11 Kasım 2017

‘Faili meçhul cinayetler’in ilk büyük örneği

Sözde bir polis tarafından, ama aslında olasılıkla derin devlet eliyle yok edilen bir büyük yetenek, 42 yaşında sönüp giden bir dahi...

 

SABAH YILDIZI: SABAHATTİN ALİ      X  X  X

Yönetmen: Metin Avdaç
Senaryo: Aslı Avcu, Metin Avdaç
Görüntü:  Belgin Cengiz, Rodi Yüzbaşı, Dilek Çolak, Metin Avdaç, Gülsün Sarıoğlu İlkinönü, Ali Pekel
Müzik: Duygu Demir

SineManus filmi

 

 

Sabahattin Ali. Türk edebiyatının zirvelerinden biri; roman, hikaye ve şiir alanlarında görece olarak az, ama çok önemli eserler yaratmış bir sanatçı. Ayrıca başına gelen acı olaylarla toplumsal tarihimizin en acılı/acıklı kaderlerinden birini yaşamış ve hüzün dolu bir hikayenin sahibi olmuş...

2012 yılında çekilmiş bu belgesel, beş yıl sonra yeniden gösterime çıkıyor. O zaman görmediği ilgiyi belki bulmak umuduyla...

Niye? Çünkü bir yandan sanatçının (1907- 1948) 110. doğum yıldönümü. Öte yandan, onun özellikle üstüste basılan ve hep çok okunan romanı Kürk Mantolu Madonna günümüzde bile çok-satan listelerinin başlarında dolaşıyor. Ardından gelen Kuyucaklı Yusuf romanı, vurucu öyküleri.

Ve de iyi ellere düşme şansı olup unutulmaz bestelere dönüşmüş şiirleriyle: Kerem Güney’in bestelediği Aldırma Gönül Aldırma. Ya da Ali Kocatepe’nin bestelediği ve Nükhet Duru’nun ölümsüzleştirdiği Melankoli gibi...Daha  ne olsun? Sanki çok hazin bir hayatın, ölümünden 70 yıl sonra süregelen başarıyla ilahi biçimde dengelenmesi gibi!...

Edebiyat tarihimizde muhalif yazar karakterinin önde gelen örneklerinden olan Ali, aslında pekala dramatik bir filme de konu olabilir. Ama bu belgesel de fena değil...Onunla birlikte bir dönemi, bir mantığı ve de çok özel bir olayı somut biçimde dillendiriyor: faili meçhul cinayetler denen ve günümüze dek artarak süregelen olay...

30’larda açılan öyküde, genç Sabahattin kazandığı bir bursla Almanya’ya gidiyor: dört yıl için...Ama orada bir Alman’ın Türk-karşıtı sözlerine haşin biçimde karşılık verdiği için okuldan ve de ülkeden kovuluyor: sadece bir buçuk yıl sonra...İçinde Almanları domuza benzeten ırkçı sözlerin bulunduğu yazısı buna karşı bir tepki midir? Öyle olmalı. Ama bu, onun o kültüre büyük desteğini ve ünlü Alman yapıtlarını sürekli dilimize çevirmesini engellemiyor.

Art arda ünlü romanlarını yayımlayan sanatçı, dünya savaşı sonrasında milliyetçiliğin hızla tırmandığı, komünizmin bir heyula sayıldığı yıllarda muhalif yazılarını Marko Paşa dergisinde sunuyor. Birinde öyle sert bir cümle var ki (burada yineleyemem!) derginin basımı durduruluyor ve basılmış 2000 dergi çöpe gidiyor. Diline hakim olamayanlara tipik bir örnek o!...

Ve kaçınılmaz olarak gelen hapis...Çıktığında artık tek amacı dışarı kaçıp yeniden özgür biçimde yaşamaktır. Ama bir tuzağa düşüyor ve onu kaçıracak adam, polise teslim etmeyi yeğliyor. Orada, gözaltında öldürülüyor. Sözde bir polis tarafından, ama aslında olasılıkla derin devlet eliyle yok edilen bir büyük yetenek, 42 yaşında sönüp giden bir  dahi...

