06 Mart 2024

Para - devlet

Devleti devlet yapan önemli hükümranlık aleti "paranın" yerini yavaş yavaş bitcoin'e bırakması, bireylerin devletten çok bilgisayarlara, istatistik, ihtimaliyat teorilerine olan güveninin arttığını mı gösteriyor? Bu sürecin bir başka yansıması devlete ve onun para politikasını yönetemeyen uygulamalarına karşı bireylerin dövize, altına ve toprağa yatırım yapmaları. Yani bu duruma gelen ülkeler, devlet olma ayrıcalıklarını yitirmeye başlıyor

Devlet nedir? 

Anayasa hukuku derslerinde devleti tanımlarken hükümranlık, hükümet etme, bayrak, para basma yetkisi temel unsurlar olarak tanımlanırdı. Bu tanım hâlâ geçerli mi?

Son yıllarda bunlardan para basma yetkisi sarsılmaya başladı. Altın ve doların ulusal ekonomilerde değişen rolünü geçen hafta ele aldık. Son yıllarda bitcoin sürekli olarak karşımıza çıkmaya başladı. Bitcoin değerinin önemli artış ve azalışlar göstermesi dikkat çekiyor. Yoksa başta dolar olmak üzere herkes tarafından kabul gören "rezerv" paraya mı dönüşüyor, sorusunu akla getiriyor.

Bitcoin; devlet nerede, veya "İyi ki bunun içinde yok" mu demeliyiz?

Bundan daha önemli olarak bitcoin başlangıçta vurguladığımız, "devletin temel özelliklerinden birisi olan para basma yetkisini", devletin kendisini sorgulanır hale getiriyor. Bu sadece bitcoin için değil, Cumhurbaşkanı'nın gün içinde veya geceyarısı imzaladığı "kanun hükmünde kararnameler" için de geçerli. Bu durumla yalnız ülkemizde değil, V. Putin Rusya'sında, Xi Jingpin Çin'inde de karşılaşılıyor. Şu farkla ki, V. Putin Rusya'sında merkez bankasının yetkileri tartışılmıyor, X. Jinping Çin'inde politikalar gerçek uzmanlar tarafından belirleniyor. ABD sırtını dönerse Çin zorlanır deniliyor. Oysa Çin'de veya ABD'de, Kanada'da yaşayan araştırmacılar, tüm konularda önemli konuları irdeliyor, küresel, bilimsel yayın organlarında tartışıyor.

Bitcoin hükümran, yasa koyma yetkisi olan "devlet" tarafından değil, bilgisayar tarafından yaratılıyor. Herhangi bir karşılığı, teminatı yok. Arkasında ne devlet, ne altın, ne başarılı şirket bilançosu var. Yaygın kabul görmesinin nedeni, bitcoin meraklılarının, bilgisayar üzerinden yarattıkları yapay değerin önemli kazançlara yol açması. Merkez bankaları para politikasını, faiz oranını belirli aralıklarla belirliyor. Bitcoin değeri ise, bilgisayarı ile piyasayı yöneten ve kim olduğu bilinmeyen kişiler tarafından belirleniyor. Herhangi bir sorumluluğu yok, kimseye hesap vermiyor.

Tabii, tahteravalli örneği burada da geçerli. Yapay olarak yükselen değer, aynı zamanda düşebiliyor. Büyük kazançlar, kardeşi olan büyük kayıplar tarafından izleniyor. Üstelik bu defa borsada hisse senedi yatırımcılarının karşılaştığı spekülasyonlar yerine, bilgisayarının başında ihtimaliyat üzerine model kurgulayan uzmanların bilinçli veya bilinçsiz uygulamaları etkili, tek yetkilinin ve onun çevresinin tercihleri değil.

Devleti devlet yapan önemli hükümranlık aleti "paranın" yerini yavaş yavaş bitcoin'e bırakması, bireylerin devletten çok bilgisayarlara, istatistik, ihtimaliyat teorilerine olan güveninin arttığını mı gösteriyor? Bu sürecin bir başka yansıması devlete ve onun para politikasını yönetemeyen uygulamalarına karşı bireylerin dövize, altına ve toprağa yatırım yapmaları. Yani bu duruma gelen ülkeler, devlet olma ayrıcalıklarını yitirmeye başlıyor.

