Varlığın özünü yakalayan mimar ve filozof Louis I. Kahn’a bir bakış

Pera Müzesi'nde ziyaretçilerini bekleyen Louis Kahn'a Yeni/den Bakış sergisi, 20. yüzyıl mimarlığının önemli isimlerinden, filozof ve eğitimci Louis Kahn'ın dünyasına, Cemal Emden'in fotoğrafları aracılığıyla bakmamızı sağlıyor

28 Aralık 2017 13:58

Pera Müzesi’nin basamaklarını, sergi koordinatörlerinden Yasemin Ülgen ile çıkarken, henüz merdivenin sonunda beni neyin karşılayacağından haberim yok. Fırtına ve yağmurla sarsılan karanlık ve gürültülü bir İstanbul’u dışarıda bırakmış, kulaklarımda Ülgen’le yaptığımız Louis Kahn’a dair sohbetin kelimeleri hâlâ asılı dururken, merdivenleri çıkmayı sürdürüyorum. Basamaklar sona eriyor, ben sağa dönüp sergi salonuna giriyorum. Ve bir anda zaman ve mekân siliniyor sanki. Nefesim kesiliyor çünkü beni “gürültülü” bir sessizlik karşılıyor. Louis Kahn’ın dinginlikle süzülen, anıtsal yapılarının fotoğrafları karşımdaki duvarda video projeksiyonla akıp geçerken, insan ruhunun ancak kendinden yüce bir şeyle karşılaştığında yaşadığı o huşu duygusuyla sarmalandığımı hissediyorum. Bu yapılarda farklı bir şey var. Sessizlik ve ışıkla örülmüş, bu anıtsal yapılar ilahi bir duygu geçiriyorlar insana. Susmak istiyorsunuz. Susmak ve onları seyrederek, kendinizi güzelliklerine teslim etmek… Aniden anlamanın sıcaklığıyla bir gülümseme yayılıyor dudaklarıma çünkü ben bu duyguyu çok iyi anımsıyorum.

*

“Bugün piramitleri gördüğünüzde, hissettiğiniz sessizlik duygusudur” diyor Louis Kahn. Onun eserlerinde de tam da bu duygu hâkim işte: dingin ve yüce bir sessizlik. Neredeyse tanrısal bir huşu duygusu… Louis Kahn, bugün dünya mimarlık tarihinin en önemli isimlerinden biri olarak kabul ediliyor. Ama aslında o yalnızca bir mimar değil, aynı zamanda filozof. Ancak bir farkla, düşüncelerini kitaplar yerine binalar, anıtlar ve mekânlarla ifade eden bir filozof. “Mimarlık dondurulmuş müziktir” diyecek kadar müzisyen ve “Şair güzellik ve varoluş hakkında düşünür. Ancak şiir sadece bir bağıştır, şairine daha az olan bir bağış… Mimarlık ürünü, mimarlığın ruhuna ve onun şiirsel başlangıcına dair bir armağandan öte bir şey değildir” diyecek kadar da şair. Bir diğer deyişle, tam bir “Rönesans adamı.” Bununla birlikte, düşünce dünyasını takip edebileceğimiz çok sayıda makale ve not da bırakmış ardında. Tüm bunları ise bugünlerde gerçekleşen bir sergiden ve sergi için hazırlanan kapsamlı kitap/ katalogdan öğreniyorsunuz.

Hindistan İşletme Entstitüsü, Ahmedabad, Hindistan, 1962-74Pera Müzesi’nin Seranit Grup sponsorluğunda ve Arçelik’in desteğiyle düzenlediği Louis Kahn’a Yeni/den Bakış: Cemal Emden’in Fotoğrafları -Çizimler ve Resimler sergisinin küratörlüğünü mimar N. Müge Cengizkan, kataloğun tasarımını Bülent Erkmen üstlenmiş. Mimar ve fotoğraf sanatçısı Cemal Emden’in belgelediği ve Kahn’ın yapılarına yeni bir bakış sunan fotoğrafları merkezine alan sergi, geçen haftalarda ziyarete açıldı ve 4 Mart 2018’e dek de ziyarete açık. Sergi, Kahn’ın tüm yaşamını geçirdiği, çalıştığı ve eğitmenlik yaptığı Pensilvanya’nın yanı sıra, Dakka ve Ahmedabad’da bulunan mimarî yapıtlarına ait çizim ve fotoğraflar ile Avrupa seyahatlerinde gerçekleştirdiği karakalem, pastel ve suluboya ile ürettiği eskizleri bir araya getiriyor. “Işıkla tektonik,” “Yeri kurmak,” “Programı yoğurmak” temaları çerçevesinde kurgulanan sergi kapsamında, bir dönem Amerika’da öğrencisi olmuş Orta Doğu Teknik Üniversitesi kökenli mimar-eğitimcilerin deneyim ve düşüncelerini paylaştıkları kısa filmler ile Kahn’ın yazdığı veya Kahn üzerine yazılan kitaplardan bir seçki de sunuluyor.

