Gündem

"Silahsızlanma sürecinde Türkiye'nin en büyük yardımcısı İdlib halkı olacak"

Doç. Dr. Erkmen: İdlib'deki ortaklık Fırat'ın doğusuna yansıtılabildiği sürece Suriye'deki denge değişecektir

24 Eylül 2018 11:17

Jandarma ve Sahil Güvenlik Akademisi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Serhat Erkmen, Türkiye ile Rusya'nın mutabakata varmasının ardından İdlib'de yaşananlara ilişkin olarak "İdlib halkı çatışmayı istemiyor. Yüzlerce kişi eylem yapıyor, duramıyorsunuz. Tutamıyorsunuz bölgeyi, halka silah çekmek zorunda kalıyorsunuz. Halk adına devrim yaptığını söyleyen bir grup dönüp de kendi halkına silah doğrulttuğu zaman orada tutunamıyor. Silahsızlanma sürecinde Türkiye’nin en büyük yardımcısı İdlib halkı olacaktır ve burada Türkiye’ye karşı bir sempati var. Çünkü kendisini bombalardan koruyabilecek olan o" dedi.

Hürriyet'ten İpek Özbey'e konuşan Erkmen, "İdlib ile Fırat’ın doğusu arasında stratejik bağlamda yakın bir ilişki var. Türkiye için İdlib’deki insani krizin engellenmesi ve olası bir çatışmanın Türkiye’nin içinde ve Zeytin Dalı ve Fırat Kalkanı bölgelerinde yapacağı etki elbette çok önemli. Fakat asıl stratejik konu Fırat’ın doğusundaki PKK/PYD yapılanmasının önüne geçmek. İdlib’deki ortaklık Fırat’ın doğusuna yansıtılabildiği sürece Suriye’deki denge değişecektir" ifadesini kullandı.

Erkmen'in söyleşisinin ilgili bölümü şöyle: 

Tahran ve Soçi’de iki önemli İdlib zirvesi yapıldı. Ortaya çıkan mutabakat anlaşmasının kazananı ve kaybedeni kim oldu sizce?

Aslında Rusya, Tahran zirvesinden önce müzakere masasına ‘silah’ı getirip, öyle pazarlık etmeye başladı. Soçi’den ise birkaç önemli sonuç çıktı: Bunlardan ilki, Rusya ve Suriye rejiminin İdlib’deki hedeflerine bir adım daha yaklaşması. Moskova ülkenin diğer kesimlerinde nasıl Şam ile muhalifler arasında uzlaşı sağlanabilecek bir denklem kurmaya çalışıyorsa, İdlib’de de buna yöneldi: “Radikalleri temizle, uzlaşıya yakın muhalifleri sürece çek ya da tamamını bölgeden sür.” Rusya’nın kabaca bu şekilde formüle edilebilecek bir yaklaşımı vardı. İdlib’deki anlaşma da kabaca bunu içeriyor. İdlib’in hep aşamalı olacağını savundum. Bence şimdiki süreç de bir aşama. Nihayetinde zaten Türkiye de sorunların siyasi süreçle tamamlanmasını istiyor. Eğer Astana ya da diğer süreçlere katılacak muhaliflerin sayısı artacaksa, bu Türkiye açısından da avantaj. Özetle, Türkiye ve Rusya kısa ve orta vadeli beklentilerini anlaşmayla karşılama yolunu seçtiler ama her şey anlaşmanın uygulanabilmesine bağlı.

Peki, kaybedeni kim?

Şimdilik ABD. ABD’yi küçümseyemeyiz. Suriye’de hâlâ çok etkin ve birçok aracı var. Fakat İdlib Operasyonu’nun başlaması halinde Türkiye-Rusya ilişkilerinde ortaya çıkabilecek büyük sorun ABD’nin Suriye’deki etkinliğini katlamasına neden olabilecekti. Diğer iki kaybeden ise PKK ve HTŞ. HTŞ’nin hedef olacağı açık, onlar İdlib’de duruyorken ne Türkiye’nin istediği bir geçiş süreci mümkün, ne de Rusya onların varlığını kabul edecek. PKK ise İdlib’in başlaması halinde Afrin’de karşılaştığı derin yenilginin üstünü Zeytin Dalı ve Fırat Kalkanı bölgelerinde saldırılarla kapatmaya çalışacaktı.

Sınırlar belirlendi. 15 Ekim’e kadar ağır silahlar kaldırılacak, terör grupları bölgenin dışına çıkarılacak. Öngörünüz nedir?

