17 Aralık 2018

Enformasyonsuzluk: Yılın kelimesi

Medya sunucuları ve haber-yayın aygıtları, haberleri hakikatten-sonra olan olayların hakikati olarak istedikleri gibi haber yapabilmekte

Amerikan CNN televizyonun verdiği  habere göre, her sene bir kelime yılın kelimesi seçiliyor ve bu sene “misinformation” (sahte enformasyon) kelimesi “yılın kelimesi” olarak seçilmiş. Son dönemlerde en çok “post-thruth”(gerçek-sonrası) üzerine onca haber okuduk ve dinledik. Olayları sonrasında takip ettik. Bunların analizleri üzerine onlarca kitap yayınlandı. Haberler artık hakikat değil de hakikaten itibaren yapılan hakikat yorumuna bağlı olarak işlemekte sanki. Ve yorum, hatta “haberin tersi” bir yorum hakikati çarpıtmakta. Bu nedenle de medya sunucuları ve haber-yayın aygıtları, haberleri hakikatten-sonra olan olayların hakikati olarak istedikleri gibi haber yapabilmekteler.

Fransız filozof Louis Althusser 1960’lı yıllarda devletin ideolojik aygıtlarından söz ederken kurumların ideolojik olarak işlediğini söylemekteydi. “Maddi bir pratik” olarak ele alınan ideoloji, havada duran idealara ait bir kavram olmaktan uzaklaştırılıp, gerçek maddi olan kurumların işleyişi ve onların yol açtığı sonuçlar üzerine düşünülmekteydi. Bilim ve ideolojinin birleşmesinden ortaya çıkan bileşimin kendisi ideolojinin bilim karşısındaki zaferini ortaya koymaktaydı. Ekonomi ve politikanın, bir anlamda üst-belirleyicisi olan ideoloji, bu bakışta ekonominin de politikanın da tamamlayıcısı olmaktan daha fazla yönlendiricisi olarak ele alınmaktadır.   Kurumlar arasında  (aile, din, okul vb.) medya da sayılmaktadır: Basın-radyo televizyon Yayınları. Gazeteler, televizyon ve radyo gibi haber veren aygıtlar olayları artık kendi bakış açılarından anlatmaktadırlar ve ideolojik olan da buradan kaynaklanmaktadır; çünkü maddi bir şekilde olayların sunumu eğer bir bakış açısından verilirse, o bakış açısı kamu oyu yaratan bir bakış olarak toplumlarda yerleşmektedir. Filozof Platon’dan sosyolog Tönnies’e ve Bourdieu’ye kadar kamu oyunun “kurulan”  bir şey olduğu ve bu nedenden dolayı da inandırıcı olmaktan ve gerçekten çok uzak olduğu söylenmekte ve  kamu oyu eleştirileri yapılmaktaydı.

2018 yılının sonuna geldiğimizde liste uzamaya ve çoğalmaya başladı:  

İngiltere’de Brexit referandumunun arkasında yatan bütçe hesaplamasındaki rakamların gerçeğini değil de, yanlı bir şekilde sunumunu oluştuğu zaman İngiliz halkı Avrupa Birliği’nden çıkmayı oyladı. Aslında gerçek hesaplar değil, gerçek olmayan rakamlar verildiğinde, AB’nin İngiltere’nin “kıyaslamalı avantajına” uymadığı tezi ileri sürülmüştü. O zamandan beri muhalefet partisi içindekiler bile bu gerçek-sonrası haberin yarattığı etkiye gerçekmiş gibi bir önem vermeye başlamışlardı; çünkü haber, bir kere yayıldıktan ve etkisini gösterdikten sonra, etkisinin maddi gerçeği haberin gerçek olmamasının önüne geçmiş durumdadır . İngiltere örneğinin yanında Trump’ın seçilmesinde “Rus etkisi” meselesi haber olarak sunulmuştu; ama bu haberin gerçek mi yoksa gerçek dışı mı olduğu tartışmaları hala kamuoyunun ilgisini çekmeye devam ediyor. Görüşlere göre buna inanlar ve inanmayanlar fikren birbirlerinden ayrılmaktalar. Bu görüşleri paylaşanların oyları da kendi beğendikleri siyasi partilerin görüşlerine gitmeye devam ediyor. İngiltere’deki rakamın çarpıtılmasına karşın Amerika Birleşik Devletleri’ndeki mesele müphem olarak durmaya devam etmektedir; ama burada önemli gibi duran, belirsizliğin haberin kendi gerçeğinin önüne çıkmış olmasıdır. Gerçek olan ikinci planda kaldığında, o zaman, zaten gerçek-sonrasına geçilmiş demektir.

Ülkelerin basın ve yayın ve iletişim kaynaklarının özele veya kamuya ait olması arasındaki fark, devletin daha kolay yanlı yayın yapabilmesinin karşısında özel basın kurumlarının kendi patronlarının bakışı doğrultusunda haber yayını yapmasına bağlı olmasıdır. Bu durumda, bazen sahte haber yapmak yerine daha etik olarak kabul edilebilecek  olan haberi vermemek ideolojik bir duruş olarak sayılabilir.

1990’lı yıllara geldiğimizde; 1970’lerden kalma bir kavram olan simülasyon kavramı gündeme taşınmıştır ve bu dönemde çok kullanılır kavramlardan biri haline gelmiştir.  Platon’dan beri hep bu güne kadar  “sahte olarak” anlamını sürdürmüştür.  Hatta o kadar ki, aşağıda kelimeyi tekrar ele alacağım sanatçı anlamında kullanılmış; yani “artist” kavramına yerleşmiştir. Artist-sanatçı gerçeği değil gerçeğin taklidini gösteren biri olarak, gerçeği arayan filozoftan uzaklaşmaktadır. Sahte anlamına gelen bu simülakr kavramı modelin aynısının taklidini yapmaktan geçen bir anlama sahiptir. Kısaca model onun sahtesi olarak sunulan bu kavram, aslında söz konusu yıllarda bilhassa Fransız  sosyolog Jean Baudrillard tarafından geliştirilmiştir (“Simülakrlar ve Simülasyon” Oğuz Adanır’ın tercümesiyle Türkçeye çevrilmiştir).

