11 Ağustos 2016

Muasır medeniyetin üstüne Rusya ile mi çıkacağız?

Kızsak da, hoşumuza gitmese de, adresi belli işte, Avrupa Birliği’nde...

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sık sık dile getirdiği bir ifade var. En son Yenikapı mitinginde de tekrarladı:

“Türkiye’yi muasır medeniyet seviyesinin üstüne çıkaracağız...”

(Bu arada üstüne çıkmaktan vazgeçtik, aynı seviyeye yaklaşabilsek  ona da çoktan razıyız...)

Bu muasır medeniyet dünyanın neresinde?

Rusya’da mı?

Ortadoğu’da mı?

Çin’de mi?

Hayır...

Kızsak da, hoşumuza gitmese de...

Adresi belli işte...

Avrupa Birliği’nde...

Rusya ile ilişkileri düzletmek, geliştirmek elbette çok doğru ve olumlu bir gelişme...

En önemli komşumuzla kavgalı olmak pek çok bakımdan Türkiye’nin çıkarlarına tamamen aykırıydı...

Ancak, medeniyet, demokrasi, insan hakları, çoğulculuk söz konusu olunca pusulayı karıştırmamak lazım...

“Türkiye’yi muasır medeniyetin üstüne çıkaracağız” dedikten sonra, AB’ye sırtınızı dönüp, sanki ona bir alternatifmiş gibi Rusya’ya giderseniz Türkiye’yi yanlış yola sokarsınız...

Avrupa Birliği ile sorunlarımız yok mu?

Elbette var...

Avrupa Birliği Türkiye’ye karşı çoğu zaman çifte standart uyguluyor mu?

Evet!

Demokrasi ve insan haklarını bahane olarak kullandığı oluyor mu?

Evet!

Türkiye’nin üyeliği konusunda yıllardır ayak sürüyor mu?

Evet!

Nüfusunun çoğunluğu Müslüman bir ülkeyi içine almakta isteksiz davranıyor mu?

Evet!

Mülteci krizinde olduğu gibi, menfaatleri uğruna Türkiye’deki insan hakları ihlallerine bazen gözünü kapıyor mu?

Evet!

Bütün bunlar doğru...

Ama madalyonun bir yüzü bu...

Bir de öteki yüzü var...

Peki, Türkiye, Avrupa standartlarında bir demokrasiye sahip mi?

Hayır!

İnsan hakları sicilimiz temiz mi?

Hayır!

Basınımız, AB ülkelerinde olduğu gibi özgür mü?

Hayır!

Hukukun üstünlüğü, düşünce ve ifade özgürlüğü alanında aynı seviyede miyiz?

Kesinlikle hayır!

Bütün bunlar yetmiyormuş gibi, Avrupa’nın açmamak üzere kapattığı ve kırmızı çizgi olarak gördüğü idam cezası dosyasını köprüleri tamamen atmak ister gibi yeniden açmaya hazırlanıyoruz.

(2004 yılında benzer bir örneği zina olayında yaşamıştık...)

Ayrıca, şu veya bu nedenle, en son da darbe girişimi karşısındaki tavrından dolayı Avrupa’ya öfkelendik, kızdık...

Peki tamam da AB’nin kendi içinde kendisi için uyguladığı değerlerden niye uzaklaşıyoruz?

AB’ye duyduğumuz kızgınlığın acısını böyle mi çıkarıyoruz?

Bu tutumdan, “Üye olacaksam o standartlara yaklaşırım, aksi halde uzaklaşırım” gibi bir anlam çıkmıyor mu?

Hani, Avrupa Birliği bizi üyeliğe kabul etmese de, “Kopenhag siyasi kriterlerinin adını, Ankara kriterleri diye değiştirip aynen uygulayarak yolumuza devam edecektik...”

Dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan geçmişte bunu defalarca dile getirdi...

Sahi, şu anda Türkiye’de geçerli olan Ankara kriterleriyse...

Kopenhag siyasi kriterlerine benzeyen bir yanı var mı?

Son bir not:

Fransa’nın Le Figaro gazetesi, Rusya – Türkiye yakınlaşmasını yorumlarken, “Biri Çar, diğeri Sultan olmak isteyen demokrasiden uzak otoriter ve popülist iki liderin uzlaşmasından” bahsediyordu..

Görüntü ve algı bu...

Yazarın Diğer Yazıları

Delors asla "AB, Hristiyan kulübüdür" demedi; peki, bu haksız algı neden üstüne yapıştı kaldı?

Avrupa Birliği'nin oluşumunda büyük pay sahibi olan Jacques Delors, Türkiye'de maalesef "Batı ve Hristiyan klübü"nün sözcüsü olarak tanıtıldı, yansıtıldı. Kendi kulüpçülüklerini sürdürmek için Avrupa'dan medet umanların yazdıklarının aksine, "Türkiye'ye tavır almak, AB'yi Hristiyan kulübüne dönüştürme riski taşır" demişti

Türkiye bu kadar tehdit ve hakaret eden bir Cumhurbaşkanı görmedi

Erdoğan, Fatih Portakal üzerinden tüm muhalefete gözdağı veriyor...

Erdoğan'a nasıl hakaret etmişim?

Soylu'nun “Sahtekar, düzenbaz, alçak” ifadelerini AİHM kantarında tartan savcılar “Eleştiri hakkı” derken, Erdoğan şikayetçi olunca eleştiri içeren cümleleri hakaret sayıyor...