01 Şubat 2017

Bitmeyen rant hırsı ve direnen şehir

Ufak bir dal kırıldığında bile yüreğimiz cız ediyor...

    Sanki sayın Recep Tayyip Erdoğan benim T24’de çıkan İstanbul’un Batması Yakındır, Göreceksiniz yazımı okumuş gibiydi: Son dönemde yazdığım yazıların en ilgi göreni... Gerçi hiç sanmıyorum, ama ondan öylesine beklenmeyen bir sürpriz oldu ki, her şey akla gelebilirdi!..

   Erdoğan özetle Boğaz sırtlarındaki yapılaşmadan söz etti,  müteahhitlerin çeşitli yolsuzluklarından ve numaralarından dem vurdu. Özellikle kot alınırken hile yapıp kat yükseltenleri andı.

  Ayrıca daha genel biçimde “gecekondulaşmanın yanısıra kötü, projelerle kişiliksiz, çirkin sitelerin, apartımanların ortaya çıktığını” söyledi. Ve “dikey mimariden değil, yatay mimariden yana olduğunu” belirtti.

Büyük Neis, Küçük Reis’e karşı!...

   Ne kadar mutlu olduğumu tahmin edersiniz!.. Hangi vatandaş devletin başındaki zatın kendi fikirleriyle, aslında kendi olmaktan çıkıp bu kenti, bu ülkeyi gerçekten sevenlerin ortak olmuş fikirleriyle buluştuğunu görmekten sevinmez!

   Aslında son zamanlarda bu durum özellikle İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Meclisi'nde alınan kararlarla oluşuyor. Belediye sanki asli görevi geçici olarak yönetmeye sıvandığı bu kenti tarihi ve doğasıyla korumak değil, daha çok inşaatçılara rant sağlamak ve kazanç kapıları açmak olan bir kurum gibi çalışıyor.     

     Ve kenti tek bir boş alan kalmamacasına parselleyen ve betona boğan kararlar, diğer parti üyelerinin itirazlarına karşın AKP oylarıyla geçiyor

   Erdoğan Şehircilik Şurası’nın açış konuşmasını yaparken, tam karşısında belediye başkanı Kadir Topbaş oturuyordu. Öyle ki birçok kişiye göre bu lafların asıl muhatabı o idi. Nitekim Necati Doğru Sözcü’de “Büyük Reis’in Küçük Reis’i azarlaması” diye yazdı.  

   Cumhuriyet’in deneyimli yazarı Şükran Soner ise, sayın başkanın bu yeni sürpriz yaklaşımı karşısında  şöyle diyordu: “15 yıllık iktidarlarının, belediyecilik erklerinin geriye dönük neredeyse 20 yıldaki dudak uçuklatıcı ağır suçlarından hesaplaşmasız olarak arınmak bu kadar kolay mı? Yıkımın geri dönüşünün bedeli, olanağı, karşılığı, kaynağı  ve niyeti var va mı?”

Ufak bir dal kırıldığında bile yüreğimiz cız ediyor...

   Yine de umutsuz değilim. Çünkü çevre sorunları öylesine gündeme oturuyor ve öylesine tepkiler alıyor ki...Yıllar önce bu pek yoktu. Olsaydı diyelim ki Adnan Menderes bile o radikal kararlarını kolayca uygulayamazdı. 

    Ama günümüzde tüm bu konularda güçlü bir kamuoyu oluştu. Ayni günlerde olup bitene bir baksanıza... Örneğin Maçka parkındaki ağaç kesimi söylentisi orayı sanki bir ziyaretgah yapıyor. Hem de o soğukta toplanan insanlar 4 km. koşup bir gazeteye “Maçka Maratonu” başlığını attırıyor!..

  Cumhuriyet gazetesi tam sayfa “Nedir bu parkların sizden çektiği!” yazısı yayımlarken, Maçka parkının yanısıra, ‘dekovil geçirilmesi’ (!) planlanan o güzelim Belgrad ormanlarını, “Martı’nın yuttuğu Fındıklı parkı”nı, Validebağ’a inatla dikilmek istenen büfeyi ve yine inatla direnen sakinlerini, Cihangir’in Sanatkarlar Parkı denen Roma Parkı’na yapılacak ‘sosyal tesisi’ anlatıyor.  

   Ve Belgrad ormanlarını savunmak için yapılan protestoya büyük kalabalık katılıyor, aralarındaki değerli oyuncu Altan Erkekli ise şöyle diyor: “Ufak bir dal kırıldğında bile yüreğimiz cız ediyor. Burası yalnız İstanbul’a değil, insanlığa mirastır”. (Cumhuriyet’te manşet)

Basından güçlü protesto yazıları

   Ve ortaya şöyle bir manzara çıkıyor: nerede ‘boş’ bir arsa, üzerinde herhangi bir yapı olmayan bir alan (bahçe, yeşil alan, orman, gezinti yeri, vs.) varsa, oraya illa da bir yapı kondurmak istiyorlar. Kentin  her bir karış alanı dolsun, para getirsin  ve birilerine kazanç kapısı açsın istiyorlar.

