına, kendisinden çalınan hayatın acısına rağmen Georges ile yeniden kardeş olmayı ister. Neredeyse bunun için yalvarır gibidir. Majid’in yaralarının iyileşmesi, Georges’un onu kardeş olarak bağrına basmasına koşullanmıştır. Bu umutsuz arzu Majid’i öldürür. Georges bu konuda herhangi bir sorumluluk duymayı filmin sonuna kadar reddeder.
Majid’in oğlu ise iyi eğitimli, güzel Fransızca konuşan, Arap asıllı Fransız yurttaşı bir gençtir. Yalvarmaz. Tanınma dilenmez. Acılarını kendine saklamayı, öfkesini şiddetten azade ifade etmeyi, hakkını aramayı, kendisine dikilen bakışlara dönüp dik dik geri bakmayı bilir. Sartre’ın yıllar önce anlattığı sömürgeci rejime direnen ikinci kuşak oğullardan biri gibidir o: “Onların babaları, o gölge yaratıklar, sizin yaratıklarınız, ölü ruhlardan başka bir şey değildi; onlara ışık veren sizdiniz, yalnızca sizinle konuşmaya cesaret edebilirlerdi, bu tür zombilere yanıt verme zahmetine katlanmazdınız. Onların oğulları sizi görmezden geliyor; bir ateş onları ısıtıyor ve aydınlatıyor, ateşi yakansa siz değilsiniz..” Majid’in oğlu yalvarmaz, Georges’u konformizmi içinde rahatsız eder: onu dışlayan hayatın ortasında dikilir, akılcı argümanları ile Georges’u köşeye sıkıştırır ve utanç duymayı reddederek öylece bakar.
Selahaddin Demirtaş’ın cumhurbaşkanlık yarışında miting alanlarında suçladığı, yargıladığı Erdoğan’ı, cumhurbaşkanlık yemini ettiği meclis oturumunda ayakta –elinin ucuyla- alkışlamasında, Haneke’nin altını çizdiği postkolonyal yaranın izlerini görmek mümkün müdür? Demirtaş Majid midir, yoksa Majid’in oğlu mu? Birçok seçmenin- Kürt hareketine uzak olanlarının da- seçim kampanyasındaki tavrını takdir ile karşıladığı omurgalı ve gururlu duruşu, Demirtaş’ın Majid’in oğluna daha yakın olduğunu gösterir gibiydi. Fakat seçim sonrası davranışları, miting alanlarında söyledikleriyle uyuşmadı diye çok eleştirildi. Yoksa Demirtaş’ın içinde Majid mi saklıdır?
Oysa bu ülkenin Demirtaş’a oy veren yurttaşları miting alanlarında, televizyon konuşmalarında, forumlarda onurlu ve omurgalı bir duruş görmüşler, Kürt kimliğinden vazgeçmeden siyasal söylem üreten, tanınma hakkını en doğal hakkı olarak gören, hukuksal zeminde akılcı mücadeleyi savunan, şiddet ve intikam dilini yargılayıp barış dilini kutsayan, yeni bir rejim kurmaktan söz eden bu adamda yaradan uzaklaşmış, kendine güvenen bir Kürt yurttaş profili görmüşlerdi. Demirtaş hem Kürt'tü, hem Kürt olmayanlar için onlardan biri, yeni bir Türkiye vaadiydi. Demirtaş’a verilen oyların bir kısmı HDP'li oylar olmaktan çok, AKP'nin hegemonik Türkiye projesine direniş oylarıydı, bu ülkenin demokrasi, hukuk ve çoğulculuk talep eden “Kürt-olmayan” oylarıydı. Demirtaş’a verilen bu yeni destek, onun söylemine ikna olmuş yeni kitlelerin, seçilemeyeceğini bildikleri halde, belki de ilk kez müzakerelere de destek vermesinin ifadesiydi aslında (Kürdistan için öngörülen özerklik projesinin bütün Türkiye’yi kapsayacak bir ademi merkeziyet projesi olmasını da desteklediler) Oyunu Demirtaş’a vermeyen birçok yurttaş da, dost meclislerinde ve muhabbetlerde aslında kendilerini temsil edenin CHP adayı değil Demirtaş olduğunu söylediler. Bu durum genel seçimlere kadar bu oy oranının yükselme potansiyelini gösteriyordu –izlenecek politikalara bağlı olarak.
