Amerikalı dürüst bir sporcunun öyküsü: Genç Boksör

Genç-Boksör

Genç Boksör

JACK LONDON

çev. Saffet Günersel Kırmızı Kedi Yayınları 2020 88 s.

Amerikalı yazar Jack London’ın 1911’de tefrika edilen ve 1913’te yayınlanan Genç Boksör öyküsü, boks sporunun erken döneminde yaşananları anlatır. Paranın sporla, sporcuyla ve seyirciyle ilişkisinin sporun doğasına ne denli ters olduğunu anlatan London, bu çürümeyi sürükleyici ve çarpıcı dille kaleme almıştır. Kitap, önce The Abysmal Brute ismiyle 1923’te, Conflict ismiyle de 1936’da beyazperdeye aktarılmıştır…

AHMET EKEN

19. yüzyılın ikinci yarısında yeniden şekillenen, sporcu ve seyirci sayısı hızla büyüyen boks, kısa bir süre sonra para kazanmak için her yolu mubah gören çetelerin ilgi alanı olur. Boks, karşılaşmaların alınıp satıldığı, maçların sonuçlarının çetelerce belirlendiği bir spor haline gelir. Boksörlerin tek görevi, bir süre heyecanlı, kolay yoldan yalnızca küçük bir bahis oynayarak para kazanma umutlarıyla bağırıp çağıran seyirciyi oyalamak olur. “Kuralların” (!) dışına çıkanlar veya bu pisliklere tahammül edemeyenler ringlere sonsuza kadar çıkamaz. Jack London, Genç Boksör isimli kitabında boks dünyasındaki çirkinliklere dayanamayan ve profesyonel boksu bırakan bir boksörü anlatıyor.

Her şey uzun yıllar ünlü boksörlerin menajerliğini yapmış olan Sam Stubener’ın bir mektup almasıyla başlar. Bir zamanların tanınmış boksörü Pat Glendon tarafından yazılmış olan mektupta genç bir boksör adayından övgüyle bahsetmekte, yüz kilonun üzerinde, yirmi yaşında ve yumruğu en güçlü boksörlerden bile daha güçlü olan bir genci alıp çalıştırması, boks dünyasına sokması istenmektedir. Bu gencin ismi de babasının ismi gibi Pat Glendon’dur. Hafızasını biraz zorlayan Stubener, Glendon’un bir zamanların ünlü boksörü olduğunu hatırlar. Uzun zaman boks dünyasının önde gelen isimleriyle maçlar yapmış, ancak daha sonra boks dünyasından ayrılıp izini kaybettirmiştir. Artık onu hatırlayan bile pek kalmamıştır. Mektubu okuduktan sonra dışarı çıkan Stubener boks çevrelerinden bir arkadaşına rastlar ve ona Glendon’u sorar. Arkadaşı bu eski boksörü tanıyordur ve ona Glendon’un karısı öldükten sonra her şeyi terk ederek küçük çocuğuyla birlikte kentten, hatta köyden bile uzakta, ormanlık bir yerde yaşamaya başladığını söyler. Tüm bu gelişmelerden sonra Stubener bu eski boksörü ziyaret edip sözünü ettiği oğlunu görmeye karar verir. Ertesi gün trene binen Stubener en yakın kasabaya ulaşır, ancak eski boksör ve oğlunun yaşadığı yer buradan hayli uzaktadır. Bunun üzerine bir at kiralar ve yolculuğunu önce at, sonra katır sırtında tamamlar. Glendonların yaşadığı kulübeye ulaşır, kapıyı iyice yaşlanan eski boksör açar ve boynuna sarılarak, “Geleceğinizi biliyordum” der.


Jack London, San Francisco Bohemya Korusu’nda, 1904.

Stubener’in mektubunu ziyaretiyle cevaplamasından çok memnun olan Glendon ona kahve ve ayı pirzolası ikram eder ve oğlunun geyik avlamak için ormana gittiğini, sabaha doğru geleceğini söyler. Geldiğinde onunla bir maç yapmasını önerir.