Simülasyon da gerçeğin ötesine geçmektedir. Simülakr kavramı o kadar ileri gider ve taklit olan modelinden o kadar ayrılır ki, artık kendi modelini kuramaya başlar. Taklit ettiği modelinden bağımsızlaşan bu durum hakikat olan modelin ötesine geçip, sahteyi öne çıkarıp, model haline getirip yaratıcı bir düşünceyi gerçekleştirmeye başladığında hakikat simülakrın kendisi olmaya başlar. Ancak bu yaratıcı düşünce, sahte haberin veya habersizliğin öne çıkması olmaya başladığında, yaratıcı olmaktan çok daha fazla  argoda söylendiği gibi “artistik” olmaya başlar: “Artistlik yapma” yani “olmayan şeyi varmış gibi yapma” anlamını taşımaya başlar. Futbolcunun sakatlanmadığı halde sakatlanmış gibi yapmasına futbol argosunda “artistlik yapıyor” şeklinde yorum yapılmakta olduğu gibi, haberler de simülakr olmaya başlar. Böylece, olayın gerçeğinden bağımsızlaşır ve uzaklaşır; ve hatta kimi zaman geçeğin tam tersi olarak haber yapıldığında sadece ahlaki olandan uzaklaşmakla kalınmaz aynı zamanda “yalan haber” yapmaya doğru da gidebilir. Mesela günümüzde reklamlarda, reklamı yapılan üründe olmayan bir şey varmış gibi gösterilmekteyse, bu reklamlara “yalan reklam” denilir.

1980’li yılarda, bilhassa Batı dünyasında ve özellikle Amerika’daki büyük şirketlerde bazı eski generaller danışman olarak kullanılmışlardır. Şirketin ürün politikalarının stratejisini geliştirmek için şirkete başkaldıran işçilerine karşı hesaplar yapılmaya başlanmıştır. General-danışmanlar, işçi haklarının entelektüel meşruluğunu kırmak için askeri savaş taktikleri kullanmışlardır. Şirketlerin korunma taktikleri olarak savaş taktiklerini pratik etmişlerdir. Burada önemli olan şey meşruluğu olmayan yalan haber yaymak yerine, ürünlerin içinde olmayanları var gibi yapmak yerine, meşru yolları kullanmak öne çıkarılmaya başlanmıştır. Şirketlerin ideolojik yapılanmaları sağlanmaya çalışılmıştır. Buna göre şirketler tarafından satın alınan bazı üniversite mensupları “gerçek olmayan haberler” ileri sürmeye başlayarak hayatlarını bu şekilde kazanmaya başlamışlardır. Bu taktiklere göre, şirketlerin danışmanları entelektüelleri önce sınıflandırıp, radikalleri ılımlılardan ve bilhassa “arivistlerden” ayırıp, sonunda bu sonuncuları kendi yanlarına çekilebilmişlerdir. Ve onlara bilimsel haberler yaptırabilmişlerdir. Bilhassa eczacılık ve tıp dalları toplumun her kesimine hitap ettiğinden dolayı nazik sektörlerdir. Tıp  pozitivist bir bilim olmasına rağmen muğlak alanları da var olan bir daldır. Zehir ve panzehir kullanılış şekillerine göre işlev değiştirmektedir. Şirketler, savaş taktikleriyle kendi meşruluk alanlarını aramışlardır.

Bugün dünyada, şirketlerin 1980’lerde geliştirmeye başladıkları savaş pratikleri politikaya da sıçramış görünmektedir. Şirket modeliyle yönetilen toplumlar, politik olarak ister “küresel politika”, ister “kapanma politikası” yapsınlar, neo-liberal şirketlerin sürdürdüğü ekonomik savaşı, politik savaş olarak kullanmaya başlamış gözükmektedirler.

Böylece, 2018 yılı kelimesinin “enformasyonsuzluk”  (veya sahte enformasyon) olmasının arkasında yatanın sanki yukarıda saydığımız örneklerle geliştiğini düşünmek tuhaf değil midir?    

Yazarın Diğer Yazıları

Bir saha araştırması nedir?

Anket yapan sosyologların çok iyi bildikleri bir şey vardır. O da gazetecilerin bugün sıklıkla yaptıkları gibi gerçek veya kurgusal kişilikler üzerinden, vakalardan yola çıkarak haberi ifade etmelerinin sosyoloji olmadığıdır

Özgürlükten kulluğa

Antropolog Pierre Clastres, inanılmaz bir şekilde La Boetie’den yola çıkarak özgür toplumlardan boyun eğmeyi tercih eden kulluk toplumlarından söz etmekteydi: Bu ayrım sonunda devlet mekanizmasının oluşturulması ve devlet mekanizmasının oluşmasına karşı çıkan ve tarihsiz olarak adlandırılan toplumlar arasındaki fark ortaya çıkartılmaktaydı

Kim ne sanıyor?

Küreselleşmekten uzaklaşmaya başlayan dünyamızda artık homojen olmayan farklılıklarla yaşamayı öğrenmek zorundayız. Göç-sonrası toplumsal vaziyet bunu öngörmekte ve fiili olarak yaşatmakta