Kurak Günler: Arzu, çıkar ve iktidar sorunları

“Kurak Günler’de kitle linç kültürünü üretir ve arzular. Sadece çıkarı olduğu için değil, arzunun kendisi temsillerle saptırılmış bir gücün şiddetine doğru eğilim göstermiş olduğu için... Filmin kıymetli tarafı da bu: Arzunun gerçekliğine yoğunlaşması.”

26 Ocak 2023 21:30

Emin Alper’in çokça tartışılan filmi Kurak Günler, toplumsal tarihten veya birçok sanat eserinden aşina olduğumuz meseleleri farklı bir yorumla konu edinmesiyle dikkat çekiyor.[1] Küçük bir kasabadaki yaşam biçimi ve onun ürettiği şiddet kültürü üzerinde yoğunlaşan film, sadece toplumsal kültürdeki şiddetin varlığını görünür kılmakla yetinmiyor, bizi şiddetin gerçekliğiyle sarsarak aynı zamanda bunun nasıl mümkün olabildiğini sorgulamaya da itiyor. Kurak Günler’in sarsıcı kuvveti de film boyunca sahnelenen şiddetin kendisinden ziyade insanların bu şiddeti arzuladığı gerçeğiyle yüzleştiriyor olmasından kaynaklanmakta. Bu anlamda film bizleri, toplumsal yaşam biçimlerimizde linç kültürünün neden ve nasıl üretilebildiğini ve hatta arzulandığını tartışmaya davet ediyor.

Savcı Emre ve gazeteci Murat’ın köy halkı tarafından linç edilmek istendiği sahnede şiddet arzusunu, görünürde toplumun kendi çıkarına bir tehdit unsurunu ortadan kaldırma isteği olarak açıklamak mümkün. Zira Yanıklar köyünün yabancısı olan savcı ve görece toplumun dışında kalan gazeteci, mevcut iktidar ve halk tarafından köyün su ihtiyacına engel olmakla suçlanmıştı. Oysa gerçekte ikisi de köyün ya da halkın değil, iktidarın çıkarına ters düşmüşlerdir. Çünkü biliyoruz ki, Yanıklar köyünde gerçekte tek bir çıkar söz konusu: İktidar olanın kendi çıkarı. Başka bir deyişle esas çıkar, köyün yaşamını tehdit etme pahasına da olsa (obruklar) Yanıklar köyünün belediyesinin yaklaşan seçimleri tekrar kazanması. Bunun da ötesinde, var olan kurulu düzende, doğa da dahil her şey aslında iktidarın tasarrufunda. En azından iktidarı temsil edenlerin yönetim biçimi ve eylemleri bunu yansıtmakta.

Bu anlamda belediyenin, çıkar adı altında halkı örgütleyerek kendi iktidarını devam ettirdiğini söylemek mümkün. Fakat çıkarı merkeze alarak düşünmek, bizleri halkı cehaletle veya bilinçsizlikle yargılama hatasına düşürebilir. Çünkü aklımızdaki soru: Köyün yanı başında beliren obrukları gören ya da sorgulayan hiç kimse yok mu? Kuşkusuz böyle bir yorum, toplumsal dinamikleri anlamaya çalışmada kolay bir yol olurdu. Fakat filmin kendisi, çok tanıdık ama çok da önemli olan söz konusu sorunlar karşısında perspektifimizi değiştirmeye zorluyor bizi. Kurak Günler’in kıymetli tarafı da bu: Arzunun gerçekliğine yoğunlaşması.

Söz konusu arzu[2] olduğunda ise sadece çıkarı açıklayabilen bilinç alanından ziyade bilinçdışı alanı da dikkate almak zorunda kalıyoruz. Çünkü öncelikle arzunun bilinçdışı bir biçimde her zaman gücün derecesine göre eğilim gösterdiğini belirtmemiz gerekir. Böylece arzu hakkındaki her konuşmamız, güç kavramının kendisiyle de ilişkilenmekte. Bu anlamda toplumsal sahada da arzu akışlarına yön verenin gücün kendisi olduğunu söyleyebiliriz. Arzu ve güç arasındaki bu ilişki biçimini filmin en çarpıcı sahnelerinden takip etmek mümkün. Zira filmin henüz ilk sahnelerinde, adeta bir şölene dönüşmüş vahşet dolu güç gösterisi (domuz avı) ve onun peşi sıra sürüklenen kitlenin hazzı gerçekliğiyle sarsılmamak imkânsız. Dolayısıyla filmde halkın arzusunu yöneten veya örgütleyenin toplumsal formdaki güç algısı olduğu dikkat çekmekte.

Fakat filmde, bir gerçeklik olarak gücün kendisinden ziyade temsille bağdaştırılmış güç[3] anlayışının toplumsal sahaya yayılmış olduğunu vurgulamak gerekir. Çünkü böyle bir anlayış, aslında sadece var olan kurulu düzeni ve değerleri temsil etmekte. Dolayısıyla Kurak Günler’in perdeye yansıttığı toplumsal örgütlenme biçimindeki güç temsilinin, etkin veya üretici olan arzu yerine ancak mevcut üretilmiş değerler üzerinden kendisini var eden veya muhafaza eden bir arzu biçimi ürettiğini söyleyebiliriz.