Pat Glendon’un dönüşünü beklerken yaşlı boksör oğlunu anlatır:

Onu sağlıklı büyüttüm. Yaşı yirmi iki, ağzına bir damla alkol koymadı, tek bir sigara bile içmedi. (…) O böyle biri işte, o bir dev, doğduğundan bu yana hep doğayla iç içe, öyle beslendi. Bekleyin de sizi ava götürsün. (...) Tüm av araçlarını taşırken sırtına bir de geyik yükler. Tam bir doğa çocuğudur o. Yaz kış demeden dışarıda uyur, açık havada kendini rahat hisseder. (…) Tek endişelendiğim nokta şu; bir evin içinde nasıl yatacak ve ringe çıktığında sigara dumanına nasıl katlanacak? (…) Bu arada kendisi doğru dürüst bir eğitim görmedi, arada bir eline geçen birkaç kitap olduysa da aslında hiç bozulmamış bir oğlan, bunu fark edeceksiniz. Büyük şehirlerden korkuyor. Onlar hakkında kitaplar okudu ama bulunduğu şehirlerin en büyüğü, yakındaki kasaba Deer Pick.

Ayrıca genç Glendon şiire acayip yatkındır. Yakınlardaki köyün kızıl saçlı genç öğretmeni sayesinde bazı şairlerin kitaplarıyla tanışınca bu ilgisi giderek çoğalmıştır, ama kadınlardan ürkmektedir! Verdiği şiirleriyle aklını çelmeye çalışan kadın öğretmenin âşık olduğunu anlayınca yorganını, tüfeğini kapıp ormana kaçmış, bir ay ortalıkta görünmemiştir. Yaşlı boksör bunun bir meziyet olduğunu, çünkü kadınların bazı boksörlerin başını yediklerini belirtir. Sohbet gece boyunca devam eder, Stubener’e ona nasıl boksu öğrettiğini anlatır. Tüm bildiklerini göstermiş, aktarmıştır. Sabaha doğru yataklarına çekilirler.

Sabahleyin henüz uyanmışlardır ki, kulübenin kapısı açılır ve içeriye dev gibi bir genç adam girer. Sırtladığı koskoca geyiği hiç hissetmiyor gibidir. Giyimi sade, mavi renkli bir işçi tulumundan ibaret olan adamın ayaklarında dağcıların giydiği cinsten değil de mokasen ayakkabılar vardır. Yüz kiloluk vücut ağırlığına ve sırtındaki yüke rağmen yürüyüşü çok esnektir. Stubener görünüşünden etkilenir. Sıradışı ve tuhaf biri olduğunu düşünür. Sıradan boksörlerden başka bir şeydir, orman yaratığı gibi bir şey!

Menajerin gözünden genç adamın çok konuşmayı sevmediği kaçmaz, babası tanıştırdıktan sonra tek kelime etmeden işe koyulur ve kahvaltıyı hazırlar. Kahvaltıda yaşlı Glendon, Stubener’in niçin geldiğini açıklayınca genç Pat nihayet ağzını açar ve gitmek istemediğini söyler. Ancak babası öfkeyle gidip büyük şehirlerde boks yapacağını söyleyince inat etmez ve Stubener ile birlikte San Francisco’ya doğru yola çıkarlar.

