21 Mart 2024

İmamoğlu gelirse…

Belki İstanbul'u da kurtarma şansı doğar...

Seçim sonuçları üzerine siyasetin has yazarları ne güzel şeyler yazdılar ve yazacaklar... Benimki sadece kişisel bir yaklaşım olacak, kusurum bağışlana!.. Pazar akşamı herkes gibi ben de televizyonun karşısına geçip haberleri izledim. Önceleri oldukça kötü gidiyordu; benim siyasal inançlarım açısından... CHP birçok yerde gerilerdeydi. Ankara'da bile... Mersin veya Adana'da hayli hayli...

Sonra durum düzelmeye başladı. Ankara'da Mansur Yavaş yerine yerleşirken, önceleri tüm Trakya, sonraları Ege ve Akdeniz sahilleri tümüyle CHP'e geçiyordu: Balıkesir dışında... Bu sahil tutkusu da nedir diye sorabilirsiniz. Elbette Anadolu'nun tümü de benim için sevgilidir. Konya'dan Kayseri'ye, Sivas'tan Malatya'ya... Hepsini görmüşümdür; her biriyle ilişkili anılarım vardır. Ve hepsi benim için Selçuklu'dan Osmanlı'ya uzanan kutsal şehirlerdir.

Ama kıyılar yine de başkadır. Belki de Ege ve Akdeniz rüzgârlarıyla iç içe yaşamak, bu kentlerin sakinlerine o denizlerin ötesindeki çeşitli uygarlıklardan da etkiler taşımıştır, bilinmez ki... Ve o insanlar sanki şarabın tadı gibi hayatın da tadını daha iyi bilirler. Ama başka yerler de vardı. Örneğin Karadeniz'de, Sinop'la birlikte Doğu tarafındaki Artvin ve Ardahan'ı almak... O Artvin ki eşsiz doğasını korumak için ne büyük bir savaşım verilmişti... Ya da artık CHP yönetimi sayesinde sanki bir Avrupa kenti olan Eskişehir'le birlikte komşuları Bilecik, Bolu, Ankara'ya bitişik Kırşehir'i de almak... CHP için ne güzel bir olaydı.

Ama elbette illa da İstanbul. Bu konuda tahmin firmaları dahil kimsede pek umut yoktu. Gerçi Ekrem İmamoğlu harika bir kampanya sürdürmüş, umulmadık bir performans sergilemişti. Ama yine de iktidar bu kente öylesine asılmıştı ki... Her yerde Erdoğan'la Yıldırım'ın aşk hikâyesini izlemiş, günler boyu gazetelerde tam sayfa ilanlarını seyretmiştik. Üstelik Yıldırım'ın da kendine özgü bir sıcaklığı vardı ve sempatik bir insandı. Ve de kesinkes önde gözüküyordu. 

Ben gece 12 gibi yattım. Sabah pek bir değişiklik yoktu. Ben katılacağım (siyasal olmayan!) bir TV programı için hazırlanırken, birden bir kanaldaki haberi gördüm. Yüksek Seçim Kurulu Başkanı, İmamoğlu oylarının Yıldırım'ınkileri geçtiğini söylemişti: 300 oy kadar... Ama daha açılmamış 84 sandık vardı ve kesin durum ancak sonra belli olacaktı.

Ve ben kendimi birden ağlarken buldum. Duşa girmeye hazırlanırken, kendimi TV karşısında salya-sümük gördüm!.. Birkaç gün önce sevgili Ömür Gedik benim sinemada nasıl ağladığımı anlatmıştı: Anılarına dayanarak... Ama o halde ağlamak?... Çünkü bir küçük mucize karşısındaydık. Çok istediğimiz, çok hayal ettiğimiz bir olay gerçekleşiyordu. 2014'ten beri başkanı olduğu Beylikdüzü'nde örnek bir yönetim sergilemiş, ama oranın halkının dışında tanınmayan İmamoğlu, birkaç ay içinde kendisini öylesine tanıtmış ve sevdirmişti ki

O çok farklı bir siyasetçiydi. Genç, sempatik, güler yüzlü, hep şakalar yapan, hiç kızmayan, kendisine açık açık AKP'ye oy vereceklerini söyleyenlere bile espriyle yanıt veren... Kavga etmeyen, somurtmayan, terbiyesini asla bozmayan... Her kesimi, her görüşü, her partiyi kucaklar gibi davranan... Suratları takallus etmiş yaşlıların elinde bir insanları ayrıştırma, bir halkı bölme mekanizması haline gelmiş Türk siyasetine bir canlılık, bir tazelik getirebilecek olan bir yeni kuşağın en iyi bir temsilcisi.

Evet, şimdi arayı daha da açmış ve farkı 25 binlere taşımış olan İmamoğlu, umarım ki bu eski ve güzel kente başkan olur. Böylece belki İstanbul'u da kurtarma şansı doğar: Bu beton istilasından, bu bitmeyen rant kavgasından, bu gökdelen felaketinden, bu inşaat kamyonları zulmünden... Ve o Kanal-İstanbul gibi korkunç projelerden... Ve belki artık Gezi Parkı'nın ağaçları da rahat uyurlar. Kim bilir!..

