09 Ekim 2017

Orta Doğu’da yeni bir “Bağdat Paktı” mı kuruluyor?

İdlip Operasyonu’nun yeni kurulan bir pakt için iyi bir sınav, aşılması gereken bir mihenk taşı olduğunu pekala düşünebiliriz

Türkiye, İran ve Irak’ı Batı İttifakı ile birlikte “Sovyetler Birliği tehdidine karşı” aynı safta buluşturan Bağdat Paktı’nın kurulduğu tarihten bu yana 60 yılı biraz aşkın bir süre geçti. Bugün, Orta Doğu’da dengeler o denli değişmiş durumda ki, Türkiye, İran ve Irak’ın bu kez Rusya ile birlikte “ABD ve proksilerinin tehdidine karşı” yeni bir kamplaşmanın içine doğru çekildikleri görülüyor.

Hem diplomatik, hem askeri sahalarda -Rusya’nın sponsorluğunda- varılan mutabakatlarla temelleri atılan bu yeni ittifak akıllara, “Ortadoğu’da yeni bir Bağdat Paktı mı şekilleniyor” sorusunu getiriyor. Gerçi bugün aynı safta görülen aktörlerin böyle bir yakınlaşma içine girmelerinin arka planında farklı saikler söz konusu ise de, bu fiili ittifakın Suriye & Irak Savaşı’nın hemen ardından resmi bir savunma teşkilatına dönüşmesi mümkün. Bu çerçevede, son derece kompleks hedefler setiyle start alan İdlip Operasyonu’nun böylesi bir pakt için iyi bir sınav, aşılması gereken bir mihenk taşı olduğunu pekala düşünebiliriz.

“Ortadoğu’da yeni bir Bağdat Paktı mı şekilleniyor” sorusu yanılmıyorsam ilk olarak The Washington Institute adı verilen think-tank kuruluşunun uzmanlarından Ehud Yaari tarafından Times of Israel dergisinin 8 Ekim 2015 tarihli nüshasında atılmıştı. Yaari, o tarihlerde, ittifakın temel stratejisinin, bir yandan ABD’nin Körfez’e kadar olan coğrafyada nüfuzunu zayıflatmayı hedeflerken, bir yandan da İran’ın bölgedeki başat rolünü -Rusya’nın süpervizörlüğü- altında genişletme gibi bir temele dayandığını ileri sürüyordu. Türkiye’nin dış politikasında takip eden iki yılda geçireceği dönüşümü hesaba katamadığı için söz konusu strateji tarifi bugün muhtemelen eksik kalacaktır. Zira gerek Türkiye’nin Suriye Savaşı’nın son iki yılında -Rusya ile aynı safta- üstlendiği, geçmişten farklı roller, gerekse de Irak Kürdistanı’ndaki referandumun bölgedeki yankıları bu stratejinin tanımını bugün daha geniş bir çerçeveden ve daha bir güvenle yapmamıza imkân tanıyor.

Bağdat Paktı’nı hatırlayalım

Tabii yeni bir Bağdat Paktı’ndan söz etmeden önce eskisine dair biraz bilgi aktarmak şart: Bağdat Paktı, temelleri 1955 yılında İngiltere, Türkiye, İran, Irak ve Pakistan tarafından siyasi, askeri ve ekonomik hedefler doğrultusunda atılan, savunma amaçlı bir örgüttü. NATO ile SEATO arasındaki boşluğu doldurarak, bölgede “komünizm tehlikesine set çekme” ve Batı ile Ortadoğu arasındaki bağı güçlendirme gayeleri güdüyordu.

İngiltere söz konusu ittifaka Suriye ile Ürdün’ün de katılmasını ve bu şekilde bölgenin bir uçtan öbür uca Batı ile bağlarını sağlamlaştırmasını umuyordu. Ancak Bağdat Paktı o dönemde Arap dünyasının lideri konumunda olan Mısır’ın ikinci cumhurbaşkanı Cemal Abdül Nasır tarafından Batı sömürgeciliğinin örtülü uzantısı olarak değerlendiriliyordu. Türk ve Arap dünyasının Soğuk Savaş dönemindeki tehdit algıları arasındaki bu farklılık Arap ülkelerinin pakta katılmalarına engel olmuştu. 7 Mart 1955’te Ankara’nın Şam’a gönderdiği sert mesaja ve Celal Bayar’ın 3-4 Kasım 1955’teki Amman ziyaretinde Filistin meselesine dair verdiği güvencelere rağmen, Suriye ve Ürdün Bağdat Paktı’ndan uzak durdular.

