16 Ocak 2017

Sosyologların alan mücadelesi

"Sosyoloji bize yaşamımızda nasıl yardımcı olur?"

Eğitimin ülkeler açısından önemi yurttaşların okuma yazma öğrenmelerinin yanı sıra istihdam edilecek insan kaynağının yetiştirilmesi sürecindeki yerine getirdiği işlevde gizlidir. Her dönem kendi insan tipinin yetiştirilmesi doğrultusunda bir eğitim anlayışını hayata sokmuş ve bununla birlikte yürüyen bir iş ve işletme modelini yürütmüştür.

Buradaki hassas denge eğitimli kitle ile ülkenin var olan ihtiyaçları arasındaki uyumun gözetilmesi ve bu doğrultuda bir eğitim politikasının yürütülmesidir. Planlama ile ülkelerin nüfus miktarları doğrultusunda geleceğe dönük projeksiyonların da yardımıyla modellemeler yaratılır ve bunun üzerinden sektörel bazda ihtiyaçlar ve buna yönelik istihdam öngörülerinde bulunulur.

Bu anlayış içerisinde herkesin üniversite mezunu olması gerekmediği gibi asıl öncelik ara insan ihtiyacını yetiştirecek eğitim birimleri üzerinde odaklanmaktır. Biz ise ideal olan yaklaşımları alıp kullanmak yerine bu durumu kendimize benzetmeyi daha çok tercih ederiz.  Ülke olarak ‘olması gereken’ ile ‘olan’ arasındaki dengeyi ilkinden yana olarak sağlayamamış olmanın sıkıntılarını bir yük gibi taşımayı sürdürmekteyiz. Bu yüzden fiili durumun çoğu kez standart dışı gerçekleşiyor olmasının yarattığı handikaplar toplumsal hayatımızı sekteye uğratıyor.

Klasik anlamda laf çözüme geldiğinde yapılması icap edenleri sıralamayı çok ama çok iyi beceriyoruz. Buna karşın uygulama kısmında ise tam tersine başvurarak var olan statükoyu korumayı tercih ediyoruz. Farklı fikirlerden, önerilerden haz etmiyor hatta bu konuda alabildiğince tutuculaşıyoruz. Kültürel yapımız yeniliklerin toplumsal hayatın içinden şekillenmek suretiyle yayılmasına olanak sağlamıyor. Devletin ağırlığı ne kadar çok ret edersek edelim hayatlarımızı şekillendirmeye devam ediyor. Son iki yüz yıl içerisinde bu coğrafyada yapılan tüm yeniliklerin tepeden inme gerçekleşmiş olması tesadüf olmasa gerek!

Bu tutum ister istemez, bu anlayışa uygun insan tipinin üretilmesine ve hayatlarımızın bu doğrultuda şekillendirilmesine yol açıyor. Çok kısa sendikal deneyimleri devre dışı bıraktığımız takdirde ülkemizde kitlelerin kendi alanlarına dair mücadelelerinin de adeta ‘buza yazı yazmak’ şeklinde gerçekleştiği gerçeği ile karşı karşıya kalırız. Bu durum aynı zamanda bu ülkede demokrasi denilen yönetim şeklinin neden bir türlü kurumsal bir hale gelemediğinin ve gündelik hayatın içerisinde kökleşemediğinin de nedenlerinden birisidir.

Osmanlı İmparatorluğu’nun son döneminden itibaren ortaya çıkan düşünsel hareketler içerisinde sosyoloji ve dönemin sosyologları ön planda yer almışlardır. Ahmet Rıza, Prens Sabahattin ve tabii ki Ziya Gökalp gibi isimlerin sık sık zikredildiğini hatta Gökalp’in, cumhuriyeti kuran kadro açısından çok sık başvurulan bir ideolog olduğunu da biliyoruz. Sosyolojinin ülkemiz siyasal ve kültürel tarihi içerisindeki kat ettiği mesafeyi incelediğimiz takdirde özellikle 1940’lı yılların ortasından itibaren devletin bakışının değiştiği bir bilim dalı ile karşı karşıya kalırız.