Evet, tahmin ettiniz. Bu yazı aslında yeni değil. T24'te tam olarak 2 Nisan 2019 tarihinde çıkan yazım. Rastlantı sonucu elime geçti. Ve tam da şu günlerde ilgi çekeceğini düşünerek sizlere sunmak istedim. Umarım ve hatta eminim ki önümüzdeki seçimde de aynisi yaşanacak. Haydi bakalım!...

Atilla Dorsay kimdir?

Atilla Dorsay. 1939 İzmir, Karşıyaka'da doğdu. Çocukluğu zor savaş yıllarında geçti. O yıllardan her şeyin karneyle alındığını, radyolardan yayılan savaş haberlerini ve ilk sinema deneyimlerini oluşturan savaş üzerine filmleri hatırlıyor.

10 yaşındayken ailesi sırf onu Galatasaray Lisesinde okutabilmek için İstanbul'la göç etti. Böylece Fransız kültürüyle yetişti.

Güzel Sanatlar Akademisi'nde (şimdiki Mimar Sinan Üniversitesi) mimarlık okudu. Hayatta her koşulda koruduğu estetik bakışını bu temele borçlu olduğunu söyler.

Rehberlik, gazetecilik ve eleştirmenlik yaptı.

1966'da başladığı Cumhuriyet gazetesindeki yazılarını 27 yıl boyunca sürdürdü.

Bu aralıkta Leman Dorsay'la evlendi. İki çocuk ve üç torunu oldu.

Sonraki yıllarda Cumhuriyet'ten kendi isteğiyle ayrıldı. Kısa bir süre için Milliyet'te devam eden ve hâlâ süren dergi yazarlığı yaptı.

Yeni Yüzyıl'da yepyeni bir gazeteyi yaratmanın keyfini yaşadı. Daha sonra Sabah gazetesinde devam etti. Buradan kendi deyimiyle, "ilkesel bir tavırla" ayrıldı: Bir yazısında, (Emek Yoksa Ben De Yokum) okuruna Emek sineması üzerine verdiği bir sözü tutmak için.

Dorsay, 2013'ten beri, "Özgür, serbest, hiçbir konu, yer ve zaman kısıtlamasına tabi olmadan... Ama artık maaşsız!.. Ve çok yakında tam on yılını dolduracak olan..." sözleriyle işaret ettiği T24'te yazıyor.

Dorsay'ın kültür-sanata dair birçok alanda çabaları oldu. İKSV'de çalışıp yıllar boyu İstanbul Sinema Festivali'nin kadrosunda yer aldı. Dünya çapında sayısız ünlüyü basın toplantılarında sundu, söyleşiler yaptı, fotoğraflarını çekti.

TRT'de, hem haftalık müzik programları yaptı, hem de filmler sundu. Özellikle sinemanın 100. yılının kutlandığı 1995 yılı ve sonrasında sayısız klasiği Murat Özer, Alin Taşçıyan, Müjde Işıl gibi genç meslektaşlarıyla birlikte tanıttı.

Sinema Yazarları Derneği'ni (SİYAD) kurdu ve uzun yıllar başkanlığını yürüttü. Ödül gecelerini özenle seçilmiş sunucular ve müzisyenlerle sundu. Yine kendi sözleriyle; "zamanı geldiğinde tüm bu görevleri genç arkadaşlarına bırakmayı da ihmal etmedi".

Dorsay'ın en büyük üretimleri kitapları. 1970'lerden itibaren eleştirisini yazdığı tüm filmleri Türk ve yabancı sinema olarak tasnif ederek pek çok kitapta topladı. Bu kitaplar, son 50 yılın bir dökümü niteliği taşıyor.

Aynı zamanda İstanbul, Beyoğlu, şehircilik; biyografiler (özellikle Türkan Şoray ve Yılmaz Güney), söyleşiler, seyahat notları, hikâye, hatta şiirler de yazdı.

Müzik merakını görkemli bir arşivle birlikte sunduğu bir eser yayımladı. Ne Şurup Şeker Şarkılardı Onlar adıyla yayımlanan bu kitap, 20. yüzyıl pop-müzik tarihini anlatıyor.

Tartışmalar, Polemikler, Kavgalar adı kitabı Eylül 2022'de yayımlandı.

Kitaplarının sayısı şimdilerde 60'ı aştı, ama daha sayısız projesi var. Son olarak T24 Yazıları -Pandemi Günlerine Doğru: Sanat ve Siyaset Ekim 2023'te okurla buluştu. Ardından daha birçoğu da gelecek. Kendisinin dediği gibi "Allah kısmet ederse!"...

 

Yazarın Diğer Yazıları

Tenis, rekabet, cinsellik ve eşcinsellik

Filmin cinsellikle eşcinselliği birleştirdiği, giderek sinemada sporla seksi inceliklerle sunan filmlerin başına geçtiği açık

Sinemanın unutulmuş bir yan dalına görkemli dalış

Dublör, belki biraz fazla uzun; ama görmeye değer bir yapım

Hıristiyanlık temeli üzerine bir gerilim

Immaculate'nin ilginç oyuncuları ve kimi kolay unutulmayacak birkaç sahnesi de var