Louis Kahn’a Yeni/den Bakış: Cemal Emden’in Fotoğrafları -Çizimler ve Resimler sergisine eşlik eden, editörlüğünü N. Müge Cengizkan’ın, tasarımını Bülent Erkmen’in yaptığı katalog, N. Müge Cengizkan, Jale Erzen, Ahmet Gülgönen, Gönül Aslanoğlu Evyapan, Neslihan Dostoğlu, Cengiz Yetken, Yıldırım Yavuz, Orhan Özgüner’in makalelerinin yanı sıra, Kahn’ın Türkçeye ilk kez çevrilen kült metinlerinden “Sessizlik ve Işık,” “Oda, Sokak ve İnsanlığın Uzlaşısı” ve “Mimarlıkta Kanun ve Kural”ı içeriyor.

Piazza Del Campo No.2 Siena, İtalya, 1951 ‒ Kağıt üzerine pastel, Nathaniel Kahn Koleksiyonu Müge Cengizkan, hazırladıkları kitapta “Louis Isadore Kahn, 20. yüzyıl dünya mimarlığının önemli yaratıcı aktörleri Le Corbusier, Frank Lloyd Wright ve Mies van der Rohe ile birlikte anılan, üretimi ve söylemi kolay biçimde kategorize edilmesi görece zor bir mimar, düşünür, sanatçı, bir ‘mimarlık gurusu’” diyerek Kahn’ı anlatmaya başlıyor ve sergi ile kitabın doğuş hikâyesini şöyle özetliyor: “Kahn’ı anlamak için ‘başlangıç’ dersi sayılmasını umduğumuz Louis Kahn’a Yeni/den Bakış sergisi ve kitabı, Kahn hakkında zaman içinde belli birikimlerin olgunlaşarak kendi ifade biçimini araması ve umarız bulmuş olmasıyla ortaya çıktı. Kahn’ın, insana ait yaşantı öbeklerinin biçime veya yapıya bürünmeden önceki başlangıçlarını ifade etmek için kullandığı 'insanlığın uzlaşısı' deyimiyle anlatmaya çalıştığı gibi, bu sergi ve kitabı var eden her bileşenin henüz yazı mı, çizi mi, fotoğraf mı olduğunu düşünmeden önce, Kahn’a ilişkin özü yakalama ve yansıtma çabalarının ürünü olduğunu söylemek gerekiyor.”

Sergi ve kitap için mimar ve fotoğrafçı Cemal Emden, Kahn’ın üretimlerini yoğun biçimde barındıran Pensilvanya’dan Dakka ve Ahmedabad’a, önemli yapı ve yerleşkeleri ziyaret ederek, yapılara yeniden ve yeni bir gözle bakmak için onları fotoğraflamış. Cengizkan, “Jale Erzen’in kitap içinde Emden’in fotoğraflarını yorumlarken söylediği gibi ‘Emden aslında fotoğraf çekmiyor, mimarlığın özünü anlatıyor, yalnızca imgelerle.’ Son birkaç yıldır Kahn yapılarına belirli aralıklarla yaptığı ziyaretlerde gecesini ve gündüzünü deneyimleme şansı yakaladığı gibi, farklı mevsimlerin farklı ışık kaliteleri ve gölgeleri altında bakma fırsatı da yarattı ve bu deneyimi fotoğraflarına yansıttı. Kahn’ın hem ölçülebilen değerler için kullandığı bir metafor hem de kendisi olarak ‘ışığa’ bakan Emden, ölçülemeyen değerlere atfen kullandığı ‘sessizliği’ de yakalamaya çabaladı” diyor.

Louis Kahn’a Yeni/den Bakış: Cemal Emden’in Fotoğrafları -Çizimler ve Resimler, Tasarım: Bülent ErkmenKahn’ın özellikle ışık kullanımın öne çıktığı; yapı programını yorumladığı ve yerle ilişkisini "yeri kuran" ve "yere göre kuran" olarak değerlendiren 16 yapısına odaklanmış bu çekimler. Exeter Akademi Kütüphanesi, Yale İngiliz Sanatı Merkezi, Esherick Evi, First Unitarian Kilisesi ve Okulu, Kimbell Sanat Müzesi ve Tribune Review Yayıncılık Şirketi Binası, sergiye yansıdığı biçimiyle "Işıkla Tektonik" yoğrulmalar olarak değerlendirildi. Bangladeş Ulusal Parlamentosu (Sher-e-Bangla Nagar), Salk Biyolojik Araştırmalar Enstitüsü, Yale Üniversitesi Sanat Galerisi, Hindistan İşletme Enstitüsü ve Franklin Roosevelt Anıtı’na "Yeri Kurmak" bağlamında bakılmış. Richards Tıbbi Araştırmalar Binası, Bryn Mawr Koleji Eleanor Donnelley Erdman Salonu, Korman Evi, Fort Wayne Güzel Sanatlar Merkezi, Okulu ve Performans Sanatları Tiyatrosu ile Yahudi Toplum Merkezi Trenton Hamamı ise "Programı Yoğurmak" öncelikli yapılar olarak ele alınmış.

