17 Şubat 2017

Güveni başka yerlerde aramak

Güvenin asıl aranması gereken yer kendi vicdanlarımız ve yüreklerimizdir

İstanbul Adliyesinde ele geçirilen ve unutulan yaklaşık yedi bin beş yüz parçanın görüntüleri kamuoyu ile paylaşıldı. Çok sayıda kesici ve delici aletin adliye binası içine sokulmak istendiğini bu şekilde anlamış olduk.

Aynı gün yayınlanan ülkelerin güvenlik ve huzur açısından hangi seviyelerde olduğunu gösteren 2016 yılı Global barış endeksine göre ise Türkiye’nin, 163 ülke arasında 145’inci sırada olduğunu öğrendik. Durumumuz her ne kadar bize göre fevkaledenin fevkinde olarak algılanıyor olsa da, veriler bunun böyle olmadığını gösteriyor. Verileri inandırıcı bulmayanlara ise adliye binasında ele geçirilenlerin görüntülerine bir kez daha bakmalarını tavsiye ederim.

Eğer adliye binasına bile bu şekilde gidiliyorsa işimiz hakikaten çok vahim bir görünüm arz ediyor demektir. Çünkü bu binaya gitme amacınız yaşamınızın adli mekanizmalarla kesişmesinden ibarettir. Oysa görünen o ki, buraya giden kitle açısından işin adli boyutuna duyulan güven ile ilgili bir sorun bulunmaktadır. Kendi işini kendisi halletme zihniyeti ile olan bitene yaklaşmakta ve özellikle arabalarda ele geçirilen sopaların üzerinde ‘haydar, Hakyemez, ağrı kesici, cennetten çıkma’ gibi yazılar bile bulunabilmektedir.

Güvenin kaybolduğu bir toplumsal iklimde hiç kimsenin hayati garanti altında değildir. Güvensizlik adeta bir kanserli hücre gibi hızla yayılmaya ve önce değer yargılarını ardından adalet duygusunu kemirmeye başlar. Böylesi bir anlayış beraberinde kendisini daha rahat bir pozisyona ulaştırabilecek dayanak noktalarına ihtiyaç duyma zorunluluğunu ortaya çıkartır.

Bu alanlar ise liyakat temelli oluşumlar ve kurumsallaşmış yapılardan ziyade küçük çaplı iş halletme organizasyonları şeklinde gerçekleşebilir. Ya da bunların mümkün olmadığı yerlerde ise bireysel silahlanma üzerinden var kalma mücadelesi ile sorunlar aşılmaya çalışılmaktadır. Güven yoksunluğu şüpheyi ve ona eşlik eden komplo mantığını sürekli olarak besleyecek bir ruh halinin kökleşmesine yol açmaktadır. Kimselere güvenmeme hali durduk yerde ortaya çıkmaz, arkasında toplumsal hayatın sürükleyip getirdiği bir takım etkiler mutlak surette yer almaktadır. Geçmişimizle kıyasladığımızda ne komşumuz olan ülkelere ne de diğer ülkelere yönelik güvensiz düzeyi bu ölçülerde değildi. Aynı zamanda kendi içimizde de birbirimize güvenmeme sorunu giderek daha fazla artmakta.

Hemen her gün bir dolandırıcılık haberi ve ‘yok artık bu kadar da olmaz’ dediğimiz anekdotlara şahit oluyoruz. İşte tam bu noktada sorunlarımıza çare olması gereken hukuk sistemimiz de çözüm olamıyor. Giderek uzayan davalar, yasal boşlukların farkında olanların bunları sonuna kadar kullanmaları buna karşın yasalara uyanların her seferinde mağdur olması gibi liste uzadıkça uzuyor.

Son dönemde kamuoyuna mal olmuş bazı davalarla olan biten uygulamalar arasındaki çelişkiler, hepimizin sisteme olan güvenini ortadan kaldırıyor. Kimseye güvenmeyenlerin sayısı arttığında ise ortaya adliye binasında toplanan eşyaların çıkması da hiç birimizi şaşırtmamalı! Kendi cezasını verme düşüncesi ile hareket eden ve bunu gerçekleştirmenin yollarını arayan bir kitle giderek çoğalmakta.