Filmde özel hayatı yer yer beliriyor: Bulgaristan’daki doğduğu köy ziyaret ediliyor ve orada ne denli sevilip okunduğu anlatılıyor. Berlin’e de uzanıyor kamera...Ve oradaki hayatı özetleniyor.

Sonra Ayşe Sıtkı’ya olan karşılıksız sevdası. Aliye hanımda mutluluğu bulması ve kızı Filiz Ali’nin doğumu. Sonra okul, ardından hapishane günleri. Ve perdeyi kapatan ‘bir cinayetin anatomisi’...

Filmde birçok ilginç tanıklık var. Öncelikle Filiz Ali mağdur, ama mağrur bir kraliçe gibi filme katılıyor ve sık sık anılarını anlatıyor. Rasih Nuri İleri’den Halet Çambel’e, Talip Apaydın’dan Mehmet Başaran’a, kız kardeşi Süheyla Conkman’dan İbrahim Tatarlı’ya ve Kerem Güney’e filmin çekiminden beri vefat etmiş olanlar. Cüneyt Gökçer ve Talat Turhan’ın daha da eskiden gelen kayıtları.

Yine daha önce gitmiş olanların çocukları: Rifat Ilgaz’ın oğlu Aydın Ilgaz, Pertev Boratap’ın oğlu Korkut Boratav. Ya da, Allah uzun ömür versin, Hıfzı Topuz, Bella Eskenazi gibi hayatta olanlar.

Filmin ortaya çıkardığı en önemli şeylerden biri, yıllardır süregelen faili meçhul cinayetler olayı. Sabahattin Ali bunun ilk önemli kurbanlarından... Ardından kimler gelmiyor ki...Abdi İpekçi’den Uğur Mumcu’ya, Ahmet Taner Kışlalı’dan Bahriye Üçok’a, Musa Anter’den Kemal Türkler’e, Nihat Erim’den Adnan Kahveci’ye, Eşref Bitlis’ten Doğan Öz’e, Onat Kutlar’dan Muhsin Yazıcıoğlu’na, Gaffar Okan’dan Hırant Dink’e...

Filmin tanıklarından Zülfü Livaneli’nin ağzından, bu bitmeyen kin cinayetlerinin toplam 17 bine ulaştığı belirtiliyor. Çağdaş bir devlet için ne büyük ayıp!...

Filmin kusurlarından biri, gösterilen onca kişinin adlarının sadece bir kez yazılıp bir daha yinelenmemesi. Onca kimliği hatırlamak kolay olmuyor.

Ayrıca o görkemli Melankoli ziyan ediliyor. Adı anılıyor gerçi, hatta Ali Kocatepe de kısaca konuşuyor. Ama Nükhet Duru’nun sesinden filme katılabilseydi, bu kaçınılmaz olarak ‘geveze’ film rahat bir nefes alabilirdi!...

Sonuç olarak, belki yabancılar için pek önemli olmayan, ama bizim kültürümüzle yakın ilişkisi nedeniyle görmemiz gereken bir film. Ancak bu da kolay değil, çünkü sınırlı bir dağıtımla gösterime giriyor.

Yarın:  DOĞU EKSPRESİNDE CİNAYET 

 

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Son günlerdeki siyaset ve ülke sorunları üzerine birkaç düşünce

Bir ortak vicdan yaratmaya bir küçük katkısı olabilir umuduyla...

Ringlerde görülegelmiş en zalim maçların öyküsü

Asıl soyadları Adkisson olan bu garip ailenin öyküsü usta biçimde anlatılmış. Oynak bir kamera, ABD'nin Texas'taki Spectatorium gibi gerçek büyük salonlarında çekilmiş sahneleri etkileyici biçimde verir

İmamoğlu gelirse…

Belki İstanbul'u da kurtarma şansı doğar...