Louis Kahn’a Yeni/den Bakış kitabı ise, serginin yayını olmanın ötesine geçerek ele alındı” diyor Cengizkan. “Kitap öncelikle Kahn’ın ilk kez Türkçeye çevrilen üç kült metniyle, genelde yapılageldiği gibi sözlerini bağlamından çekip aforizmalaştırmadan, tam metinleri ile onun düşünce dünyasına yeniden bakmayı deniyor: Mimarlıkta Kanun ve Kural (1962), Sessizlik ve Işık (1968) ve Oda, Sokak ve İnsanlığın Uzlaşısı (1971). Kahn’ın çoğunlukla konuşmalarından oluşan yazıları, konuşma dilinin rahatlığı, Kahn’ın dili kendine özgü kullanışı, bazen kelimelerin zihnindekini aktarmada kifayetsiz kalışı nedeniyle gerçekten uydurduğu veya başka anlamlar atfettiği kelime ve deyimler nedeniyle de anlaşılması zor metinlerdir. Fakat asıl zorluk, Kahn’ın düşünce derinliğinden kaynaklanır. Belli parçaları çevrilerek çeşitli kitap, dergi ve dijital medyalarda yayımlanan Kahn metinleri, bu bütünlükte ilk kez Türkçeye kazandırılıyor. Kitabın ikinci bölümünü, ressam ve sanat tarihçisi Prof. Dr. Jale Erzen’in bugüne kadarki Kahn yazını üzerinden yeniden bakıp ürettiği yeni sözler oluşturuyor. Kahn aynı zamanda ve apaçık abartılı bir ifadeyle, mimarlık pratiğindeki ününe geri adım attıracak düzeyde ünlü bir mimarlık eğitimcisi. Kitabın üçüncü bölümü, Louis Kahn ile doğrudan ya da dolaylı temas eden Türkiye’den değerli isimlerin katkılarını ve sözlü tarih konuşmalarını içeriyor.”

*

“İfade edebilmek var olmanın tek motivasyonu.”

T.S. Eliot, The Wasteland’de, “Sırf bakıyordum ışığın yüreğine, sessizliğe” der. Işığın mimarı olarak da tanımlanan Louis I. Kahn ise “Sessizlik ve Işık. Sessizlik çok çok sessiz değildir. Bu, ışıksız, karanlıksız diye niteleyebileceğimiz bir şeydir. Bunların her biri uydurulmuş kelimelerdir. Karanlıksız diye bir kelime yok. Ama neden olmasın? Işıksız, karanlıksız. Var olma, ifade etme arzusu. Bazıları buna kuşatan ruh da diyebilirler” diyor.

Salk Biyolojik Araştırmalar Enstitüsü, La Jolla, Kaliforniya, 1959-65Her hikâyenin bir başlangıcı vardır. Onun ışığın yüreğine bakıp, gördüğüyle büyülenmesi ve o ruhla kuşatılması ise aslında belki de her şeyi başlatan o kadersel an olmuş diyebiliriz bir anlamda. 1904 yılı kışında Kahn, izlerini yaşam boyu yüzünde taşıyacağı ölümcül bir kaza atlatır. Evlerindeki büyük ocakta yanan kömürlerin çıkardığı yeşil-mavi ışıktan etkilenmiş, renklerini korumak üzere önlüğünün eteğine doldurduğu kömürler giysinin alev almasına neden olmuştur. Elleriyle gözlerini kapatıp zarar görmesine engel olurken, yüzünün alt kısmı ve ellerinin üzerindeki yanık izleri büyüdüğünde de geçmeyecek, fakat bu izler ailesi, arkadaşları ve meslektaşlarının da hakkını verdiği gibi, Kahn’ın kişisel mitolojisinin ve ifadesinin önemli bir parçası olacaktır. Ve kim bilir, belki de hayatı boyunca büyülenmişçesine ışığın peşinden koşmasına neden… “Bütün varoluşların kaynağı olan ışık maddenin yaratıcısıdır diyebilirsiniz, madde doğal olarak gölge düşürür ve gölge de ışığa aittir.”