    Bizler nasıl o beton kulelerden ve duvar sitelerden nefret ediyorsak, onlar da topraktan, yeşilden, ağaçtan ve doğadan nefret ediyorlar. Anlaşmamız  imkansız!...

    Basında ise güçlü protesto sesleri çıkıyor. İşte Hürriyet’te Kanat Atkaya’nın çok sevdiğim yazısından bir bölüm:

 “Dedim ya, artık çok kimse uyandı. Üsküdar’dan Kadıköy’e, Emirgan’dan İstinye’ye, Kuruçeşme’den Telli Baba’ya doldurduk, dolduruyoruz, dolduracağız inşallah İstanbul Boğazı’nı!...İskele düzenlemesi diyerek, 10 yılda belki 10 kere dolacak miting meydanı diyerek, yer tırtıklamak gerekiyor denizden çünkü!

    “İskele Park” adı altında akla, vicdana, bilime sığmayacak bir rant kararlılığıyla, “Yanına bir de otopark konduralım, para basılır buradan yahu” hoyratlığıyla doldurmak gerekiyor Boğaz’ı çünkü!

      Dev kazıklar çakarak, beton bloklar atarak, kalan balığın ve kuşun rızkına göz dikmek şarttır çünkü!

     Hayatı besleyen, büyüten, yaşatan, güzelleştiren akıntılarına Boğaz’ı bir durgun suya çevirmek pahasına ket vurmak çok, ama çok kârlı bir işe dönüşmektedir çünkü!

     Fındıklı’dan Beşiktaş’a doğru uzanan hat üzerinde mücevher gibi dizilmiş Molla Çelebi Camisi’nden Dolmabahçe Sarayı’na mimari güzelliklerin arasına kerameti kendinden menkul bir “Martımtırak iskele kompleksi” sokuşturmak şarttır çünkü!

  “Depremde risk oluşturur...”, “Deniz canlılarının ölümü olur...”, “Denizanalarına toplu konut yapmış olursunuz, Boğaz’da hayat durur” diyen bilim insanlarına kulak tıkamak ve rantsal dönüşümü kucaklamak yakışır yöneticilerimize çünkü!”

Genç yazarların çevre bilinci

    Milliyet’in sanat-kültür yazarı Asu Maro elbette olanlara karşıdır. “Ormana demiryolu, parka kavşak”başlıklı yazısında şöyle der: “Trafiği çözmek adına parklara, bahçelere, ormanlara zarar verirsek, ortaya daha hayati ve kalıcı bir sorun çıkıyor: nefes alamıyoruz!.. Hava kirliliği bu hızla artmaya devam ederse, ne kavşak kurtarır İstanbul’u, ne tren.”

  Ve gencecik, adı daha çok magazinci diye anılan yazarlar bile artık bu bilinci edinmişler. Hürriyet’te Melis Alphan örneğin: “Bugün  tren yolu, yarın konut alanı, ertesi gün yeni bağlantı yolları derken, böyle böyle Belgrad Ormanı diye bir yer kalmayacak. Buraya günde 800 bin kişinin gittiği oluyor. Ama müdaheleler sürerse burası kelleşecek, suyu daha da kirlenecek, toplu ağaç ölümleri başlayacak. Yüzbinlerce kent sakini de çaresiz refüjlerdeki süs çiçekleriyle  teselli bulacak. Yazın bir kenara, “dediydi” dersiniz!”.

    Çağdaş Ertuna da kervana katılıyor: “Bir şehre değe katan en önemli şey parkları. Şehir hayatından hergün biraz daha bunalanlara küçük nefes alanları aslında...(  ) Otoyollar her zaman hızla yapılabilir, ama parkların, yüzyıllık ağaçların yerine yenilerini koymak mümkün değil...”

   İşte basınımızdan çıkan genç-yaşlı demeden çıkan gür protesto sesleri. Ve onlarla uyumlu bir beyanat vermiş olan cumhurbaşkanınız.  Biraz da olsa umut besleyebilir miyiz?

 

Yazarın Diğer Yazıları

Sinemanın unutulmuş bir yan dalına görkemli dalış

Dublör, belki biraz fazla uzun; ama görmeye değer bir yapım

Hıristiyanlık temeli üzerine bir gerilim

Immaculate'nin ilginç oyuncuları ve kimi kolay unutulmayacak birkaç sahnesi de var

Afyon'da müzik, dostluk ve siyaset günleri

Hepsi artık benim kolay unutulmaz anılarım arasında girdiler ve öyle kalacaklar