Böylesi bir ortam içerisinde özellikle iki kesimin işleri çok güçleşmektedir: bunlardan bir tanesi olan bitenleri önlemeye çalışan ve halkın huzurunu, güvenliğini sağlamakla görevli bulunan güvenlik güçleridir. İkinci kesim ise yaşanan gelişmelerin sonucunda ortaya çıkan tıbbi olayları tedavi etmekle görevli olan sağlık personelidir. Hastanelerimizde sıkça doktorların, hemşirelerin, hasta bakıcıların saldırılara uğradıklarına hatta zaman zaman öldürüldüklerine şahit olmaktayız. Hastasının ölmesinden sağlık personelini sorumlu tutanlardan, kendileri ile ilgilenilmediğine kadar bir dizi bahane ile görevli personeli darp eden, döven, yaralayan hatta öldürenlerin olduğunu biliyoruz. Ne yazık ki hayatlarımızı sadece kendi hayatlarımızla sınırlı tutmak suretiyle diğerlerinin hayatlarını çoğu kez görmezden gelmeyi matah bir durum zannediyoruz.

Oysa ki hayatlar birbirine değer ve hayatlar birbirleri ile olan temasları ölçüsünde anlam kazanırlar. Yaşadıklarımızı anlamlandıran o ‘kısa anlar’ içerisinde birbirimizle olan ilişkilerimiz belirleyici olandır aslında. Ve burada eşrefi mahlukat olarak adlandırılan insanlar birbirlerine güven temelli bir ilişki kurmaktan uzaklaşmaya başladıkları andan itibaren iletişimin yerini şiddet ve güç temelli yaklaşımlar alır. Gücü gücü yetene mantığı üzerinden giden ilişki kalıplarında şiddet kaçınılmaz bir gerçekliktir ve hayatın her alanında karşınıza çıkabilir.

Evde, sokakta, trafikte, okulda kısacası her yer şiddetin kendisini bazen alenen bazen de retorik düzeyinde hissettirmesi ile bambaşka bir konuma yükselir. Öyle hep söylendiği gibi işleri sadece eğitim süreci üzerinden çözemeyeceğimiz gerçeğini bir kenara not ediverin lütfen. Eğitim, toplumsal hayatın dönüşümünde çok önemli bir ajan konumundadır. Ancak şiddetin kol gezdiği yapılarda eğitim tek başına yeterli olamaz, mutlak surette kurumsallaşmaya ve hayatı düzenleyecek kuralların herkesi kapsadığına ikna edeceğiniz mekanizmalara ihtiyacınız olacaktır.

Adalet duygusuna olan inancınızın güçlü olması kadar vicdanlarınızın borçsuz olması çok ama çok önem arz edecektir. Bu ikisinin dışında ve en az onlar kadar önemli bir diğer etken de kendisi dışındakiler için atabilen yüreklere sahip bulunulması olacaktır. Güvensiz olan toplumlar aslında kendilerinden korktuklarının farkında değildirler. Ayrıca yaşadıklarından dolayı kendilerine itiraf edemediklerinden duydukları hicabın karşısında da her daim yaralıdırlar. Güvensizliği istediğiniz kadar başkalarında arayın ya da güvensizliğinizi ortadan kaldırmanın yolu olarak bir takım nesneleri ön plana çıkartın sonuç fark etmez. Güvenin asıl aranması gereken yer kendi vicdanlarımız ve yüreklerimizdir.

Yazarın Diğer Yazıları

Göz göre göre bugünlere geldik

Toplumsal hayatımızdaki şiddet üreten etmenleri es geçtiğimiz sürece futbol sahalarındaki şiddeti sadece cezai tedbirlerle önleyebilmemiz mümkün değildir. Bu olay sonrasında cezai tedbirlerin arttırılması tekrar gündeme getirilecektir ancak göreceksiniz ki bu da yaraya merhem olmayacaktır

Yaşananlar futboldan soğutuyor

Sayın başkanlar Ali Koç ve Dursun Özbek, sizlerden önce bu takımların başkanları oldu ve sizlerden sonra da başkanları yöneticileri olacak. Ülke futbolunun, sporunun asırlık çınarları olan Galatasaray ve Fenerbahçe'nin varlığını sürdürmeye devam edeceğini akıllarınızdan lütfen çıkarmayın! Kupa uğruna düşman yaratma anlayışını bir an önce terk edin ve hem kulübünüze hem de ülkenin sporuna zarar vermekten bir an önce vazgeçin!

CERN’de çalışan 56 bilim insanı İzmir’de bir araya geliyor

"CERN’den gelenlerin amacı Higgs bozonunu, diğer bozonları daha iyi kavrayabilmek için yeni metotlar geliştirmek ve bunun da ilk toplantısı İzmir’de yapılıyor"