27 Mart 2024

Siyasette kuraklık, yeni siyaset modeli mi?

Yeryüzünde 20 yılı aşkın süre tek başına iktidarda kalmış pek az lider var. İktidar süresi uzadıkça insanın sahip olduğu ayrıcalıkları içselleştirmesi, herhalde liderlerin emaneti başkasına devretmesine izin vermiyor. Yoksa Cumhurbaşkanı başka hangi nedenle bu yaşında sokak sokak bir belediye başkanı adayı için kampanya yapar?

Panik

Yerel seçimlere birkaç gün kala özellikle İstanbul'da seçim kampanyasına bakıldığında, iktidar partisinin panikte olduğu görülüyor. Devletin başı olması nedeniyle bağımsızlığı söz götürmez olan zat, adeta bir genel seçim provası olarak gördüğü yerel seçimde iktidar partisinin kaybedeceğinden o kadar emin olmalı ki, İstanbul'da ve diğer illerde, ilçelerde sokak sokak geziyor, oy istiyor. Seçmenine çeşitli bayramlık vaatlerde bulunuyor.

Siyaset neden çatışmaya dönüşüyor?

Son yıllarda birçok ülkede siyasette yaşananlar bir tür belirsizliğin kuraklığın oluştuğunu gösteriyor. Financial Times yazarlarından Janan Ganesh geçen hafta yazısında karamsarlık konusunu dünya genelinde siyasetin tuhaf bir kuraklığa doğru evrilmesi bağlamında ele aldı. Berlin duvarının yıkılmasının etkileri Doğu ve Batı Almanya'nın birleşmesiyle sınırlı kalmadı. Ama bazılarının iddia ettiği gibi (F. Fukuyama) tarih sona ermedi, duvarın yıkılması bizi iyimserlik dünyasına götürmedi. Sağla sol arasındaki çekişme devam ediyor, bu kez Ukrayna'da on binlerce insan ölüyor. Hiroshima sadece filmlerde kalmadı, nükleer tehdit dünyası, hayat görüşü "kaybet kaybet- lose lose"dan ibaret olan siyasetçilerin elinde varlığını sürdürüyor.

Aynı özellik ülkemizdeki siyaset üslubuna da hakim. Özellikle geçen iki yılda profesyonel siyasetçilerin şaşırtıcı davranışlarını gördük. Tıpkı Cumhurbaşkanından, onun memurlarına, milletvekillerine kadar iktidar gücünü kullananlar gibi, hepsi geçici. Kalıcı olan biz vatandaşlar, sadece onların maaşlarını, yönettikleri giderleri karşılamak için vergi ödemekle kalmıyoruz, yaptıkları ve etkileri yıllara yayılan yanlışların bedelini de ödüyoruz.

Siyasetin iki oyuncusu var, sağ ve sol. Bu her ülkede böyle. ABD'de başkanlık ve kongre Cumhuriyetçilerle demokratlar arasında, İngiltere'de işçi partisiyle muhafazakar parti arasında el değiştirir. İkisi arasındaki çekişme tabii serttir, ama hiçbir zaman öldüresiye değil. Fransa'da yine sol ve sağ yarışır ve üstelik ulusalcı sağın başkanlığı ele geçirmesi, merkez sağın gerektiğinde sola destek olmasıyla önlenir. Yani ülkede temelde bugüne kadar bir "sağa karşı ihtiyat" koalisyonu süregelmiştir. Diğer Avrupa ülkelerinde ise koalisyon siyasetin alışılmış iktidar formülüdür.

Siyasette belirsizlikten kasıt, bu sayılan ülkeler dışında solun güç yitirmesi, uç sağın iktidara yaklaşması. Herhalde bir evrilme sürecini yaşıyoruz. Yoksa İngiltere gibi siyasetin beşiği olan ülkede neredeyse 3 ayda bir başbakan değişip, yetkin bir Hint asıllı İngilizin başbakan olması düşünülebilir mi? Uzun geleneklere sahip Fransa'da E. Macron birkaç ay içinde siyasi parti kurup cumhurbaşkanlığını elde edebilir mi? Örnekleri arttırmak mümkün.

