Gündem

Yeni Şafak yazarı: Bu kişiler, Reis'e en büyük zararı verdikleri için mi kötüler?

"Haydi diyelim kötüye kötü diyecek kadar cesaretimiz yok..."

23 Kasım 2017 14:49

Yeni Şafak yazarı Serdar Tuncer, "Muhkem sabitesi, doğru referansı, hakikat derdi, asgari şahsiyeti, zerrece haysiyeti, salyangoz kadar omurgası, insaftan haberi, izandan behresi, zarafetten nasibi yoktur" diye tanımladığı kişiler hakkında "Bu tipler her yerde karşınıza çıkabilir. Bazen bir koltuk işgal ederler, bazen bir köşe, bazen bir mikrofon" dedi. Tuncer, "Bu kişiler, Reis'e en büyük zararı verdikleri için mi kötüler?" diye sorarak, "Bu kişilere şayet Reis’e zarar verdikleri için kötü diyorsak kötüyü ve iyiyi fayda-zarar hesabı üzerinden tarif ediyoruz demektir ki bu çok yanlış bir şeydir" ifadesini kullandı.

Tuncer'in "İyi kötü çirkin" başlığıyla (23 Kasım 2017) yayımlanan yazısı şöyle:

“Bu tipler Reis’e en büyük zararı veriyor, tez elden tasfiye edilmeliler!”

Bu tiplerin kim olduğuna geleceğim ama önce bu cümleyi kuranlara bir sorum var: Bu kişiler Reis’e en büyük zararı verdikleri için mi kötüler, kötü oldukları için mi Reis’e en büyük zararı veriyorlar? Bu kişilere şayet Reis’e zarar verdikleri için kötü diyorsak kötüyü ve iyiyi fayda-zarar hesabı üzerinden tarif ediyoruz demektir ki bu çok yanlış bir şeydir. Yok, eğer kötü oldukları için zarar verdiklerini söylüyorsak, faydayı ve zararı iyilik-kötülük üzerinden tarif etmekteyizdir ki bu çok doğru bir şeydir.

Kişinin yahut eylemin iyi-kötü ve/ya doğru-yanlış olmasında tek mihenk hak ve hakikattir. Kişiler ve eylemler bize yahut sevdiklerimize sağladıkları fayda sebebiyle değil, hakikate nispetlerine göre iyi-kötü, doğru-yanlış diye tarif edilir. Aksi halde bize faydası olduğu düşüncesiyle kötüyü ve yanlışı sahiplenip bize zararı olduğu vehmiyle iyiyi ve doğruyu ortadan kaldırmak durumunda kalırız. Şöyle ki; filan adam gitmeli çünkü Reis’e zarar veriyor dediğiniz takdirde aynı adamın Reis’e faydalı olmak şartıyla kalmasına da rıza göstermiş olursunuz. Dahası iyiyi ve doğruyu yanlış bir referans noktası üzerinden tespit etmeye başlarsınız. Böyle demekle aslında savunduğunuz şu olur: Namussuz ama faydası var, ahlaksız ama işe yarıyor, karaktersiz ama katkısı çok. Ayrıca bu cümleyi bu anlamı yükleyerek kurabiliyor olmanız, kabul etmeseniz de tersinden bir başka şeyi daha söylediğiniz manasına gelir: “Falan adam iyi, söyledikleri de doğru ama Reis’e zarar veriyor öyleyse tasfiye edilmeli! Ahlaklı ama zarar veriyor, doğru söylüyor ama eleştiriyor, şahsiyetli ama itaat etmiyor.” İş bu noktaya geldi mi, filan güzel adam niçin hiçbir gazetede yazamıyor diye sorma hakkınız da kalmaz, falanca kişi bunca namussuzluğuna rağmen nasıl o koltukta oturuyor diye sorgulama hakkınız da!