Değeri bireylere taşıyan mekanizma: Hisse senedi piyasaları ve .com balonu

Son yıllarda hisse senedi piyasalarında, borsada bir başka gelişme yaşanmaktadır. Teknoloji şirketlerinin değeri şaşırtıcı bir hızla yükselmektedir. Bu defa bitcoin ve ihtimaliyat hesapları değil, çip teknolojisindeki gelişmeler etkili olmaktadır. 1998-99'da ABD'de düşük faiz politikasının etkisiyle hızla büyüyen ve .com olarak adlandırılan teknoloji şirketleri, çok geç kalmadan, 2001'de .com bubble (.com balonu) olarak adlandırılan krizi tetiklemiştir. 

1993'te ABD'de kurulan NVIDIA adlı, grafik işlemci (GPU) çip tasarımı yapan ve bunları daha sonra TSMC'deki dökümhanede çipe dönüştüren şirketin borsa değeri 2023 yılı üçüncü çeyrekte 3 milyar dolara, şirketin gelecekte ulaşacağı hesaplanan değer 2 trilyon dolara, yani bizim ülke olarak yılda ürettiğimiz katma değerin iki katına yükselmiştir. 1993'te Jensen Huang tarafından kurulan NVIDIA küresel çip pazarının yüzde 95'ine sahiptir. Jensen Huang 20 yıldır şirketin başkanıdır.

Tasarım bankası "softbank" kurucusu Masayoshi Son, teknoloji alanındaki yatırımları arasında İngiltere'de Cambridge teknoloji parkında bulunan ARM (Advanced RISC Machines) ve NVIDIA şirketi hisselerini satın alarak, 100 milyar dolarlık bir AI çip devi yaratmak peşindedir.

M. Son Suudi Arabistan Veliaht Prens Salam'la buluşmasında kendisine bir trilyon dolar kazandıracak bir öneri yapmış, ve veliaht prens bunun için kurulan fona 45 milyar dolar yatırım yapmayı kabul etmiştir. Bunun arkasındaki model teknoloji dünyasında "singularity" olarak bilinen ve en basit anlatımıyla bilgisayarın ölçme, hesap yapma gücünün insan beynini aşacağı öngörüsüdür.

ABD yurttaşlarının yüzde 60'ı hisse senedi yatırımcısıdır. Bu durumda bu yatırımcıların mal varlığını, güvencelerini, tercihlerini, ABD veya eyalet hükümetleri kadar, sahip oldukları hisse senetlerinin ait olduğu şirketlerin başarısı etkilemektedir. Bu sürecin arkasında da, .com balonunda gördüğümüz gibi para politikası, çip teknolojisini destekleyen kamu politikası vardır. Biden yönetimi ABD'de çip teknolojisinin gelişmesi için 52 milyar dolar bütçe onaylamıştır. (ABD yönetim ve onun arkasındaki "piyasa mekanizmasına  tapan" iktisatçılar endüstri politikasını reddetmektedir. Ama bu düşünce karşısında ABD'nin önemli şirketlerini bulmaktadır. Çünkü endüstri politikası, adı konulmadan, bu şirketlerin çıkarı doğrultusunda şekillenmekte, uygulanmaktadır.) Böylece "devlet" olgusun karşısında şirket yapılaşmasının ve onun yönettiği teknoloji politikalarını görmekteyiz.

"Government is not the solution, it is the problem" diyerek, devletin problemlerin çözüm yeri değil, nedeni olduğunu söyleyen Ronald Reagan, şirketlerin doğru para ve ekonomi-endüstri politikasıyla yönlendirilmediğinde nelerin olabileceğini görmüş müdür? Bu ifadenin hem iç ve dış politikada, hem de iktisat politikasında nelere yol açabildiğini görüyoruz.

Ünlü iktisatçı Milton Friedman kamu politikalarına karşı çıkıp piyasa mekanizmasını tabulaştırarak, şirket yöneticilerinin tek görevinin hissedarların temettüsünü azamileştirmek olduğunu söylerken, bunun hem ulusal, hem küresel maliyetlerini düşünmüş müdür?