Bu bakış açısı çok uzun bir süre boyunca da hiç ama hiç değişmemiştir. Adalet ve Kalkınma Partisinin iktidara geldiği 2002 yılından bu yana ise partinin vatandaşların siyasal eğilimlerinin ölçülmesi amacıyla sosyolojik araştırmaları ön plana aldığı bir süreç başlar. Bu arada alanlarında yetişmiş bazı sosyologların partinin içerisine girmesi ve milletvekili, bakan gibi mevkilerde bulunması da yine bu dönem içerisinde yaşanır. Sosyolojinin diğer alanlarla kıyaslandığında belki de en önemli handikaplarından bir tanesi kendisini her platform içerisinde temsil edebilecek bir oluşuma-burada ki kastım tüm sosyologları kapsayan bir dernektir- maalesef sahip olmamasıdır. Var olan sosyoloji derneği bu açıdan yeterince işlevsel olamamakta ve alana ilişkin ağırlığını somutlaştıramamaktadır.

Bu konuda ne demek istediğimi daha net anlatabilecek örnek psikologlar derneğinin konumu ve alandaki etkinliğidir. Her yıl mezun sayısı artan buna karşın bu mezunların çalışma alanları konusundaki kafa karışıklığının sürdüğü bir bilim dalı olarak sosyolojinin kendisini daha somut olarak anlatmaya ihtiyacı bulunmaktadır. Bu doğrultuda ise Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığının yanı sıra Türkiye İnsan Hakları Eşitlik kurumunda ihdas edilen kadrolara sosyologların da alınması hususu büyük önem arz etmektedir. Bu iki alanın yanı sıra Kadın Konuk Evleri, RAM(Rehberlik Araştırma Merkezleri), Aile mahkemelerinde, Çocuk Mahkemelerinde ve Çocuk Yuvalarında da sosyologların çalışabilmesi için gereken yasal düzenlemelerin yapılması ve hakkaniyetli bir yarışın sonucunda kadroların hak edenlere verilmesinin önü açılmalıdır.

Bir diğer önemli nokta ise hiç kuşkusuz bu ülkenin ihtiyacı olan felsefe grubu dersleri konusunda atılacak olan adımlardır. Bu hususta hem bu ders grubunun zorunlu hale getirilmesi hem de bu dersleri vermesi için sosyoloji ve felsefe alanlarından mezun olan öğretmenlerin görevlendirilmesi sağlanmalıdır.

Madem 2017 yılının Eylül ayına kadar eğitim öğretim alanındaki müfredatlarımızı yeniden gözden geçireceğiz. İşte tam sırası çocuklarımıza ülkemizin duayen hocalarından Prof.Dr. İonna Kuçuradi’nin sık sık söylediği ‘acı çekmemizin nedeni bilgisizlik’ cümlesini ortadan kaldıracak bir anlayışı devreye sokmalıyız. Bu açıdan insan hakları ve değerler eğitim derslerinin hakkıyla verilebilmesinin yolu da yine bu alanda yetişmiş olan sosyoloji ve felsefe diplomalarına sahip bulunan öğretmenler tarafından öğretilmesinden geçecektir.

Liselerimizde felsefe grubu dersleri için görevlendirilen öğretmenlerin büyük bir kısmının çok az sayıda dersleri olduğu için işlerini hakkıyla yerine getirmekten uzak bir pozisyonda oldukları ve bulundukları okullarda sıkıntı yaşadıkları görülmektedir.

Bu ülkeyi sürekli olarak hedeflediğimiz seviyeye getirmeyi arzu ediyorsak eğitim alanında ‘mış gibi’ yapma lüksümüzün olmadığı gerçeğini benimsemek durumundayız. Dünyanın teknolojik açıdan yaşadığı dönüşümü anlayabilmek için çok daha fazla açık zihinlere ihtiyacımız bulunmakta. Bunun için ise felsefe grubu derslerinin seçmeli olarak okutulmamak için her türlü uygulamanın yapıldığı anlayıştan çıkartılması önceliğimiz olmalıdır.