Ancak seçimlerden sonra cumhurbaşkanlığı ve başbakanlık makamını hukuksuzca aynı anda işgal eden Erdoğan’a, beklentilerin aksine tepki vermeden sessiz kalan Demirtaş (ve HDP), üzerine bir de yemini ayakta alkışlama görüntüsü verince bu, kendisini desteklemiş yurttaşların bir kısmında infial yarattı ve son günlerde izlediğimiz linç kampanyası başladı. Bu tepkileri barış sürecine karşı bir tavır, Kürt düşmanlığı, beyaz Türk bencilliği olarak yorumlayarak kestirip atmak yanlış olacağı gibi uzun vadede barış sürecine de büyük zarar verebilir. Bu tepkiler, HDP’ye verilen desteğin arkasında yatanı gösterdikleri için önemli görünüyorlar. Biraz ileri giderek şunu söyleyelim: Gezi direnişi sırasında Lice’de Medeni Yıldırım’ın öldürülmesine karşı Taksim’de düzenlenen eylemlerle başlayan, ama sonrasında sönen bir ortak mücadele umudunun, Demirtaş sayesinde yeniden ısınmasının ifadesiydi bu oylar. İlk kez Kürdistan’ı demokrasi mücadelesi ile birlikte düşünmeye başlayan, yeni oylardı. Kürt hareketinin bir aktörüne Türkiye’nin geleceğini teslim ederek “beraber direnme” arzusunu ifade ediyorlardı. Bu oylar, sanıldığı gibi “marjinal oylar” değil, kamuoyu oluşturma olanakları sanıldığından daha geniş olabilecek yurttaşların oylarıydı. İlk kez HDP’li bir adaya oy veren bu yurttaşlar, Demirtaş’ın söyleminde yeni bir toplum projesinin olanaklarını gördüler, hak verdiler ve bu duruşa destek vermeye karar verdiler.
Demirtaş’ın Erdoğan karşısındaki duruşunun onurlu olmasını talep eden bu oyların desteğine rağmen, elin ucuyla da olsa yapılan Erdoğan’a ayakta alkış, her ne kadar Demirtaş’ın ifadesiyle “seçmen iradesine saygı” ifade ediyorsa da, ona oy ve destek vermiş insanlarda kendilerinin kaale alınmadığı, Kürt hareketi için aslolanın hükümet ile –bu hükümet ne derece otoriter, hukuksuz ve baskıcı olursa olsun- müzakere süreci olduğu algısı yarattı. Bu yeni Demirtaş oyları, bu hareketten sonra halkın %52’sine gösterilen saygının ve önemin kendilerine gösterilmediğini hissettiler. HDP’ye yeni destek veren bu kitleler, söz konusu alkışta yeniden Kürdistan-merkezci bir duruş görmeye başladılar ve bu projeden dışlandıklarını hissettiler. Hakim duygu iç burukluğu oldu.
Peki Saklı etrafında düşünecek olursak: George ile Majid birlikte iş yapabilirler mi? Bu imkansız değilse de, zor görünüyor. Ama ikisinin birlikte aynı projeye inanabilmeleri, eşitlik düzeyinde müzakereye oturabilmeleri konusunda Haneke umutsuz değildir, filmin sonunda ilginç bir kare gösterir: George’un oğlu ile Majid’in oğlu okulun çıkışında buluşurlar, birşeyler konuşurlar. George’un film boyunca huzursuz bir genç olan oğlu da Avrupalı gençleri, onların direnişini, beyaz adamın kendi medeniyetine isyanlarını içeren bir analizi hak eder aslında. Ama burada sadece şu kadarını söyleyelim: bu huzursuz kılınmış beyaz genç ruh için bir çıkış gibidir belki de Majid’in oğlu ile müzakere…
Demirtaş’ın onurlu ve genç duruşu, bu müzakerenin yayılması ve demokratik bir zeminde yürümesi için umut vaat ediyordu. Ancak içinde saklı bir ihtiyar Majid taşır gibi, seçim sonrası bilindik ihtiyatlı duruşu sergilemeye başladığından beri, insan iyileşmeyen postkolonyal yaraları düşünmeden edemiyor. Ama bu soruyu iki taraflı sormak gerekmez mi? Bu yara sadece Majid’in yarası mıdır? Peki ya George? Demirtaş seçmenlerinin bir bölümünün içindeki saklı George’lar ne kadar aceleyle ortaya çıkıveriyorlar, umutsuzca yargılamaya başlıyorlar hemen! İçimizdeki saklı George’ları susturamadığımız müddetçe saklı Majid’lerin yaraları iyileşir mi?
Peki Majid’ler ve George’lar susturulmadıkça genç bir barışı nasıl ve ne derece mümkün kılabiliriz?
______________________________________
* Doç. Dr. Buket Türkmen
Galatasaray Üniversitesi Sosyoloji Bölümü