15 Ekim kritik bir tarih. Fakat bu anlaşmanın başarılı olup olmadığı 15 Ekim’de belli olmayacak. Uzun bir süreden bahsediyoruz. Mesela yılın sonuna kadar yolların açılmasından bahsediliyor. Yani 15 Ekim’de grupların silahsızlandırılması sona ermedi, dolayısıyla operasyon gelecek diye bir şey yok. En acil, en sorunlu, en zor kısmı bölgenin silahsızlandırılması. Kamuoyunda dolaşan haritalar var. Elbette hazırlayanlar büyük emek harcıyorlar. Ancak sanki mutabakat metni, 15-20 km derinlik diye bahsedilen alanın İdlib’in içinden itibaren olduğunu söylüyor. Üstelik M4 ve M5 yollarının yıl sonuna kadar açılmasını öngörüyor. Yani muhalifler belki yerlerinde kalabilirler, ancak bu hattın ağır silahlardan arındırılması ve Halep-Lazkiye ve Halep-Hama yolunun açılması pratikte rejim karşıtı muhaliflerin etki alanının epey sınırlanması demek.

Silahsızlandırılan bölgelerdeki silahlı muhalif gruplar ne olacak?

Ya ağır silahlarını teslim edecekler ve bölgede kalacaklar ya da bertaraf edilecekler. Tabii muhalif gruplarla HTŞ ve müttefiklerini ayırmak lazım. HTŞ’nin silah bırakması zaten beklenmiyor. İçinden bazı gruplar ayrılıp uzlaşıya yanaşabilir. Fakat HTŞ’nin temelde silahtan vazgeçmesi beklenmemeli. Hem ağır silahları bırakıp da İdlib’in içlerine çekilse bile Rusya bu örgütün İdlib içinde kalmasını hiçbir şekilde kabul etmiyor. Zaten Türkiye de HTŞ’yi terör örgütü ilan etti. Dolayısıyla silah bırakıp bölgeyi terk etmemesi ya da örgütü en azından dağıtıp yeraltına indirmemesi halinde operasyon gerçekleşecek.

Eğer İdlib’de bir çatışma yaşanırsa bu çatışmanın kaderini İdlib halkı belirleyecek. İdlib’in çoğu başka yerlerden gelmiş insanlardan oluşuyor. Oradaki insanlar kendilerine yeni bir yaşam arayabilecek güçte değiller. Kim onların yaşadığı bölgeyi çatışma haline getiriyorsa, ona karşılar... İdlib halkı bir araya gelip çok büyük tepkiler gösteriyor. Son 6-7 ay içinde özellikle HTŞ’nin bazı kasabalarda tutunamamasının nedeni buydu. Gönül bağıyla değil, baskıyla kontrol altında tuttu bazı yerleri. İdlib halkı çatışmayı istemiyor. Yüzlerce kişi eylem yapıyor, duramıyorsunuz. Tutamıyorsunuz bölgeyi, halka silah çekmek zorunda kalıyorsunuz. Halk adına devrim yaptığını söyleyen bir grup dönüp de kendi halkına silah doğrulttuğu zaman orada tutunamıyor. Silahsızlanma sürecinde Türkiye’nin en büyük yardımcısı İdlib halkı olacaktır ve burada Türkiye’ye karşı bir sempati var. Çünkü kendisini bombalardan koruyabilecek olan o.

Anlaşılan HTŞ’nin adını daha sık duyacağız. Nasıl bir yapıdır?

HTŞ bir çeşit cephe organizasyonu. Suriye’de iç savaş başladığından bu yana El Kaide farklı formasyonlardan geçti. Bugün geldiğimiz noktada El Kaide’nin bağlantılı olduğu gruplarla, iç savaş başladığı zamanki El Kaide arasında büyük farklar var. Şu anda HTŞ, onunla aynı yapı içinde bulunmamakla birlikte kritik dönemlerde ittifak yapan bir oluşumdan ibaret. HTŞ’de bir karar verici var ve o karar vericiyi etkileyebilecek sözü geçen kişiler var. Bunların tavırları son derece önemli. Şu ana kadar HTŞ’nin kor kadrosundan silahsızlanma konusunda herhangi bir çatlak ses çıkmadı. Tamamı oy birliğiyle silahsızlanmanın cihada ihanet olduğunu, bu nedenle herhangi bir şekilde cihat sahasını terk etmeyeceklerini ve silahlarından da vazgeçmeyeceklerini söylediler. Dolayısıyla bu anlaşma çerçevesinde öngörülen modele uymayacakları anlamına geliyor.