Irak’ın 1959 yılında ittifaktan ayrılması ile paktın adı CENTO olarak değiştirildi. ABD’nin Mısır ve Suudi Arabistan’la arasını açmamak için pakta doğrudan değil gözlemci statüsüyle katıldığı örgüt, Sovyetler Birliği’nin uzun yıllar şiddetli muhalefetine de maruz kaldı. Bağdat Paktı gibi CENTO da siyasal amaçlarına ulaşamadı ve nihayetinde İran’ın İslam Devrimi ile çalkalandığı 1979 yılında dağıldı. Ancak bu arada başka şeyler de oldu. Mesela Moskova, Arap dünyasının lider konumdaki ülkesi Mısır’dan temellerini ABD Dışişleri Bakanı Henry Kissinger’ın attığı ve Mısır Devlet Başkanı Enver Sedat’ın uyguladığı politikalar nedeniyle ‘70’li yılların başlarında, deyim yerindeyse, “kovuldu.” Moskova her ne kadar Suriye, Libya ve Saddam Hüseyin dönemi Irak’ı ile yakın ilişkiler kursa da, Ortadoğu’da o tarihten sonra büyük ölçüde tâli bir rol üstlendi.

Yeni Bağdat Paktı

Bugün Türkiye, İran ve Irak’ın bu kez Ortadoğu’da etkinliğini artıran Rusya önderliğinde askeri ve diplomatik cephelerde sık sık bir araya gelmekte olduklarını görüyoruz. Şam yönetiminin davetiyle bundan iki yıl önce Suriye Savaşı’na müdahil olan Rusya, o tarihten bu yana sadece Suriye Savaşı’ndaki dengeleri değiştirmekle kalmadı, ABD politikalarının sonuçlarının bölgede yarattığı vakumu doldurmayı da iyi bildi ve yeni Ortadoğu’nun şekillenmesine siyasi, askeri ve iktisadi açılardan eskisiyle kıyaslanmayacak katkı yapar bir konuma geçti.

Boğuştuğu ekonomik sıkıntılar yüzünden Ortadoğu’ya yönelik vizyonuna sınırlı kaynak aktarabilecek olsa da, Rusya bugün Mısır’dan Suudi Arabistan’a, Türkiye’den İsrail’e Ortadoğu’nun tüm aktörleriyle aktif ve yakın bir ilişki içinde.  

Tahran’dan Akdeniz’e uzanan bir yaya hakim konumda görünen Rusya, eski Bağdat Paktı’nın yeni versiyonu gibi şekillenecek ve ortak bir tehdit konsepti etrafında şekillenecek resmi bir savunma ittifakının da doğal olarak direksiyonunda oturmaya aday.

İdlip ile sınanacak ittifak

Ekim ayı içinde planlamadan eylem safhasına geçecek olan İdlip Operasyonu böyle bir vizyonun sınanması açısından çok önemli bir turnusol kağıdı işlevi göreceğe benzer. Malum, Türkiye, Rusya ve İran, Kazakistan’ın başkenti Astana’da Suriye’nin İdlib kentine “çatışmasızlık bölgesi” oluşturmak üzere gözlemciler yerleştirilmesi kararı almışlardı. Bu çerçevede Türkiye'nin desteklediği Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) şemsiyesi altındaki “Hamza Tugayı” Fırat Kalkanı harekatıyla IŞİD’ten temizlenen Suriye'nin kuzeyindeki El Bab ve havalisinden geçen cuma akşamı çekilip Bab-ı Selame yoluyla önce Türkiye’ye geçti, ardından Hatay - Reyhanlı yakınlarındaki Bab-ı Hava sınır kapısından yeniden Suriye’ye girerek İdlip bölgesine intikal etti.