Louis Isadore Kahn, 1901 yılında Estonya’da dünyaya gelir. Yahudi bir aileye doğan Kahn’ın gerçek ismi Leiser-itze Schmulowsky’dir. Babası bir asker ama aynı zamanda camaltı resim sanatçısı, annesi ise arp müzisyenidir. Doğal olarak resim ve müzikle çevrili bir ortama doğan Kahn da hayatı boyunca resim ve müzikle haşır neşir olacak, 1906 yılında ailesiyle birlikte göç ettikleri Amerika Philadelphia’da, zor günler geçiren ailesine destek olmak için hem yaptığı resimleri satacak hem de sessiz sinema döneminde film gösterimlerine çocukluğundan beri iyi çaldığı piyanosuyla eşlik edecektir.

1920 yılında Pensilvanya Üniversitesi, Güzel Sanatlar Okulu’na tam burslu olarak başlar. Okulun mimarlık programının kökleri klasisizme dayanmakta, bölüm başkanı ise beaux arts geleneğinden gelmektedir. Bu ortamda yoğrulan Kahn, 1924 yılında üstün başarı derecesiyle mezun olur. Bir süre çalıştıktan sonra 1928 yılında, iki yıl sürecek bir Avrupa gezisine çıkar, eskiz ve resimler yapar. Yaşamı boyunca yapacağı iki büyük geziden ilki olan bu Avrupa seyahatinde yaptığı resimler dikkat çekicidir. Mayıs 1929’da Philadelphia’ya dönerek okuldaki bölüm başkanı ve hocası Paul Cret’in yanında çalışmaya başlar. 1930 yılında Esther Virginia Israeli ile evlenir ve ondan 1940 yılında kızı Sue Ann dünyaya gelir.

First Unitarian Kilisesi ve Okulu,  New York, 1959-62, 1965-69Meslekî kariyerinin başlangıcı 1929 Dünya Ekonomik Bunalımı ile çakıştığından zorlu olmuş, fırsatları kısıtlı kalmıştır. 1932 yılında kurduğu, yaklaşık 30 mimardan oluşan Mimarlık Araştırmaları Grubu ile Pensilvanya’da kentsel konut projeleri ve konutların iyileştirilmeleri üzerine çalışmalar yürütürler; 1930 ve 40’lardaki çalışmaları büyük oranda Pensilvanya kenti ve toplu konutlar üzerine yoğunlaşır. 1935 yılında çalışmalarını evinde kurduğu mimarlık ofisinden yürütmeye başlar. George Howe ve Oskar Stonorov ile 1941 yılında ortaklık kurar. 1944 yılında ilk kuramsal metni olan “Monumentality” (Anıtsallık) yayımlanır. Mimarlıkta anıtsallığı, “bir tür sonsuzluk, bir zamansızlık ve değişmez mükemmeliyet barındıran bir tinsel kalite” olarak tanımlamaktadır.

1945 yılında Harvard Üniversitesi Tasarım Yüksek Lisans Eğitimi’nde eğitim gören Anne Griswold ile tanışır ve birlikte çalışmaya başlarlar. Tyng ile başlayan romantik ilişkileri sonucu kızları Alexandra Tyng, 1954 yılında dünyaya gelir. 1947 yılında Stonorov’la olan ortaklığı bitince kendi ofisini kurar. Princeton Üniversitesi’nde tez jürilerine, ardından da 1949 yılında Yale Üniversitesi mimarlık stüdyolarına girmeye başlar.

1950’de Roma Amerikan Akademisi’nin “Konuk Mimar Programı” ile üç aylığına Roma’ya gider. Harabeler ve ışığa olan ilgisinin yoğunlaştığı zamanlardır. 1951 yılında üç haftalığına Mısır ve Yunanistan yolculuğuna çıkar. Mısır Piramitleri’ne hayran kalır.

1951 yılında mimarlık yaşamının kırılma noktalarından biri olarak nitelediği bir proje teklifi alır: Yale Üniversitesi Sanat Galerisi. Tyng’e daha sonra “Bence kırılma orada oldu” diye bahsedecektir. Yale Üniversitesi’ndeki görevinden 1955 yılında ayrılıp, yaşamının sonuna kadar eğitim vermeyi sürdüreceği Pensilvanya Üniversitesi Güzel Sanatlar Okulu’na geçer. Artık “Philadelphia Okulu” olarak anılacak hareketin en önemli figürüdür.