Türkiye'de görülen, yaşadığımız bundan farklı değil. Uç sağı temsil eden MHP, 22 yıldır siyaseti kurgulayan güç. O kadar ki, sol ve kendisini solda görmek isteyen, bu düşünceyi temsil etmek isteyen gruplar toparlanamıyor. Bu durumda seçmen tabanı da gelişemiyor, gerçek tercihlerini oluşturamıyor. Bu adeta siyasette bir kuraklık yaratıyor ve iktidarı yönetenler siyasal tercihi belirsiz seçmen kitlesini günlük yönlendirmelerle yönetiyor. Biz bunu 1980'den beri yaşıyoruz.

1980 ve sonrası

Ülkemizde başkanlık sistemi denilen, hesap vermeyen, sorumluluk taşımayan, kendisinden başka siyasal otorite, rakip tanımayan ve doğal olarak kendi yandaşları dışında kalanlara eşit davranmayan bir düzen hakim. Benzer siyasal kuraklığı yaşamamıza rağmen, Avrupa'daki seçmenden farkımız, gelir düzeyimizin onlara kıyasla en az dört katı düşük olması ve bunun 86 milyon seçmenin büyük bölümünün tercihlerini ifade etmesini engellemesi. Daha da kötü olan bu tercihlerin çeşitli parasal veya ayni teşvik yöntemleriyle etkileniyor olması.

Pazar günü yerel yöneticilerimizi seçeceğiz. Herhalde iktidarın bütün oyuncularıyla, kurumlarıyla yeniden kazanmak için her türlü yasaya aykırı olarak sokağa çıktığı başka bir örnek bulmak zor. Vatandaşın oyu çeşitli isimler verilen parasal ödemelere konu oluyor. Bu tesbit sonsuz derecede karamsar olmak için yeterli. Karamsarız, çünkü demokrasinin kalanı dahi çok zarar görüyor, iktidarın karamsarlığına bir hipotez olarak başta değindim.

Seçmene aylardır bugüne kadar görmediği yol, köprü, tünel, havalanı, üniversite gibi fiziki altyapı tesislerinin bu dönemde yapıldığı hayali hatırlatılıyor. Bazen bugün iktidarda olan parti kurulmadan yapılan eserlerin kuruluşu da bu döneme aktarılıyor. Aslında bu hayal çok da yanlış değil, çünkü bu kampanyanın hitap ettiği kitle için tarih zaten bu iktidarla başladı. 2002'den önce yaşam yoktu.

Bizim merak ettiğimiz ise, 1930'lu yıllardan beri kurulan sanayi tesislerinin nereye gittiği. Neden ülkenin kağıt, temel ve hazır gıda gibi ürünleri ithal etmek durumuna geldiğimiz.

Fiziki altyapıdan söz ettik. Köprü, yol tünel, havalimanı, elektrik santralı elbette önemlidir. İnşa edilir, yenilenir. Cumhuriyetin kuruluşunda tüm yoksulluğa karşın Atatürk hükümetlerinin ilk yatırımı dil devrimi ile eğitim alanında, demiryolu taşımacılığı, savunma sanayi alanında yapılmıştır.

Bugün otomotiv endüstrisinin önemli oyuncuları olan kuruluşların temelinde, "Eskişehir vagon atelyesi" olarak bilinen ve 1980'de Devrim otomobilini çizen ve imal eden tesis vardır. Cumhurbaşkanının ve ekibinin bunu bilmemesi doğal, çünkü o zaman henüz doğmamışlardı.

Bunun ardından ülkenin temel ihtiyacı olan üç beyazı ,"un, şeker, bez", üretecek tesisler kurulmuştu. Türkiye'nin batılı müttefikleri "önemli bir pazarı" kaybetmemek için bu yatırımların gerektirdiği teknoloji ve finansman desteğini vermemiş, Rusya ise dostluğunu esirgememişti. Bunlar fiziki altyapıyı kullanacak olan "üretim ekonomisinin" altyapısı olmuştur. 1980'li yıllardan itibaren bu üretim altyapısı tasfiye edilmiş (Sümerbank), çok önemli teknolojik ve beyin gücü sermaye stoku yitirilmiştir.