San Francisco’ya vardıklarında sıkıntılar başlar. Pat büyük şehre bir türlü ısınamaz, geride bıraktığı ormanı ve dağları özler. Sürekli Stubener’i sıkıştırmaya başlar: “Ben buraya maç yapmaya geldim. (…) Nerede bu Jim Hanford?” Menajer onu şampiyon bir boksör olduğu için Hanford’la hemen maç yapmasının mümkün olamayacağına güçlükle ikna eder. Önce başka boksörlerle maçlar yapıp adını duyurması gerekmektedir. Pat çok seyrek dışarı çıkar ve evde sürekli halk kütüphanesinden aldığı şiir kitaplarını ve romanları okur. Daha sonra Stubener onu arkadaşlarının yakınlardaki çiftliğine yerleştirir. Ve Pat vaktini balık tutarak geçirir. Menajer sonunda bir maç ayarlar. Nihayet dört ay sonra ringe çıkan genç Glendon rakibini tek bir yumrukla nakavt eder. Ardından yapılan maçlarda da durum değişmez, maçlar başladıktan sonra Pat’ın ilk ve tek aparkatı ile biter.

Stubener karşılaşmaların bu halinden memnun değildir. Pat’ı uyarır:

Mesele şu, ringe çıktığında biraz müsamahalı olmalısın, kendini öbür boksörlere düşman etme, yaptığın şey halkın da hoşuna gitmiyor. Millet verdiği para karşılığında bir şeyler görmek ister. (…) Karşına çıkacak rakip bulamayacaksın. (…) Sen on saniyelik bir maça on dolar verir misin?

Pat ikna olur ve karşısındaki boksörleri on on iki raunt idare ettikten sonra nakavt etmeye başlar. Ve ikinci yıl, birinci sınıf boksörlerden yarım düzine kadarını yener. Bu arada yaptığı maçlardan kazandığı parayla zengin bir adam ve tanınmış bir boksör olmuştur. Tüm bunlar olurken Stubener onu boks dünyasının pis dedikodularından, spor uzmanlarının (!) bulaşmalarından uzak tutar. Adeta dış dünyayla onun arasına bir duvar örer.

Pat zirveye uzanan merdivenin basamaklarını hızla tırmanır, şampiyon Jim Hanford ile karşılaşması için yenmesi gereken az sayıda boksör kalmıştır. Bunlar da yapıldıktan sonra Pat şampiyonla ringe çıkabilecektir. Bu maçlardan sonrası için Stubener ile Hanford’un menajeri buluşup iki boksörün karşılaşmasına karar verir. Bu Pat’ın San Francisco’ya geldiğinden bu yana yapmak istediği maçtır.


1936’da David Howard’ın yönettiği Conflict filminin afişinde John Wayne.

O günlerde Courier Journal haber müdürü, zor işlerin altından başarıyla kalmış muhabiri Maud Sangster’den gidip Pat ile röportaj yapmasını ister. Zengin bir ailenin kızı olan Maud, ait olduğu sınıfın kadınlarından beklenen bir yaşamı reddetmiş, uzun bir Avrupa yolculuğundan döndükten sonra “soylu” taliplerini elinin tersiyle iterek sporla ilgilenmeye başlamış ve Kaliforniya’nın tenis şampiyonu olmuş, sadece erkeklerin yer aldığı polo kulübüne ilk katılan kadın olarak büyük ilgi toplamıştır. Bir süre sanat okur ve şehrin Latin mahallesinde yaşar. Toplumun düşünceleri ona vız gelir! Bir süredir gazeteciliğe merak sarmış ve kısa zamanda önemli röportajlar yapmıştır.

Maud o güne kadar boks dünyasından uzak durmuş bir gazetecidir ama Pat hakkında yazılanları görünce merak eder ve onu Nat Powers ile yapacağı maç öncesi antrenman salonunda bulur. Pat kendisiyle bir kadın gazetecinin röportaj yapacağını öğrenince ilk başta bunu istememiştir, ancak kızı görünce, Jack London’ın sözleriyle, “Mavi gözlerle kurşuni gözler çatışır, sanki uzun zamandır birbirini arayıp sonunda buluşan bir kadın ve bir erkek vardır odada ve tüm bunlar bir saniye içinde olur”. Her ikisi de şaşkındır, Pat kendisine dünyada böyle birinin olup olmadığını sorar ve birden farkına varır, kızın sıkmak için uzattığı eli hâlâ elindedir!

