06 Ocak 2017

ABD devletinin vatandaşlarına karşı günahları

Olayın belgesel yanı korunuyor, ama elbette dramanın gücü başka bir şey

SNOWDEN                  X  X  X  ½

Yönetmen:  Oliver Stone
Senaryo: Kieran Fitzgerald, O. Stone
Görüntü: Anthony Dod Mantle
Müzik: Craig Armstrong, Adam Peters
Oyuncular: Joseph Gordon-Levitt, Shailene Woodley, Zachary Quinto, Rhys İfans, Melissa Leo, Tom Wilkinson, Nicolas Cage, Joely Richardson, Ben Chaplin, Scott Eastwood

Amerikan filmi.

 

   Oliver Stone kuşku yok ki yaşayan Amerikan yönetmenlerinin önde gelenlerinden. Ve de politik yönetmen tanımının da bir numaralı örneği. Belki dünya çapında...

   Nasıl olmasın ki... JFK- Kapanmayan Dosya,  Nixon ve W (Bush) ile Amerikan başkanlarından üçüne eğilmiş... Müfreze, Doğum Günü 4 Temmuz ve Cennet ve Yeryüzü üçlemesiyle Vietnam savaşının emsalsiz bir hesaplaşmasını ortaya koymuş... Borsa ikilemesiyle Wall Street’in içyüzünü deşifre etmiş... Dünya Ticaret Merkezi’yle 11 Eylül 2001 New York saldırısını anlatmış.

   Kariyerinin başındaki Salvador’la dış ülkelere de ilgisini göstermiş. Sonraları Fidel Castro üzerine iki belgesel yapmış. Hatta iktidar üzerine araştırmalarını antik çağa dek uzatmış ve gayet etkileyici bir Büyük İskender portresi çizmiş.

   Bugün 70 yaşında olan (1946 doğumlu) Stone, son iki yılını ise The Untold History of the United States- ABD’nin Yazılmamış Hikayesi adlı TV dizisine ayırmıştı: 10 bölümlük bir dizi. Demek ki ülkesinin siyasal yapısını avucunun içi gibi bilen kendine özgü bir sinema ustası.

   Sinemaya dönüşünün Edward Snowden üzerine bir filmle olmasına şaşılmaz. Snowden hakkında yazılmış Luke Harding ve Anatoly Kucherena imzalı iki ayrı kitaptan yola çıkan bu uzun (134 dakikalık) film, bize kusursuza yakın bir portre sunuyor.

  Edward Snowden 1983 doğumlu bir bilgisayar uzmanı. Kariyer olarak devlet memurluğunu seçiyor. Askerliğinden sonra CİA’ye giriyor. Ayrılıp yine dönüyor: önce NSA- National Security Agency- Ulusal Güvenlik Kurumu, sonra yine CIA. 

  Bu arada çok sey öğreniyor. Bir yandan askerliği sırasında... Sonra Cenevre’den Tokyo’ya ve oradan Hawai’ye uzanan değişik duraklarda...

   Öğrendiklerinden başlıcası, özellikle NSA’in Amerikan vatandaşları üzerine tümüyle yasadışı (ve anayasaya aykırı) olarak tuttuğu kayıtlardır. Filmin bir yerinde bunların yabancı, giderek ‘düşman’ ülkeler üzerine kayıtlardan çok daha fazla ve yaygın olduğu söyleniyor. Bir devlet düşünün ki, milyonlarca vatandaşı üzerine, hiçbir zararlı ve yasadışı etkinliği olmasa da dosyalar tutmuş ve bilgi toplamıştır...

   Snowden bu konuda ilk kez sesini çıkarmaya cüret etmiş bir görevliyle de tanışıyor: Birçok Stone filminin baş oyuncusu Nicolas Cage’in bu kez konuk oyunculukla çizdiği Hank Forrester. Ama Hank ona tüm girişimlerinin sanki bir duvara çarptığını ve sonucunun ‘tenzil-i rütbe/ mesleğinde kademe inmek’ olduğunu söylüyor.

   Snowden giderek vicdanının emirlerine uyuyor. Ve 2013 yılında elindeki binlerce dosyayı ve sonsuz bilgileri basına açıklıyor. Tam da Obama’nın ilk yıllarında ve kamuoyuna sürekli özgürlük vaadleri yağdırdığı sıralarda...

  Ama kolay olmuyor bu. Elbette basın desteği gerekiyor. Özellikle Washington Post ve İngiliz The Guardian’dan gelen iki gazeteci ve her şeyi filme alan kadın belgeselci Laura Poitras aracılığıyla, olay ABD ve dünya kamuoyuna açıklanıyor.  

   Ve o ‘özgürlükler ülkesi’ Amerika’da kıyamet kopuyor. Snowden devlet-karşıdı faaliyetlerle suçlanıyor. Ancak o akıllılık edip herşeyi Hong Kong’dan yönetmeyi seçmiştir.  Kıyamet kopunca da kendisine kapılarını açan Rusya’ya kaçıyor.  Hala da orada, Moskova’da!..

    Daha önce Laura Poitras’ın bizzat imzaladığı ve gerçek Snowden’in karşımıza geldiği Citizenfour adlı belgeselde ilgiyle izlediğimiz bu öykü, bu kez Stone’in ustalıklı sinemasıyla başka bir heyecan ve etki gücü kazanıyor. Bir ölçüde olayın belgesel yanı korunuyor, ama elbette dramanın gücü başka bir şey.

   Ayrıca da film döneminin –ki 2000’lerin başından 2014’e dek uzanıyor- birçok politik olayına ve ABD’nin dünyayı yönetme yöntemlerine ışık tutuyor. Bir yerde modern dünyanın nabzının attığı kentler arasında Londra ve Berlin’le birlikte İstanbul deniyor!.. Bir başka yerde Irak (ve belki tüm Orta Doğu) önemsiz sayılıyor, “20 yıl sonra sadece çöl olacak bir coğrafya” denirken, geleceğin Rusya, İran ve Çin’de olacağı söyleniyor. Son olayların ışığında önemi daha da artan kehanetler!..

    Snowden’de Joseph Gordon-Levitt, hayatının aşkı Lindsay’da Shailene Woodley, Guardian yazarı MacAskill’de Tom Wilkinson çok iyiler. Ben ayrıca askerlikten sivile Snowden’in yaşamında önemli rol oynayan Corbin’de Rhys İfans’ı da çok inandırıcı buldum.


Yarın: SONSUZLUK ORMANI

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Son günlerdeki siyaset ve ülke sorunları üzerine birkaç düşünce

Bir ortak vicdan yaratmaya bir küçük katkısı olabilir umuduyla...

Ringlerde görülegelmiş en zalim maçların öyküsü

Asıl soyadları Adkisson olan bu garip ailenin öyküsü usta biçimde anlatılmış. Oynak bir kamera, ABD'nin Texas'taki Spectatorium gibi gerçek büyük salonlarında çekilmiş sahneleri etkileyici biçimde verir

İmamoğlu gelirse…

Belki İstanbul'u da kurtarma şansı doğar...