Tüm iyimserliğe karşın önemli bir karamsarlık kaynağı, bu kayıpların iktidar seçmeninin gündeminde bulunmamasıdır. Birçok gelişmekte olan ülke son 60 yılı hem demokrasi, hem üretim alanında yeni bir çağa geçişi yaşayarak değerlendirmiştir. Çin Mao'dan başlayarak, Deng ile bugün hem üretim ve finansman, hem de teknoloji açısından ABD ile eşit düzeye gelmiştir. Kore, 60 yıl içinde bambaşka, güçlü, varlıklı bir ülke olmuştur. Vietnam daha dün yüzbinlerin katledildiği ülke iken, bugün önemli bir imalat üssü haline gelmiştir.

Ekonomik sorunlar yaşanır, kimi zaman ekonomi oyuncularının güveni çeşitli nedenlerle azalınca talep azalır, işsizlik doğar. Akıllı yönetimler buna yol açan gelişmeleri zamanında görür, gerekli önlemleri alır. Kimi zaman piyasa çeşitli nedenlerle "coşar", talep arzı aşar. Sonuç, daha önce değindiğimiz "akla aykırı çılgınllk" (irrational exuberance), toplumun önüne ağır faturalar koyar. Amerikan Merkez Bankası başkanı A. Greenspan'ın suçunu itiraf ettiği kriz, ABD'de yüzbinlerin evsiz kalmasına yol açmıştır.

Bu kadar çürüme şaka olabilir mi?

Endişelenmekte çok hem de çok haklıyız. Çünkü bu kez sorun bu bir seçim karamsarlığından ibaret değil. Sistemin temelinde, eğitimde, adalette, sağlıkta çürüme var. Bu çürümenin tohumları 1970'lerde atıldı, çatısı 1980'de çatıldı. Yapılan yanlışlar görülmüyor, veya onlara dini giysiler giydirilerek tartışma dışına çıkartılıyor

Yeryüzünde 20 yılı aşkın süre tek başına iktidarda kalmış pek az lider var. İktidar süresi uzadıkça insanın sahip olduğu ayrıcalıkları içselleştirmesi, herhalde liderlerin emaneti başkasına devretmesine izin vermiyor. Yoksa Cumhurbaşkanı başka hangi nedenle bu yaşında sokak sokak bir belediye başkanı adayı için kampanya yapar?

Bu soruyu yanıtlarken ülkede gelir dağılımının son 40 yılda ne denli bozulduğunu, bir yandan şehirleşme betonlaşmayla şıklaşırken, öte yandan yepyeni bir kazanma ve harcama kültürünün yerleştiğini unutmamak doğru olur. İktidar partisinin tüm organlarıyla sürdürdüğü kampanyanın arkasında bu kültürün temsilcileri de bulunmaktadır.

Kamuoyu yoklamalarının anlamı var mı? Bu tabloya bakınca herhalde yok. Çünkü devlet gücü tüm mekanizmalarıyla seferber olmuş durumda. Buna rağmen seçimi kaybederlerse, bu bugüne kadar ne kadar yumuşak bir zeminde yürüdüklerini, seçmenlerin kendilerine hiçbir güveni kalmadığı görülecek . Aksi olursa, köprüden önceki son çıkışı kullanmak ve hayli ağır ama kaçınılmaz bir onarım sürecini başlatmak için fırsat doğacak.

Yazıyı iyimser bitirelim: 1 Nisan sabahı son 22 yılın "şaka" olduğunu görerek uyanmayı dileyelim.

Ahmet Çelik Kurtoğlu kimdir?

Ahmet Çelik Kurtoğlu, 1942'de Ankara'da doğdu. 1965 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nden mezun oldu.

Akademik kariyerini 1982 yılına kadar aynı kurumda sürdürdü, Cambridge Üniversitesi'nde lisansüstü derecesi aldı. 1972-74 yılları arasında Yale Üniversitesi'nde doktora sonrası çalışmaları yaparken teknolojik gelişme ve endojen büyüme teorisi üzerinde yoğunlaştı, 1997-2006 yılları arası Galatasaray Üniversitesi'nde ders verdi.