ODTÜ’ye ve Türk mimarlığına armağan

Kahn, Pensilvanya Üniversitesi Güzel Sanatlar Okulu’ndaki yüksek lisans stüdyosunda 40 ülkeden yaklaşık 425 öğrencinin tamamladığı efsanevi bir miras bırakır. 1950’lerin ortasından itibaren Türkiye’den de çok sayıda öğrencisi olur. Pensilvanya Üniversitesi Güzel Sanatlar Okulu’nun Dekanı Holmes Perkins, ODTÜ Mimarlık Fakültesi’nin kuruluşunda etkin rol oynayan isimlerden biridir. Birleşmiş Milletler tarafından 1955 yılında Ankara’ya gönderilen uzmanlar ekibine başkanlık yapan Perkins, “Türkiye’de mimarlık ve kentsel planlama alanında daha yeni, daha pratik ve modern bir yaklaşımın geliştirilebilmesi” için dönemin Türk hükümetine mimarlık fakültesi ve şehir planlama fakültesinin yanı sıra, şehircilik araştırma merkezlerinin kurulması yönünde tavsiyelerde bulunur. Böylelikle, Birleşmiş Milletler bursuyla ODTÜ’den Pensilvanya Üniversitesi, Kahn yüksek lisans stüdyosuna gönderilen isimler, döndüklerinde Mimarlık Bölümü’nün ilk öğretim kadrosunu oluştururlar.

Kabinde, Kanada, 1938 Tuval üzerine yağlıboya, Sue Ann Kahn Koleksiyonu Kendisine uluslararası tanınırlık kazandıracak Richards Tıbbî Araştırmalar Binası’nı 1957 yılında tasarlar. Mimarlık çevreleri için kırılma noktası burası olsa da, kendisi için değildir. 1958 yılında peyzaj mimarı Harriet Pattison ile birlikte çalışmaya başlar. Pattison ile başlayan romantik ilişkileri sonucu, oğlu Nathaniel Kahn 1962 yılında dünyaya gelir.

1962 yılında taşındığı yeni bürosunda çalışmalarını uluslararası ölçeğe taşır ve aralarında Dakka, Tahran, Kudüs, Venedik, Nepal’in olduğu birçok kent için yeni proje teklifleri alarak sıkça seyahat eder. Bunlar sırasında yolu İstanbul’a da düşer ve öğrencisi de olan Gönül Aslanoğlu Evyapan mihmandarlığında Mimar Sinan yapılarını gezer.

1971 yılında American Instıtute of Architects Altın Madalyası’nı, 1972 yılında ise Royal Institute of British Architects Altın Madalyası’nı kazanır. Ahmedabad’dan Philadelphia’ya dönerken, New York Tren İstasyonu’nda geçirdiği kalp krizi sonucu 17 Mart 1974 tarihinde hayatını kaybeder. Üzerinden çıkan pasaporttaki adres hanesinin üzerinin kazınmış olması nedeniyle üç gün sonra ailesine haber verilebilecektir.

Müge Cantekin, “Yaşama veda ederken ardında üç çocuk ve 50’li yaşlarında geç başlayan, kısa ama verimli mimarlık üretiminin en aktif döneminde kaybının yarattığı derin hüzün kalır” diyor. Büyük çoğunluğu Kahn Arşivi’nde olan çizimleri, Pensilvanya Üniversitesi’nden Neslihan Türkün Dostoğlu’nun başaraştırmacı olduğu bir araştırma grubu tarafından tasnif edilir, kataloglanır ve The Louis Kahn Archive: Personal Drawings in Seven Volumes adıyla yayımlanır.

Ölümünden sonra yarım kalan projeleri yanında çalışmış kişilerce tamamlanır. Oğlu Nathaniel Kahn ise 11 yaşında kaybettiği babası hakkında 2003 yılında Oscar Ödülü’ne aday gösterilen Mimar Babam: Bir Oğlun Yolculuğu adlı biyografik bir eser hazırlar.

*

“Kitap aklın armağanıdır.”

Pera Müzesi’nde Louis Kahn’ın eserlerini büyük beyaz duvarlara yansıtılan fotoğraflardan izlemeyi sürdürüyorum. Projeksiyon ışığından şimdi de bir kütüphane binasının, Exeter Akademi Kütüphanesi’nin görüntüleri yansıyor. Fakat Kahn’ın tüm yapılarında olduğu gibi bu kütüphane binasında da farklı bir şeyler var. Büyük yuvarlak açıklıklar, kocaman gözler gibi bakıyor bana. Ve kendinden önceki tüm o kadim kütüphanelerin ruhlarından bir şeyler fısıldıyor âdeta. Prof. Dr. Jale Erzen de benzer bir şeyler söylüyor kitapta: “Mimarlık tarihinde kütüphanelerin özel bir yeri ve âdeta kutsal bir değeri vardır. Salzburg’da 1800’lerden kalma Schloss Leopoldskron’un barok kütüphanesi, New Haven’da duvarları yarı saydam mermerden yapılmış Beinecke Kütüphanesi, Paris’te St. Genevieve Kütüphanesi ve daha nice efsanevi kitaplık hem okurların hem büyük yazarların düşlerinde fantastik şekiller almıştır. Umberto Eco’nun Gülün Adı kitabındaki manastır kütüphanesi bir labirenttir ama içinde tek dolanış mümkündür. Orhan Pamuk’un Benim Adım Kırmızı romanındaki minyatürlerin ve el yazmalarının yapıldığı kütüphane de esrarengiz bir yerdir” diyor ve ekliyor: “En gizemli olanı da Jorge Luis Borges’in bir evren olarak tanımladığı, altıgen mekânlardan oluşan sonsuz bir kule olan Babil Kütüphanesi’dir. Bütün bu esrarengiz ve batınî kütüphane düşlerine karşılık Kahn’ın kütüphanesi, dışarıdan bakıldığında bir Ortaçağ kalesi gibi masif formunun yüzlerce gözle delindiği, iç içe üç kabuktan oluşan, sade olduğu kadar biçimlerin sert karşıtlıklarından ötürü gizem sunan bir yapıdır.”