Düşük faiz politikasının yatırımları özendirmesi ve buradan, çip teknolojisinin desteklediği yüksek kapasiteli yatırımlar bu krizde önemli yol oynamıştır. Özetle ABD hükümetinin, yani devletin, para politikasında "rahat- genişletici" yol izlemesi krize yol açmıştır. Giderek neredeyse "devletin, kamu politikasının rakibi" durumuna gelen teknoloji, çip devrimi, önemli bir sarsıntıyı tetiklemiş, herkes bundan ders almıştır.

Ders gerçekten alınmış mıdır? Yapay zekâ (AI), veriyi algoritmalarla oluşturulan modellerle kullanıma sokan bir süreci, felaket senaryosu olarak önümüze koymaktadır. Veri, AI ve onun arkasındaki bilgisayar teknolojisi ile "devletin kontrolu" dışına çıkmıştır. Devletin ve onun bireylerden oluşan organlarının bu büyük veriyi kullanabilmesi mümkün müdür?

Yapay zekânın kötü niyetli veya fantezilerine yenik düşen yazılım ve algoritma ustalarının eline düştüğünde nasıl kötülükler yapabileceğinden kaygılanılıyor. Devlet aygıtını eline geçirenlerin Afrika ülkelerinden Avrupa ve Asya'ya kadar neler yapabildiğini görmedik mi, görmüyor muyuz? Hiç değilse bilgisayar programlarına eklenecek birkaç yüz satır, kötü niyetlilerin önüne geçebilir. Bu birkaç yüz satırın kimler tarafından yazılacağı kararı, geleceğini düşünen bilgisayar endüstrisi üyelerinin sorumluluğundadır.

Devletin son on yıllarda onu yönetenlerin tercihleri, yanlışlarıyla neden olduğu olumsuzluklar karşısında bu gelişmeyi nasıl değerlendirmeliyiz? Nasıl bir devlet gerekmektedir? Bu soru siyaset bilimi, hukuk, strateji biliminde tartışılmaktadır.

Korkarım bugünlerde çeşitli ortamlarda dilimizden düşmeyen Aristoteles'ten bu soruyu yanıtlamasını beklememiz mümkün değildir. 

Demografik coğrafya ve neden olduğu sorunlar

Devletin yetkilerine ortak olan, o yetkilerin yanlış kullanılmasının arkasındaki etken sadece teknoloji şirketleri değildir. Ondan çok daha önce toplumsal değişikliklerin iyi yönetilmemesi bugün olumsuz gelişmelere yol açmaktadır. Türkiye'de on yıllardır yaşadığımız göç, şehirleşme, ülkenin demografik yapısını bozduğu gibi, arazi spekülasyonuna da neden oluyor ve bu karşımıza enflasyonla birlikte işleyen bir dinamik çıkartıyor. Türkiye, Brezilya Hindistan, ve birkaç Afrika ülkesi dışında nüfusu on milyonları aşan ülke sayısı pek az. Almanya'da nüfusu milyonu aşan birkaç şehir var. Fransa farklı değil, Paris 2 milyon, Londra 9 milyon. İstanbul 20 milyona geldi, Kahire 23, Şangay 29, Pekin 23 milyon. 223 milyon nüfuslu Nijerya'nın başkenti Lagos 16 milyon. Gelişmişlik düzeyi geriledikçe, demografik yoğunluk artıyor. Neden acaba?

Önceki sorunlara ek olarak, demokrasi yerini demografik coğrafyadaki bozulmanın sonuçlarına bırakmaktadır. Demokrasi konusundaki tartışmalar Türkiye ile sınırlı değildir. Toplumsal sözleşmenin tüm ülkelerde yeniden gözden geçirilmesi ihtiyacı ifade edilmektedir.

Devletin devlet olma ayrıcalığını sarsan yalnız bitcoin, ulusal paraya güvensizlik nedeniyle hemen her zaman eksik bilgiyle çalışan hisse senedi piyasaları değildir. Belki iyi niyetle başlatılan toplu konut projeleri, rant yaratma sürecinin etkisiyle toplum düzenini bozmaktadır. Fransa'da, Almanya'da görülen toplu konut yapılaşması doğru politikaların uygulanması sayesinde başarılı olmuştur. 