Emin Alper

Bununla beraber reel yaşamımızda olduğu gibi Yanıklar köyünün toplumsal kodlarında da bu temsil erkeklikle özdeşleşmiş durumda.[4] Bu anlamda filmde savcı Emre ve gazeteci Murat’ın mevcut iktidarın ürettiği güç temsillerine uymayan ilk eylemlerinde, öncelikle eksiklik ve suçlulukla itham edilmesi önemli. Zira avukat Şahin’in savcıyı evine davet etmesi biraz da onun “eksikliğini” test etmek için değil midir? Filmdeki tecavüz olayını domuz avı sahnesinden bağımsız düşünmek mümkün müdür? Yine iktidarı temsil edenlerin yanı sıra bütün köy halkının linç arzusu da eril temsile aykırı olanı ortadan kaldırma isteğinden kaynaklanır.

Çünkü Yanıklar köyünde verili egemenlik biçimi, gerçekte olumlu bir değer taşıması gereken arzuyu bastırarak veya saptırarak tepkisel olana dönüştürür. Böylece toplumsal sahaya yayılan arzu üretimi, temsile uymayanı (öteki, doğa, kadın, azınlıklar, vs.) olumsuzlayan eylemler üretir. Bu bağlamda evet, Kurak Günler’de kitle linç kültürünü üretir ve arzular. Sadece çıkarı olduğu için değil, arzunun kendisi temsillerle saptırılmış bir gücün şiddetine doğru eğilim göstermiş olduğu için.

Daha önemlisi, böyle bir toplumsal sistemin yeni veya farklı olan hiçbir değer üretmemesidir. Filmde Yanıklar köyü, sadece taşrada küçük bir köy olduğu için değil, farklı olan hiçbir şeye yaşam alanı bırakmayan bir düşünme biçimi üretmiş olduğu için kapalı bir mekânı yansıtır. Hâkime Zeynep ile savcı arasında geçen konuşma bunun en güzel örneğidir. Çünkü Zeynep dışardan gelmiş biri olarak bilir ki, köyde var olan kurulu düzene entegre olmak dışında başka hiçbir yaşam şansı yoktur. Savcıya telkin ettiği şey pasif bir edilgenliği ifade eder.

Dolayısıyla arzunun bu sapmasında, toplumsal üretimin de nasıl daraldığını da görmek gerekir. Çünkü böyle bir kısırlıkta düşüncenin veya anlamın kendisini üretmesi de mümkün değil. Bu bağlamda Kurak Günler, evet kendisini çokça tekrar eden ama halen aşamadığımız güncel toplumsal sorunlarla bizleri yüzleştiriyor. Ama aynı zamanda yüzleşmenin de ötesinde gerçek anlamda sorunları anlamaya çalışarak kaçış hatlarını da sorgulamayı deniyor. Toplumsal yapının bu çıkmazlarını düşünecek olduğumuzda, filmin son sahnesindeki kaçış eyleminin de negatif bir değerden ziyade pozitif bir nitelik yüklendiğini söylemek mümkün.

Nihayetinde filmin bizlere hatırlattığı gibi biliyoruz ki, kitlelerin faşizmi gerçekten de arzuluyor olması mümkün. Fakat böyle bir arzuda hangi toplumsal dinamikler çalışır? Belki de sistemin ürettiği sorunlarla gerçekten yüzleşebilmek için en baştan düşünme biçimlerimizi değiştirmemiz gerekir. Kurak Günler bunu yapmayı deniyor.

 

NOTLAR: 


[1] Hazal Bozyer, Kurak Günler’le ilgili yazısında birçok edebi eserle olan tematik benzerliklerine dikkat çekmişti. “Kurak Günler, Memleket Edebiyatı ve Başka Şeyler”, K24.

[2] Deleuze ve Guattari, yaşamın üretici kaynağı olarak arzunun etkin bir nitelikle toplumsal sahaya da yatırım yaptığından, fakat toplumsal örgütlenmelerdeki yeryurtlarla arzunun nasıl saptırıldığından bahsederler. Bkz. Gilles Deleuze, Felix Guattari, Anti-Ödipus: Kapitalizm ve Şizofreni 1, çev. Fahrettin Ege, Hakan Erdoğan, Mustafa Yiğitalp, Bilim ve Sosyalizm Yayınları, 2017.

[3] Nietzsche’ye göre temsil üzerinden anlaşılan güç kavramı, yeni değerler yaratmak yerine etkin olmayan nitelikleri ifade eder. Aslında şizo-analitiğin arzu kavramını Nietzsche’nin güç istenciyle beraber düşünmek gerekiyor. Bkz. Gilles Deleuze, Nietzsche ve Felsefe, çev. Ferhat Taylan, Norgunk Yayıncılık, 2011 veya bkz. Friedrich Nietzsche, Güç İstenci, çev. Nilüfer Epçeli, Say Yayınları, 2022.

[4] Gönül Kıvılcım, Kurak Günler’de erkeklikle ilgili yazmıştı. Bkz. “Erkeklikten Çıkış Yok Mu?”, K24.