Exeter Kütüphanesi,  New Hampshire 1965-72Prof Dr. Jale Erzen, “Derin önceliklerin ve Tinselin Mimarı: Louis I. Kahn” başlıklı yazısında, Kahn mimarlığının ontolojisine, bu projeye özel olarak ziyaret edip deneyimlediği yapılarına ve her ikisi bağlamında Cemal Emden fotoğraflarına bakıyor. Erzen, aynı zamanda, erken yaşlarından itibaren iyi resim yapan Kahn’ın özellikle uzun Avrupa seyahatlerinde karakalem, pastel, suluboya ile ürettiği işleri dönemin sanat akımları içerisinde değerlendirerek, Kahn’a bir sanatçı olarak eğiliyor.

“Kahn’ın yapıları, yaşayan, nefes alan ve bizimle diyaloga giren yapılar, birer tapınak olarak tanımlanabilirler. Tarihin bütün önemli tapınakları insana adanmış yapılar olarak nasıl biçim ve strüktürün en temel ve dürüst olanını içeriyorlarsa, Kahn’ın yapıları da insanın kurumlarına, kültüre, sanata, kitaba adanmış tapınaklar gibidir” diyor Prof. Erzen.

“Louis Kahn mimarlığını, yapılarına ancak canlı varlıklar olarak bakarsak anlayabiliriz. Kahn yapıların ve sanatın yaşayan varlıklar olduklarını her fırsatta dile getirir, zira onun için insanın yaptığı her şey insandan bir parçadır. Kahn için sanatçı ve felsefeci tabirleri kullanmak mimar tabiri kadar uygun olabilir, zira Kahn’ın mimarlığı derin bir sanat duyarlığından ve hümanist bir felsefeden beslenir. Bu felsefe, insan ve kültürü, insanın yarattığı kurumları, temel sosyal arzuları anlamaya adanmış bir felsefedir. Kahn, tasarımlarına bir programdan değil, yapıların kapsam ve kullanıcısını anlamaya çalışarak başlar. Mimarlık üzerine konferansları ve işverenleriyle konuşmaları çoğu kez pratik sorunların ötesinde, mimarlığın tinsel değerleri üzerinde yoğunlaşır ve ezoterik bir hava taşır. Kahn öz ve aşkın olanı arayarak mimarlığa yaklaştığı için geliştirdiği projeler çoğu kez işverenler, hele de şirketler ve modaya uygunluk arayanlar için gerçekdışı görülmüştür.

“Kahn’ın felsefesi, mimarlığın, kurumların, doğa ve maddenin ontolojisiyle ilgilidir. Kahn mimarlık üzerine Heidegger’e benzer biçimde konuşur. Heidegger barınmanın şiirsel olduğunu ileri sürer, dünyada barınmanın özünü araştırır. Kahn mimarlığını varlık ve insan, kültür ve toplum ilişkisi üzerinde düşünerek biçimlendirir. Kahn için tarih büyük bir öğreticidir ve mimarlık da insan gibi genetik bir öze sahiptir. Esinlendiği ve tercih ettiği Ortaçağ yapıları ya da Mısır Piramitleri, Panteon gibi yapılar vardır. Kahn birçok konuşmasında varlık ile ruhtan ve insanlığın ortak bir ruhu paylaştığından söz eder. Ama ruh aynı zamanda bir ifade ortamı arar ve sanat ruhun ifade ortamıdır ona göre. Kahn’ın evrensellik, ruh ve bilinç konusunda savunduğu düşünceler çoğu kez Hegel’i anımsatır. Kahn’ın genel düşünceleri hep metafizik ve ölçülemeyen, aşkın olan nitelikler üzerinedir. Hegel gibi o da insanın tinsel varlığının tarih içinde sanatla gerçekleştiğine inanmaktadır.

“Kullandığı, yazıya döktüğü her sözcükle sözcüklerin ötesinde olan ‘varlığı,’ bunun da ötesinde ve temelinde olan ‘düzeni’ arıyordu. Sözcükleri teker teker kullanıp tüketerek, tasarladığı biçimlerin anlamına ulaşmaya çabalıyordu. Zira mimarlık her ne kadar kütle ve hacimler bütünlüğü ise de Kahn için bu, fizikselliğin dokuduğu tinsel bir şeydi aynı zamanda. Kahn, bunu ‘sevinç’ ve ‘coşkunluk’ olarak tanımlar. Arzunun ivmesiyle her şey kendini oluşturur, kendi güzelliğini var eder ve coşkuya döker.