Konuşmalara devamlı olarak menajer müdahale ettiği için röportaj pek iyi olmaz ama Maud ansızın bazı maçların şikeli olup olmadığını sorar. Gazetenin yayın yönetmeninin dediği gibi bu işte büyük paralar dönmektedir. Hangi rauntta biteceğine menajerler mi karar vermektedir, bununla ilgili tüyolar mı alınıp verilmekte ve bahisler mi oynanmaktadır? Stubener tüm bunları reddeder, ancak Glendon yarın akşamki maçın kaçıncı rauntta biteceğinin çoktan kararlaştırıldığını duyunca, “Yalan bu” diyerek meydan okur. Ama Maud maçın on altıncı rauntta bitirileceğini söyleyince şaşırır. Evet, maç on altıncı rauntta bitecektir ama Pat bunu sadece para ödeyen seyirci biraz daha boks görsün diye yapacaktır. Başını menajerine çevirir, çünkü bunu bir tek o bilmektedir. Stubener’in rengi atar, kapının eşiğinde durmaktadır. Pat ona “Bunu sonra konuşuruz” der ve dışarı çıkmasını ister. Glendon, Maud’a maçı on altıncı rauntta bitirmeyeceğini söyler ve gazeteciye o güne kadar namusuyla dövüştüğünü ve hep böyle yapacağını söyler. O güne kadar profesyonel maçları düzenleyenlerle ve uzmanlarla haşır neşir olmamıştır ve olmayacaktır. Kararını açıklar, boksu bırakacaktır!

Boks sohbeti sona erdikten sonra, Pat “bütün doğallığıyla ve samimiyetiyle” Maud’a onu bir kez daha görmek istediğini söyler. Kız antrenman salonundan “tanıdığı diğer erkeklerdeki kaypaklık ve sinsilikten” uzak Pat’tan büyülenmiş olarak çıkar!

Nat Powers karşılaşması bir skandalla, iki menajerin kararlaştırdıkları gibi Nat’ın hileli bir şekilde nakavt olmasıyla biter. Glendon çok sinirlenmiştir, Nat yumruğu neredeyse yüzüne değmeden yere düşmüş ve nakavt olmuştur! Tebrik etmek için yanına gelen Stubener’e küfreder: “Allah belanı versin.” Ertesi gün Pat, Maud’u görmek için gazeteye gider, kız onu soğuk karşılar, ancak Pat durumu izah etmek için gelmiştir, anlatacaktır. Maçtan sonra babasının arkadaşlarından yaşlı bir boksörlerden öğrendiklerini, maçlardan önce ve sonra yapılan namussuzlukları Maud’a tek tek sıralar. Kendisi, menajerinin taktığı isimle “safdil”dir. Stubener onu tüm dalaverelerinde kullanmıştır. Tom Cannam ile yapacağı maç bunun bir parçasıdır.

Ancak bütün bu olup bitenin tek iyi yanı Pat’ın Maud’u tanımış olmasıdır. Yani hayatının kadınını… Kız şaşkın vaziyette Pat ile birlikte dışarı çıkar, Pat bir taksi çevirir ve nereye gittiklerini soran Maud’a Sacramento’ya gideceklerini söyler, orada evleneceklerdir. Birkaç gün sonra Pat son bir kez daha ringe çıkacağını ve her şeyi açıkladıktan sonra boksu bırakacağını söyler: “Stubener’e ve müşterek bahisçilere bir kazık atmak istiyorum.”…

Jack London’ın bu novellası nedense öteki eserleri arasında hak ettiği ilgiyi görmemiştir. Jack london denince onun sosyalist kimliğine ya da doğaya ilişkin metinlerine odaklananlar, bu eseri genellikle gözden kaçırmışlardır. Eserin gerçek olaylara dayandığı, sadece isimlerin London tarafından değiştirildiği de rivayet edilir.

•