İkinci olarak bu derslerin din kültürü ahlak bilgisi öğretmenleri tarafından okutulması yerine sosyoloji ve felsefe eğitimi almış olan öğretmenlerce okutulması sağlanmalıdır. ‘Felsefe Yapma’nın şarkı sözü olmanın ötesine geçirebilmek için düşünce ve değerler eğitimi derslerinin müfredata eklenmesi son derece önem arz edecektir. Bu ülkede sürekli olarak teknik alanlar ve o alanlara yönelik uygulamalara öncelik verildi. Oysa teknik alanların sağlıklı bir şekilde işleyebilmesi için gerekli olan sosyal alanları geliştirmediğiniz sürece, yapacağınız her türlü yatırımın kötürüm kalacağı gerçeği görülmek istenmedi.

Kendisinden başka hiçbir şeye duyarlı olmayan, içinde yaşadığı ülke de dahil olmak üzere düşünen insanların gelişmesini hiçbir zaman istemedik. Ve maalesef 1980 sonrası değişen toplum yapısı bu anlayışı ve bu anlayışın insan tipinin çok farklı bir biçimde ön plana çıkmasında da etkili oldu. Yeni dönemin ortaya çıkarttığı değer yargılarını ve bu yargılarla beslenen yapıyı anlamak ve açıklayabilmek için sosyolojiye ülke olarak bugün her zaman olduğundan daha fazla muhtacız.

"Sosyoloji bize yaşamımızda nasıl yardımcı olur?" sorusunun yanıtını Anthony Giddens şöyle vermektedir:

İlk olarak, sosyoloji kültürel farklılıklar hakkında, bizim toplumsal dünyayı birçok bakış açısından görebilmemizi sağlayan bir farkındalık sağlar. İkinci olarak, sosyolojik araştırma politika girişimlerinin sonuçlarını değerlendirmede pratik yarar sağlar. Üçüncüsü ve bazı bakımlardan en önemlisi, sosyoloji bizim kendi kendimizi aydınlatabilmemizi kendimizi daha iyi anlayabilmemizi sağlar. Son olarak pek çok sosyoloğun meslekten kişiler olarak doğrudan pratik sorunlarla ilgilendikleri belirtilmelidir.1

1Anthony Giddens, Sosyoloji, Yay. Haz. Cemal Güzel, Kırmızı Yay. 2008, ss.61-62

            

Yazarın Diğer Yazıları

Kupanın adı süper, geride bıraktıkları ise…

Fenerbahçe ve Galatasaray kulüplerinin, ezeli rekabet gibi bir kavramı kullanma hakları ortadan kalkmıştır. Artık kendi duruşlarının mutlak surette doğru olduğunu düşünenlerin, ortak bir paydada rekabet edebilme ihtimalleri kalmamıştır! 

Futbolda yaşananlar yeşil sahayla sınırlı değil

Ülke futbolu, bir karşılaşmada çıkan olaylar sonrasında ülkenin en büyük kulüplerinden birisi olan Fenerbahçe’nin ligden çekilmeyi tartışacağı 2 Nisan tarihindeki genel kurulu ile PFDK sevkleriyle verilecek cezalar arasında sıkışıp kalmış vaziyette

Göz göre göre bugünlere geldik

Toplumsal hayatımızdaki şiddet üreten etmenleri es geçtiğimiz sürece futbol sahalarındaki şiddeti sadece cezai tedbirlerle önleyebilmemiz mümkün değildir. Bu olay sonrasında cezai tedbirlerin arttırılması tekrar gündeme getirilecektir ancak göreceksiniz ki bu da yaraya merhem olmayacaktır