Louis Kahn“Kahn’ın yapıları ışık tasarımı ile göze hitap ederken, sade geometri karşıtlıkları ve ilişkileri ile gözün her hareketinde onun çok önemsediği düzeni çeşitli hâlleriyle karşımıza diker. Sessizlik ise mekânın nefes alışlarını duyurur. Kâinatın, ufukların, mekânın genişleyip daralmasını, zamanın mekân içinde dakikadan dakikaya akışını ancak sessizlikte duyarız.”

*

“Güneş bile bir yapının cephesine vurana kadar kerametinin farkında değildir.”

Orada duruyor ve birbiri ardınca devam eden görüntülerin akışında beni nefessiz bırakan bir görsel dans izliyorum âdeta. Bu yapıların kimi Ortaçağ kalelerini anımsatıyor, kimi Mısır Piramitleri’nin ilahi anıtsallığını, kiminde tam tersi geleceğe yönelik bir şeyler var. Hem çok tanıdık hem çok gizemli, hem çok zamansız hem içinde tüm zamanları içeren bir hâl… Dilimin ucuna gelip de tanımlayamadığım bu hâli, ruhum çok iyi tanıyor aslında. Louis Kahn’ın da söylediği gibi “Sessizlikten ışığa, ışıktan sessizliğe geçişi çevreleyen, bir çeşit kuşatan eşik olması gerektiği ve bu geçiş gerçekleştiğinde, hissedildiğinde, işte orada ilhamın var olduğu söylenebilir.”

Öte yandan bu serginin ve kitabın bir diğer kahramanı ise kuşkusuz mimar ve fotoğrafçı Cemal Emden. Onun fotoğrafları sayesinde Kahn’ın yapıtlarına kolaylıkla nüfuz edebiliyoruz. Prof. Jale Erzen, Emden’e dair “Cemal Emden nerede iyi bir yapı görse ona âşık olurcasına önüne dikilir ve fotoğrafını çeker” diyor. “Daha önce yapıyı hayal etmiş, içinde dolaşmış gibidir. Yapılar Emden için yaşayan varlıklardır, fotoğraflarında onların nefes alışını ve anlık değişimlerini göstermeye çalışır. Bu nedenle fotoğrafları da yapıları gibi yaşayan, her baktığımızda farklı nitelikler keşfettiğimiz ifadelerdir. Ama Emden aslında fotoğraf çekmiyor, mimarlığın özünü anlatıyor, yalnızca imgelerle. Emden’in fotoğrafları, mimarın yapısını tasarlarken düşlediği detayları, mükemmel biçim rastlantılarını, tasarlarken mimara huşu veren buluşları görüntülüyor. Emden son birkaç yıl içinde Le Corbusier ve Louis Kahn yapıları üstünde çalıştı. Modern çağın bu iki önemli mimarını fotoğraflaması hem birbirleriyle ilişkilerini hem de derin farklılıklarını vurgular. Böylece biz de onları Emden’in fotoğraflarında karşılaştırarak daha yakından ve daha ayrıntılı tanımış oluruz. Her iki mimarın yapılarını gezmiş ya da hiç görmemiş olanlar, onları Emden’in fotoğraflarıyla en ideal şekilde tanıyacaklardır. Bu kitap için Emden Amerika ve Asya’da gezerek, kentten kente dolaşarak, bu yapıları tanıyan ve buralarda çalışanlarla içten dostluklar kurarak hem mimara hem yapılara yakınlaşmıştır.”

Cemal Emden

Sergide ve kitapta aynı zamanda Birleşmiş Milletler bursuyla ODTÜ’den Pensilvanya Üniversitesi, Kahn yüksek lisans stüdyosuna gönderilen isimlerden Gönül Aslanoğlu Evyapan, Cengiz Yetken, Yıldırım Yavuz, Orhan Özgüner’in ona dair birinci elden tanıklıklarını aktardıkları makaleleri yer alıyor. Kahn’ın öğrencisi ve ofisinde mimar olarak çalışan isimlerden Ahmet Gülgönen, “‘Ne Olmak İstediğini’ Aramak: Louis I. Kahn’ın Mimari Eskizleri” başlıklı yazısında, düşünceden tasarıma, oradan uygulamaya uzanan mimarî üretim sürecinde Kahn’ın mimarî çizim ve eskizleri nasıl işlevselleştirdiği ve özelleştirdiğine ilişkin gözlemci bir bakış sergiliyor. Mimar ve sanatçı kimliklerini eşzamanlı taşıyan Kahn’ın her iki alana ürettiği çizim ve eskizlerin bir bütünlüğü olup olmadığını sorguluyor. Prof. Dr. Neslihan Dostoğlu ise, Pensilvanya Üniversitesi’ne devredilen Kahn Koleksiyonu’nu, başaraştırmacı olarak ilk kez açan ve bu muhteşem ama ham arşiv üzerindeki çalışmayı ekibiyle yürütüp The Louis I. Kahn Archive: Personal Drawings in Seven Volumes kitabının yayımlanmasında görev alan bir isim olarak, Kahn Arşivi’nin bize neler söylediği üzerine katkıda bulunuyor. Kahn’ın Avrupa seyahatlerinde yaptığı suluboya ve karakalem çizimleri de yine sergi ve kitapta görülebiliyor.