Bu yoğunlaşma, demografik bozulma, şehirleşmeye ve doğal olarak rant üretimine yol açıyor ve burada enflasyonla birleşiyor. Bu sürecin başında "devletin" dengeli demografik coğrafya yerine, rantı ve çarpık zenginleşmeye yol veren politikaları, yani demokrasinin yerleşmesi için doğru yolu izlememesi yol açıyor. Vahşi kapitalizmi batıda aramak yerine kendi arka bahçemize bakmamız yerinde olur. Avrupa'yı, ABD'ni gezenler, bu ülkelerin hiçbirinde bir Esenyurt örneği göremezler. Yoksulluk olabilir, ama devlet varsa, sorun bu hale gelmez. Bu korkunç yapılaşma, enflasyon istatistiklerine, cari açık tablolarına bakmayı gereksiz kılıyor. Binalardaki boş dairelerin çokluğu ve birçok inşaatın eksik kalması, müteahhitlerin iflas etmiş olması, yirmi yıllık ekonomi politikasızlığının canlı tanığı.

Soru demokrasinin Türkiye'deki uygulaması ve son on yıllarda karşılaşılan aksamalarla sınırlı değildir. Üstelik bu soru yalnız bize de özgü değildir. İspanya'dan, Finlandiya'ya kadar, insan haklarının ana savunucusu olan ülkelerdeki demokrasi uygulaması aşırı-ırkçı sağın iktidara gelmesi aşamasındadır. Fransa'da yıllardır savılan "Le Pen" tehdidi, önce bu yıl yapılacak AB parlamentosu seçimlerinin ardından 2027'de başkanlık seçimlerinde ciddi boyutlara ulaşacaktır.

İlginç bir şekilde İngiltere, Birleşik Krallık, monarşi sayesinde böyle tehditlerden uzaktır. Öyle ki, iktidar belirli aralıklarla mutlaka ve seçim yoluyla el değiştirmektedir. Önümüzdeki seçimleri İşçi Partisinin kazanması olasılığı hayli yüksektir. Monarşi, danışmanlarıyla (privy council) birlikte ve hemen her zaman Parlamentonun telkiniyle gerekli müdahaleleri yapmakta, rejim çığrından çıkmamaktadır. (Privy Council, ülkenin kıdemli hukukçuları, siyaset adamları, düşünürlerinden oluşmaktadır. Bir tür "akiller" grubudur, ama herhangi bir kişinin duygusal veya ideolojik, dini tercihleriyle oluşturulmaz. Öyle kimlikler bu gruba giremez.)

Bunun temelindeki ise ülkede 15 Haziran 1215'te kral John tarafından kabul edilen, imzalanan Magna Carta'dır. Magna Carta, kralla baronlar ve diğer "toprak sahipleri", o zaman İngiltere'de endüstri henüz yoktur, arasında başta insan hakları olmak üzere yurttaş olmanın getirdiği tüm ayrıcalıkların korunması üzerindeki temel uzlaşmadır. Magna Carta hükümleri arasında Anglikan Kilisesi'nin haklarının, ayrıcalıkları da yer almaktadır; ama bu hükümlerin arkasında ne İncil veya bir başka dini, metin, vahiy bulunmamaktadır. İngiliz toplumu BİN (1215-2023) yıl önceden, bugün Birleşmiş Milletler'in bile başaramadığını başarmıştır.

Dünyadaki tüm çalkantılara karşın İngiltere'de monarşinin varlığını sürdürürken, Kral'ın Parlamentoyu açış konuşmasını Başbakan'ın yazması, yani demokratik süreçle seçilen heyetin ülkede ne yapılacağını Kralın önüne koyması onun da okumakla yetinmesi, neden hâlâ İngiliz siciminin tercih edildiğini anlatmaktadır.

Ahmet Çelik Kurtoğlu kimdir?

Ahmet Çelik Kurtoğlu, 1942'de Ankara'da doğdu. 1965 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nden mezun oldu.

