28 Haziran 2017

Buruk bir bayram: Bizim ‘büyük yürüyüşümüz’ ve açlık grevi

Modern zamanlar tarihinde Mao’nun ya da Gandhi’nin yürüyüşlerinin benzeri olarak yerleşmeye aday Kılıçdaroğlu yürüyüşü

Ne kadar buruk bir bayram geçti... Her şeyin şirazesinden çıktığı, modern, demokratik ve hukuk sistemi üzerine kurulu bir toplumun birçok olmazsa olmazının ayaklar altında çiğnendiği, siyasetçiler arasında tam bir kör döğüşünün oynandığı, en temel insancıl kavramların anlamlarını yitirdiği bir toplumda, kısa bir bayram tatilinin getireceği hangi huzuru bulmak umut edilebilir?

Allah’tan o ‘yürüyüş’ vardı. Artık modern zamanlar tarihinde örneğin Mao’nun ya da Gandhi’nin yürüşlerinin benzeri olarak yerleşmeye aday Kılıçdaroğlu yürüyüşü. Ben onu hep İsmet İnönü’ye benzetirim ya, çok kişi de Gandhi’ye ye benzetir. Ben de onlara hak vermeye başladım!..

Ne denli ihtiyacımız varmış böyle bir olaya... İyice yaşını-başını almış ve bedenleri kadar ruhları da köhnemiş siyasetçilerin bize her genç işi, her dinamik, her topluma dönük  çabayı yasaklama gayretlerine ve iktidarın her gün bu olayı kötüleme etkinliğine karşın, bu yürüyüş hepimizi umutlandırdı.

Çünkü adına eylem denen şey, bedenle birlikte zihni de çalıştırır.  Çalışan beden zihnimize de küşayiş getirir, aklımızı da işletir. Ve bizi gençleştirir.

Elbette bu yalnızca yaş sorunu değil. Ne Kemal Bey çok genç, ne de katılanların hepsi. Hatta hayli yaşlılar da var. Ama her gün biraz daha büyüyen, uzunluğu kimilerine göre iki, kimilerine göreyse üç kilometreyi bulan, 35 dereceye çıkan sıcakta en son on bin kişiye ulaşan çapı, özellikle iktidarı pek ürküttü.

 

Şecaat arz ederken sirkatin söyleyenler

 

Ve her gün artan tepkiler, en son başbakanın ağzından şöyle ifade edildi: 

Ey Kılıçdaroğlu. Bu sevdadan vazgeç. Bölücülerle, FETÖ’cülerle gideceğin bir yer yok. Gideceğin yer çıkmaz sokaktır. Gel milletin arasına, milletle beraber yürü, istikbal de senin olsun”.

Bu kadarcık lafta gizlenen şeylere bakınız. Öncelikle başbakan böyle bir yürüyüşün her yerde olan, şu birkaç gün içinde bile ABD’den İngiltere’ye, Kolombiya’dan Venezuela’ya, Yunanistan’dan İtalya’ya her ülkede yapılagelen demokratik ve neredeyse gündelik bir eylem olduğunu bilmezden geliyor. 

Üstelik son derece sade ve sakin biçimde, sadece tek bir sözcüğün, ADALET’in altına sığınarak, hiçbir kışkırtmaya ve provokasyona yüz vermeyerek, parti adı dahil her türlü bağlantıyı  reddederek yapılan bir eylem. Helal olsun!...

Ayrıca başbakan o yürüyen ve kim bilir kaç milyonu temsil eden on bin küsur insanı milletten saymıyor!  Onları çabucak ve görülmemiş bir hoyratlıkla bölücü ve FETÖ’cü ilan ediyor. Böyle demekle bu milleti bölmenin, bir karpuz gibi ortadan ikiye bölmenin daniskasını yaptığını bir an bile düşünmeksizin...Pes doğrusu!..

Daha da  ötesi, Kılıçdaroğlu’nu ‘istikbali için’ AKP’ye davet ediyor. Biz istikballeri için iktidar partisine yanaşanları, hele bu dönemde, çok iyi biliyoruz da, böylesine açık bir itirafa hiç rastlamamıştık!..

 

Bir ortak vicdan sorunu: Açlık grevindekiler

 

Öte yandan, hepimizin vicdanını alabildiğine acıtırken, sorumluları hiç ırgalamayan işler sürüyor. Onca insan haksız yerde işinden edilir, daha suçlama bile hazırlanmadan aylar-yıllarca içerde tutulur ve  birçok aile paramparça edilirken, bu durumun artık simgesi haline gelen iki akademisyenin, Nuriye Gülmen ve Semih Özakça’nın açlık grevleri 110 günü aşmış olarak sürüyor.

Ama kimse tınmıyor, o iki genç ve yürekli insanın artık sınıra gelip dayanmış sağlık durumları yüzünden, Allah korusun ama biri ölüp giderse, bunun ortak vicdanımızda nasıl bir üzüntü yaratacağını, AKP biryana, tüm dünyada nasıl en tipik ve korkunç bir devlet terörü örneği  olarak Türk devletinin karnesine yazılacağını görmüyor. Hem de hiç silinmemecesine...

Geçen hafta onlarla ilişkili bir toplantı yaptık.  Akın Birdal, Fatoş Güney, Deniz Türkali, Melike Demirağ, Edip Akbayram, İlyas Salman, Ufuk Uras gibi arkadaşlar ve başkalarıyla... Fatoş ve ben özellikle bu şahsen tanımadığımız, ama yaptıklarıyla bizi hem utandıran, hem de umutlandıran iki cesur insana “artık dur!” daveti yaptık.

Gerekçemiz: bir görevi yeterince yaptınız, sizin hayatlarınız bizim için çok değerli, gelin onu ilerde, çok daha yararlı olabileceğiniz işlere ayırın diye özetlenebilir. .

Ama öylesine ilkeli ve inatçılar ki... Aileleri bile onlara söz geçiremiyor. Sanırım devam edecekler. Allah onları korusun... 

 

Yazarın Diğer Yazıları

ABD'deki hayali bir savaşın korkunçluğu tam şu günlere denk düşüyor

Dünyamızın savaş denen korkunç olaya sayısız ülkede esir düştüğü şugünlerde, bu film önemli bir eleştiri sayılabilir

Bir korku klasiğinin ilk günlerine dönüş

Bu türü sevenler ve özlemiş olanlar için iyi bir seyirlik sayılabilir

Hindu kültüründen gelen kendine özgü bir kitle filmi

Karşımızda gerçekten hayli değişik bir film var. Hem anlattıkları; hem anlatma biçimleriyle...