Türk Silahlı Kuvvetleri’nin obüs topu desteğindeki ÖSO birliklerinin büyük ölçüde El Nusra yanlısı cihatçı örgütlerin oluşturduğu Heyet Tahrir el-Şam’ın (HTŞ) kontrolünde bulunan bölgede denetimi ele alması bekleniyor. Anlaşılan o ki, arzulanan noktalarda denetim sağlanıp güvenli bölgeler oluşturulduğunda, TSK’nın 500 askeri bu kontrol ve gözlem noktalarında gözlemci olarak konuşlandırılacak.

Söz konusu kuvvetlerin asli görevi, “Esad rejimi ile muhalifler arasında çatışma yaşanmasını engellemek ve olası ateşkes ihlallerini gözlemlemek” şeklinde tanımlanmış olsa da, Ankara’nın İdlip Operasyonu’ndaki temel motivasyonunun, Afrin kantonunu kendisine yakın ÖSO kuvvetleri ile güneyden kuşatmak olduğunu tahmin etmek zor değil. Cihatçıların denetimi altındaki İdlip’in Afrin’i kontrol altında tutan Suriye Demokratik Güçleri (SDG) ile sınır noktalarını HTŞ militanlarından devralarak bu şekilde Afrin’i iyice izole etmek ve Rusya izin verdiği müddetçe burada bir tampon bölge oluşturmak da TSK’nın muhtemelen hedefleri arasında.

Nitekim, şimdiden HTŞ’nin SDG ile hudut noktalarından çekilerek buraları Türkiye’nin desteğindeki ÖSO kuvvetlerine devretmek üzere Ankara ile anlaşmaya vardığı ve bu çerçevede Simeon Dağı’ndaki kontrol noktası ile Halep muhafazasına bağlı Daret İzza kasabası yakınlarında olan ve birkaç ay önce Ahrarü’ş Şam grubunun elinden alınan Fadrah köyünü de ÖSO’ya devredeceği şeklinde, henüz bağımsız kaynaklarca doğrulanmayan haberler geliyor.

Ankara’nın elbette ki Rusya’nın (ve doğal olarak Suriye’nin) de beklentilerini karşılayacak şekilde, İdlip’in belirli bir bölümünün Şam Yönetimi’ne devri ve çatışmasızlık bölgesinin oluşturulması için de üzerine düşeni yapması bekleniyor.

Rusya, İran ve Türkiye gibi 3 garantör ülkenin İdlip’te eşgüdüm içinde çalışarak -bağımsız hedefleri dışında- birlikte kararlaştırdıkları ortak stratejik hedeflere arzulanan zaman içinde varmaları üç ülke arasında geçen zaman içinde tesis edilmiş güven ilişkisinin bir adım öteye taşınmasında da çok önemli bir mihenk taşı işlevi görecektir. Eğer bölgede “ABD ve proksilerinin olası tehditlerine karşı” savaş sonrasına yönelik, savunma amaçlı bir yeni “Bağdat Paktı” arayışı söz konusu olacaksa, tarafların İdlip sınavından üzerlerine düşeni (!) kararlaştırıldığı şekilde yaparak çıkmaları ve aralarındaki sıvayı güçlendirmeleri şart görünüyor.


twitter: @akdoganozkan

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Füze saldırılarının görünmeyen koridor boyutu

İsrail ile İran arasındaki karşılıklı füze saldırıları, ABD’nin Orta Doğu'da Çin'in artan nüfuzunu dengeleyecek bir ağırlık merkezinin sacayaklarının inşa sürecine de katkıda bulunuyor

Biri öldürmüş, biri gömmüş, biri de delilleri yok etmiş

Knesset semalarında İran füzeleri görüldü diye dikkatlerden kaçmasın, bayramın son günü İsrail ordusu Gazze’de 3 yüksek okul, bir ilkokul, bir hastane, bir düğün salonu ve bir de camiyi 1 saat içinde yok ederken, işbirlikçileri 1930’ları anımsatan icraatlara imza attı

Kadayıfın altı kızardı

70’lerdeki hükümetlerin ayakta kalmasında anahtar rol oynamış Necmettin Erbakan’ın oğlu, babasının izinden giderek ustalıklı bir stratejiyle “kadayıfın altını kızarttı.”  Sol yine seyrederken