Akademik kariyerini 1982 yılına kadar aynı kurumda sürdürdü, Cambridge Üniversitesi'nde lisansüstü derecesi aldı. 1972-74 yılları arasında Yale Üniversitesi'nde doktora sonrası çalışmaları yaparken teknolojik gelişme ve endojen büyüme teorisi üzerinde yoğunlaştı, 1997-2006 yılları arası Galatasaray Üniversitesi'nde ders verdi.

T.C. Dışişleri Bakanlığı'nın görevlendirmesiyle 1978-82 yılları arasında B .M. UNCTAD "Teknoloji Transferi Davranış Kodu" müzakerelerinde T.C. delegesi olarak yer aldı.

1983-86 yıllarında arasında İktisadi İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD) Kalkınma Merkezi'nde araştırma yöneticisi olarak görev yaptı. Türkiye ve beş Asya ülkesinde Müşavir Mühendislik sektörü üzerinde yaptığı çalışma OECD tarafından yayınlandı.

1987 yılında Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu (DEİK) kurucu direktörü olan Kurtoğlu, 1992 yılından itibaren Karadeniz Ekonomik İşbirliği İş Konseyleri Genel Sekreteri, daha sonra 2008 yılına kadar DEİK Yönetim Kurulu ve İcra kurulu üyesi olarak görev yaptı. DEİK pek çok Türk şirketin uluslararası işbirliği kurması sürecinde yardımcı oldu.

Prof. Dr. Kurtoğlu, yurtdışındaki faaliyetini 1994-2006 yılları arasında European Roundtable of Industrialists (ERT) adlı kurumda danışman olarak sürdürdü. ERT en büyük 50 Avrupa sanayi şirketi başkanları tarafından, AB Komisyonuna politika tavsiyesi yapmak üzere kurulmuştur. Politika tavsiyesi danışmanların oluşturduğu çalışma gruplarında geliştirilmektedir.

1999 yılında Kurdoğlu Danışmanlık A.Ş.'ni, 2003 yılında "İyişirket Danışmanlık A.Ş."yi kurdu ve strateji, şirket değerlemesi ve satış müzakeleri, iş geliştirme ve finansman, kurumsal yönetim (governance) konularında danışmanlık hizmeti verdi.

2001 yılında TMSF "9 Banka Yönetim Kurulu Üyesi" olarak, 2002-2007 yıllarında arasında Tekfenbank Yönetim Kurulu, 2012-2019 yılları arasında Tekfen Holding A.Ş. Bağımsız Yönetim Kurulu Üyesi olarak görev yaptı.

2007-2008 döneminde TEMA Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı oldu

A.Çelik Kurtoğlu teknoloji ve uluslararası ekonomik ilişkiler konularında yayın yapmıştır. Son çalışması olan "Değer Zincirinin Evrimi", Aralık 2022'de Efil Yayınevi tarafından yayınlanmıştır.

 

Yazarın Diğer Yazıları

Eski geri gelseydi eski olmazdı

"Çin oyunu kurallara uygun oynamıyor, klübe katılsın ki yaptırımlarla karşılaşsın" derken... Bu kez "eski düzenin çözülmesi" ve Çin rekabetiyle başa çıkamayan, başta ABD, ardından AB ülkelerinin bu ülkeden gelecek ithalat üzerine önleyici gümrük vergileri koymalarıyla karşılaşıyoruz

E. Macron ve jeopolitik

A. Merkel'den sonra kendisini Avrupa'nın liderliğine hazırlayan E. Macron Avrupa'nın geri düşeceği ihtimali üzerinden öngörüde bulunuyor, Avrupa'nın ABD'nin "tebaası-kulu" olmadığını vurguluyor, kendi bağımsız savunma sistemini kurmasında ısrar ediyor

Ağam nerede, ben nerede!

Çip endüstrisi Türkiye'nin hayli uzağında durmaktadır. Eğitimdeki gerileme, felsefe, mantık derslerinden sonra matematikte entegral gibi konuların müfredat dışına çıkartılması akla aykırı. Dünya kuantum matematiği, fiziği ile uğraşıyor ve bunu sadece gündelik teknolojik çözümler için değil, sağlıktan tarıma, savunmadan gıda, giyim endüstrilerine kadar yaşamın tüm alanlarındaki ihtiyaçları karşılamak için yapıyor