T.C. Dışişleri Bakanlığı'nın görevlendirmesiyle 1978-82 yılları arasında B .M. UNCTAD "Teknoloji Transferi Davranış Kodu" müzakerelerinde T.C. delegesi olarak yer aldı.

1983-86 yıllarında arasında İktisadi İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD) Kalkınma Merkezi'nde araştırma yöneticisi olarak görev yaptı. Türkiye ve beş Asya ülkesinde Müşavir Mühendislik sektörü üzerinde yaptığı çalışma OECD tarafından yayınlandı.

1987 yılında Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu (DEİK) kurucu direktörü olan Kurtoğlu, 1992 yılından itibaren Karadeniz Ekonomik İşbirliği İş Konseyleri Genel Sekreteri, daha sonra 2008 yılına kadar DEİK Yönetim Kurulu ve İcra kurulu üyesi olarak görev yaptı. DEİK pek çok Türk şirketin uluslararası işbirliği kurması sürecinde yardımcı oldu.

Prof. Dr. Kurtoğlu, yurtdışındaki faaliyetini 1994-2006 yılları arasında European Roundtable of Industrialists (ERT) adlı kurumda danışman olarak sürdürdü. ERT en büyük 50 Avrupa sanayi şirketi başkanları tarafından, AB Komisyonuna politika tavsiyesi yapmak üzere kurulmuştur. Politika tavsiyesi danışmanların oluşturduğu çalışma gruplarında geliştirilmektedir.

1999 yılında Kurdoğlu Danışmanlık A.Ş.'ni, 2003 yılında "İyişirket Danışmanlık A.Ş."yi kurdu ve strateji, şirket değerlemesi ve satış müzakeleri, iş geliştirme ve finansman, kurumsal yönetim (governance) konularında danışmanlık hizmeti verdi.

2001 yılında TMSF "9 Banka Yönetim Kurulu Üyesi" olarak, 2002-2007 yıllarında arasında Tekfenbank Yönetim Kurulu, 2012-2019 yılları arasında Tekfen Holding A.Ş. Bağımsız Yönetim Kurulu Üyesi olarak görev yaptı.

2007-2008 döneminde TEMA Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı oldu

A.Çelik Kurtoğlu teknoloji ve uluslararası ekonomik ilişkiler konularında yayın yapmıştır. Son çalışması olan "Değer Zincirinin Evrimi", Aralık 2022'de Efil Yayınevi tarafından yayınlanmıştır.

 

Yazarın Diğer Yazıları

Eski geri gelseydi eski olmazdı

"Çin oyunu kurallara uygun oynamıyor, klübe katılsın ki yaptırımlarla karşılaşsın" derken... Bu kez "eski düzenin çözülmesi" ve Çin rekabetiyle başa çıkamayan, başta ABD, ardından AB ülkelerinin bu ülkeden gelecek ithalat üzerine önleyici gümrük vergileri koymalarıyla karşılaşıyoruz

E. Macron ve jeopolitik

A. Merkel'den sonra kendisini Avrupa'nın liderliğine hazırlayan E. Macron Avrupa'nın geri düşeceği ihtimali üzerinden öngörüde bulunuyor, Avrupa'nın ABD'nin "tebaası-kulu" olmadığını vurguluyor, kendi bağımsız savunma sistemini kurmasında ısrar ediyor

Ağam nerede, ben nerede!

Çip endüstrisi Türkiye'nin hayli uzağında durmaktadır. Eğitimdeki gerileme, felsefe, mantık derslerinden sonra matematikte entegral gibi konuların müfredat dışına çıkartılması akla aykırı. Dünya kuantum matematiği, fiziği ile uğraşıyor ve bunu sadece gündelik teknolojik çözümler için değil, sağlıktan tarıma, savunmadan gıda, giyim endüstrilerine kadar yaşamın tüm alanlarındaki ihtiyaçları karşılamak için yapıyor