Çözülme ya da kendini feshetme ihtimali yok mu?

Muhtemelen burada birden fazla şey olacak. HTŞ’nin içinden bazıları bir başka ittifakın içine, örneğin Ulusal Özgürleşme Cephesi’nin içine girebilirler. Suriye iç savaşında gruplar arasında bu geçişkenlik hep vardı. Unutmayalım ki 1.5 sene öncesinde, UÖC’nin en önemli gruplarından biri olan Nurettin Zengi grubu eski Nusracıların, yani bugün HTŞ’nin kor kadrosunu oluşturanların en büyük müttefikiydi. Şimdi tam karşısında yer alıyor. Dolayısıyla gelen tehdidin büyüklüğü, çatışmanın yaratabileceği riski kaldıramaması ve çeşitli ikna metotlarıyla HTŞ’nin içinden küçük küçük grupların ayrılması mümkün. Bu bir ihtimal. İkincisi yavaş yavaş bazı önde gelenleri bölgeyi terk edebilirler. Bir grup da HTŞ’nin tamamen ortadan kalkacağına ilişkin bir kanıya varırsa örgütlenmeyi belli bir süre için yeraltına indirebilir. Ancak bunlar HTŞ içindeki küçük bir azınlığı oluşturuyor. 
Çok büyük bir kısmının silahlarını teslim etmeyeceğini ve çatışmaya hazır olduğunu düşünüyorum.

 Bir başka kritik cephe de Fırat’ın doğusu. Bu cephede kim var, hangi risklerle karşı karşıyayız?

Türkiye için Fırat’ın doğusundan kasıt YPG’nin ABD’nin desteğiyle ele geçirdiği ve PYD’nin yönettiği alan. Yoksa Fırat’ın doğusuna güneyden Rusya destekli rejim birlikleri de geçti. Hatta Deyrizor’un doğusuna da geçtiler. Burada olan şu: Fırat’ın doğusunda PKK’nın Suriye’deki kolu olan PYD, ABD’nin korumasında bir güvenli bölge inşa ediyor. Bu bölgede, YPG ele geçirilen yerlerdeki Arap nüfusun içinden zor ve ikna yoluyla da güçlendirerek, Suriye Demokratik Güçleri adını verdikleri ayrı bir silahlı yapı kurdu. ABD, bu yapıyı korumak için sürekli askeri yığınak yapıyor, kendisine üsler inşa ediyor ve ona uzun vadede meşruiyet sağlamak için uluslararası kamuoyu nezdinde onu bir terör örgütü olarak değil de ABD’nin sahada işbirliği yaptığı, ‘faydalı’ bir müttefiki olarak tanımlamaya çalışıyor. Bu operasyonu bir tanıtım/propaganda süreci olarak yürütüyor.

Türkiye ABD ile Menbiç’te, Rusya ile İdlib’de devriye gezecek. Uluslararası ilişkilerde olağan bir şey midir?

Evet, neden olmasın? Türkiye Suriye’deki politikasını salt Rusya ya da ABD’yle iyi ilişkiler olarak ele alamaz. Almıyor da. Nasıl Rusya ve ABD arasında Türkiye’nin çıkarlarının lehine bazı uygulamalar gerçekleşiyorsa Türkiye de aynı zamanda her ikisiyle birlikte ortak ya da benzer çözüm arayışına gidebilir. Ancak bu noktada bir şeyin altını çizmemiz lazım. İdlib ile Fırat’ın doğusu arasında stratejik bağlamda yakın bir ilişki var. Türkiye için İdlib’deki insani krizin engellenmesi ve olası bir çatışmanın Türkiye’nin içinde ve Zeytin Dalı ve Fırat Kalkanı bölgelerinde yapacağı etki elbette çok önemli. Fakat asıl stratejik konu Fırat’ın doğusundaki PKK/PYD yapılanmasının önüne geçmek. İdlib’deki ortaklık Fırat’ın doğusuna yansıtılabildiği sürece Suriye’deki denge değişecektir. Lavrov’un, “Bugün Suriye’nin bütünlüğüne yönelik ana tehdit ABD’nin kontrolündeki Fırat Nehri’nin doğu yakasından yükseliyor” açıklaması hem içerik hem de zamanlama itibariyle çok dikkat çekici. Bence Rusya bir mesaj veriyor. İdlib’de başarı olursa Fırat’ın doğusunda denklem değişebilir. Tabii Rusya ne kadar samimi, orası ayrı. Ancak bu yaklaşım ihmal edilmemeli.