Devlete faydası yahut zararı üzerinden insanları iyi-kötü diye tasnif etmek bizim değil devletin meselesidir. Kaldı ki devlet ve devleti yönetenler zaman zaman kötü ve yanlış adamlardan istifade edebilirler. Etmelidirler demiyorum, edebilirler ancak bizim, bu istifade durumundan vazife çıkartarak iyi ve doğruyu  fayda-zarar üzerinden tarif etmeye başlamamız bizi çıkmaz bir sokağa sürükler, derdim budur. Kötü kişileri bizim doğrumuzun savunuculuğunu yapıyor diye sevmeye başlarsak, iyi adamlara bizim yanlışımızı eleştiriyor diye sövmek normalleşir. Eleştirdiği için yerinden edilen iyi adamların boşluğunu da methettiği için iyi ilan edilen kötüler doldurursa seyreyle gümbürtüyü. Bir de bakarsınız ki şarap kadehini elinden düşürmeyenin birisi size dininizi nasıl yaşamanız gerektiğini anlatıyor, düne kadar karşınızda olan birisi kendisi doğmadan evvel yanınızda duran birisinin itibarını sizin adınıza boğazlıyor, kimin babasının kimin oğlu olduğundan habersiz birisi size tarih üzerinden gündem yorumluyor, herkesten fazla bağırmaktan ve herkesten fazla eğilmekten başkaca meziyeti olmayanın birisi de kalkmış sizi savunuyorum zannıyla sizin mukaddeslerinize giydiriyor! Kusura bakmayın ama yaşadığımız bundan ibaret ve bu vebal hepimizin. Kötülere bizim derdimizin amigoluğunu yapıyor diye iyi dedik, iyilere bizim davamızın sloganını atmaktan imtina ediyor diye kötü dedik, bir de baktık ki ortada ne doğrudan eser kalmış ne güzelden bir haber! Unutmayın şu anda bayrağınızı sallıyor diye iyi zannettiğiniz bütün kötüler aslında elindeki bayrağa burnunu silecek bir kuytu köşeyi henüz bulamadığı için bayrağınızı sallamaya devam etmektedir. Savunulamayacak kadar büyük bir cürüm işleyeceği güne kadar bu tiplere iyi muamelesi yapmaya devam edeceksek biz de bu hale müstahakız demektir.

Kim bu tipler diyeceksiniz. Arz edeyim.

Bunların muhkem sabitesi, doğru referansı, hakikat derdi, asgari şahsiyeti, zerrece haysiyeti, salyangoz kadar omurgası, insaftan haberi, izandan behresi, zarafetten nasibi yoktur. Ne üslup bilirler ne mukaddes tanırlar. Duruşlarını, menfaat umdukları kişilerin küçük bir göz işaretiyle belirler, kıblelerini yükseklerden esen rüzgâra göre tayin ederler. Hal böyle olunca dün sövdüklerini bugün sevebilirler, sabah sevdiklerine akşam sövebilirler, bugün yanlış dediklerine yarın doğru diyebilirler. Fırıldak, bu tiplerin yanında sabit bir şey gibi kalır. Rüzgâr esmediği zamanlarda yönlerini nereye döneceklerini bilemez, pozisyon almak için bekledikleri kaş göz işaretinden mahrum kalırlarsa kör olurlar. Hiç bir halükarda yüzleri kızarmaz, utanmak nedir bilmezler, mayaları çirkefle karılmıştır. Hiçbir konuda tam anlamıyla bilgileri yoktur fakat her meselede zırvalayacak kadar malumatları vardır. Sefil malumatfüruşluklarını mütefekkirâne eda ile pazarlayacak çığırtkanlık ve şaklabanlıkları sayesinde etraflarına samimi ama saf zihinlerden oluşan kuru kalabalıkları toplarlar. Bu kalabalıklar yeri geldiğinde silah, ihtiyaç olduğunda kalkan, boş kaldıkları vakitlerde ise attıkları üstad naraları ile motivasyondur.

Bu bazı tipler her yerde karşınıza çıkabilir. Bazen bir koltuk işgal ederler, bazen bir köşe, bazen bir mikrofon. Koltuk işgal edeni, odasına uğramazsanız tanımak zorunda kalmazsınız fakat köşe ve mikrofon sahipleri için böyle bir bahtiyarlığınız maalesef yoktur. Televizyonu açar çemkirirken görürsünüz bunları, Twitter’a girer saçmalarken görürsünüz, gazeteyi açar ortalığı birbirine katarken görürsünüz. Rahatsız olursunuz. Öyle samimiyetsiz bir tonları vardır ki bu tiplerin, sizin doğrunuzu savunsalar bende bir yanlışlık var dersiniz, sizi savunsalar insanlığınızdan şüpheye düşersiniz. Bunlar ellerine kalem alınca, karşılarında kamera görünce insanmış gibi yaparlar fakat “gibi” de bir yere kadardır. Bir gaflet anı gelir, bir an boş bulunur, yıllardır biriktirdikleri özgüveni kendi alınlarına silah gibi dayadıklarını fark etmeden, telafisi mümkün olmayan, geri dönüşü imkânsız bir şey yazar yahut söyleyiverirler. Olan olmuş, kumdan kale yıkılmıştır artık, geçmişler olsun.

Bize düşen o kaleler yıkılmadan evvel oraları mesken eyleyen kötülere kötü, yaptıkları yanlışlara yanlış, çirkinliklere çirkinlik diyebilmektir. Bunu yaparken de tamahkâr bir tüccar gibi fayda zarar hesabı ile değil; hakiki bir Müslüman hasbîliği içinde faydadan feragat ederek zararı göze alarak kötünün kötülüğünü, çirkinin çirkinliğini, yanlışın yanlışlığını ifade edebilmektir.

Haydi diyelim kötüye kötü diyecek kadar cesaretimiz yok, hiç olmazsa yanlışa doğru demeyecek kadar kendimize saygımız olsun!