*

“İlham öncelikle bir çeşit ifade edebilme vaadi olmalıdır, ki bu da aslında sadece ifade etme arzusudur, çünkü ışığın maddesel olarak yaratılmasının kanıtı zaten ilham duygusu verir. Bu ilhamda, ilhamın yanı sıra bir yer daha vardır, bu yer de bildiğiniz gibi insanlığın Fransızcadan ya da Almancadan önceki dili olan Sanatın Tapınağıdır. Bu tapınak, insanoğlunun dili sanattır der. Bu tapınak var olma, ifade etme arzusu ve ihtiyacından ve maddenin bunu yapma vaadinin kanıtından türeyen bir şeydir.”

Ben orada durmuş, önümden birbiri ardınca geçen görüntüleri izlemeyi ve onlara eşlik eden Kahn’ın sözlerini okumayı sürdürüyorum. “İlk duygu güzellik, ilk his insanın uyumuydu; tarifsiz ve ölçülemez olan insan ve her şeyin yaratıcısı olan ölçülebilir madde” diyor Kahn ve bir diğerinde “Eşikte, sessizlik ve ışığın kesişiminde, insanlığın eşsiz dili, sanatın kutsal tapınağı yatar. Burası gölgelerin hazinesidir. Işıktan oluşan her şey gölge düşürür. Bizim işimiz gölgeyledir; çünkü o, ışığa aittir.” Salona girdiğimde beni önce şaşırtan ardından da gülümseten o tanıdıklık hissinin nedenini yeniden anımsatıyor bu sözler. Vietnamlı Budist Zen ustası Thich Nhat Hanh’ın son günlerde okuduğum Sessizlik kitabında yer alan sözlerinin üstümde yarattığı benzer his bu. Hanh, “Güzelliğin çağrısını duyabilmemizin ve ona yanıt verebilmemizin temel koşulu sessizliktir,” der ve ardından ekler “Sessizlik, daha çok sesin yokluğu olarak tanımlansa da aynı zamanda çok güçlü bir sestir.”

Kahn’ın sırrı bu işte, tam da eşikte yer alan o ilahi ortak ruha nüfuz edebilmesi ve görünmeyenleri, yani ölçülemeyenleri hissedip, sonrasında da fiziksel hâle, mimarî yapıtlara dönüştürebilmesi. Onun eserleri o nedenle bütün insanları aynı şekilde etkiliyor, aynı ortak sonsuzluk duygusundan besleniyor ve tüm dinlerin söylediği ve dinlerin öncesinde bu âlemler kurulduğundan beri söylenmeye devam eden ortak kadim öğretiyi yakalıyor: Tanrı’nın yansıması olan insan, yarattıklarında da Tanrı’yı yansıtmış olur…

“Sessizlik ve Işık” makalesinin sonunda, “Kapanış olarak size, yaklaşık 1200’lü yıllarda yaşamış çok ünlü bir Farsi şair Rumi’nin bir şair hakkındaki öyküsünden bahsetmek istiyorum” diyor Louis Kahn. “İlkbaharda bahçesinden bir rahibe geçiyormuş ve hiç şüphesiz görkemli bir günmüş. Her şeyi gözlemleyerek bahçesinden geçip evinin eşiğine gelmiş; içeri hayranlıkla bakarak durmuş. Bekleyen hizmetkârı, ‘Hanımım hanımım, dışarı bakın ve tanrının yarattığı mucizeleri görün,’ demiş. Ve sahibesi ona, ‘Evet, evet ama içeri bak ve Tanrı’yı gör’ demiş. Başka bir deyişle, insanın yaptığı her şey tam anlamıyla Tanrı’nın tezahürüdür.”

*

“Var olma ve ifade arzusunun çiçeklerde, ağaçta, mikropta, timsahta ve insanda bulunduğunu söyleyebilirim. Ancak biz bir gülün bilincini nasıl kavrayabileceğimizi bilmiyoruz. Belki bir ağacın bilinci, onun rüzgârın önünde eğilirken hissettiği duygudur. Bilmiyorum.”