03 Ocak 2019

Tüm görkemi, güzelliği ve yaratıcılığıyla Gülriz Sururi'yi anmak

Tiyatromuzun, giderek toplumumuzun efsane kadınlarından biriydi

Evet, Gülriz de gitti. Hiç der miydiniz? Daha iki ay olmadı: Kasım başında TÜYAP kitap fuarının yılın yazarı seçtiği Selim İleri’ye adadığı onur gecesinde gördük onu… Çok sevdiği Selim’i yalnız bırakmamış ve bir süre yanında oturmuştu. Öylesine enerjik gözüküyordu ki, ölüm akla bile gelmezdi: 90 yaşına rağmen

Ama işte, takdir-i ilahi. Vakti gelen gidiyor. Şu sıkıntılı günlerde, eski dostumu eski (2009’dan kalma) bir yazımla ve yeni (o geceden kalma) birkaç resimle anmak istiyorum, naçizane… Onu sık sık, giderek her zaman anacağımızı bilerek…

 “Gülriz Sururi yeniden gündemde. Ama zaten olmadığı zamanı hatırlayan var mı? O, alnında özgürce gezinen kahküllerinin, bir firavun eşi gibi boyanmış ve böylece dünyanın en büyük göllerinden daha büyük gözüken derin gözlerinin, hiçbir geometrik şekle benzemeyen, oval, yuvarlak, kare gibi biçimleri hep bir arada hatırlatan ve engin bir ova gibi uzanan yüzünün, Yunan’la Orta Doğu karışımı eşsiz burnunun, hep özenli makyajının, genç kız havasını asla bırakmayan giyinme biçiminin ve hep cilveli, işveli, ama aynı zamanda zeki ve vaatkâr sesinin katkısıyla, tam bir 20. yüzyıl Türk efsanesidir. Eski zamanlarda olsaydı, resmi ve çizgileri kabartmalara, portrelere, heykellere geçecek bir kadın...

Türkan Şoray, Selim İleri ve Gülriz Sururi ile birlikte...

Unutulmaz oyunları

Gülriz’i hemen herkes gibi ben de tiyatro sahnesinde tanıdım. İstanbul Şehir Tiyatrosu’ndaki çocuk oyunculuğunu hatırlamıyorum. Ama 50’lerin başında, önce Muammer Karaca’nın Karaca Tiyatrosu’ndaki kimi komedilerde, daha sonra aynı sahnede “Cam Kırıkları”, “Anna Frank’ın Hatıra Defteri” gibi oyunlarda, 50 sonlarında ise katıldığı Dormen Tiyatrosu’ndaki “Ben Bir Fotoğraf Makinasıyım”, “Cengiz Hanın Bisikleti” vb. oyunlarda onu izledim.

Ve derken, belki en çok özdeşleştiği oyun olan “Sokak Kızı İrma.” Ki yıllar sonra bu kez Atlas sinemasının çok daha geniş salonu ve sahnesinde yine başarıyla oynayacaktır.

60’lı yıllarda onu şimdi yanıp yıkılmış halde kapalı duran Elhamra sahnesindeki Gülriz Sururi-Engin Cezzar tiyatrosunda izledik. Yine birbirinden güzel oyunlarda, unutulmaz  rollerle: “Keşanlı Ali Destanı”, “Kurban”, “Ferhat ile Şirin”, “Zilli Zarife”... O, tiyatroyla yoğrulmuş Sururi ailesinin son bireylerinden biri, bu soyadını yıllarca gururla taşımış, o yaşı olmayan, bilinmeyen ve sorulmayan bir kadın... Kimi kaynaklara göre 1929 doğumlu... Ama buna inanma olanağı var mı, onu yakından veya uzaktan görünce? O bence yaş denen ve özelikle kadınlar için bir sorun olduğu söylenen olayı tümüyle gündemden kaldırmış, defterinden silmiş bir ebedi gençlik simgesi...

Yeni kitaplarıyla gündemde

Gülriz, anı kitabı “Bir An Gelir”i bana “sevinçle” diye imzalamış. Gerçekten de yaşamını ünlü ve çok-satan “Kıldan İnce, Kılıçtan Keskince”den yıllar sonra, bu kez özel hayata da oldukça yer verdiği bu anılarda belgelemek onu mutlu etti. Ardından yıllar boyu Milliyet’te kadınlar için yazdığı yazıları da “Biz Kadınlar” adıyla kitaplaştırdı.

Ben bu kitaplara göz atarken, onunla dostluğumu hatırladım. Onu ve Engin Cezzar’ı hep sevdik, dost saydık. Yıllar önce bir akşam yemeğe geldiklerinde, eşimin ne denli heyecanlandığını hatırlarım: Gülriz gibi yemek konusunda da uzman olan ve bir aralar küçük ekranda de yemek tarifleri vermiş bir ‘primadonna’yı ağırlamak, ona yemek beğendirmek kolay mıydı?

Ve de onunla sayısız beraberliğimizi. Galalarda, sanatsal gösterilerde, Beyoğlu Derneği toplantılarında, panellerde, son dönemde karşılaştığımız kitap fuarlarında...Ve de yıllar önce, 1986’da Cumhuriyet’te onunla yaptığım özel bir röportajı hatırladım.

1986’da Cumhuriyet röportajı

Karaca Tiyatro’yu hayata o döndürdü

O yıl Gülriz, Beyoğlu’ndaki Karaca Tiyatro’ya kafayı takmıştı. Yıllardır terk edilmiş duran bu salonu kendi imkanlarıyla onarıp kente kazandırmak istiyordu. Bana şöyle demişti:

“Ömrüm yıllardır o salondan bu salona taşınmakla geçti. Son üç yılda üç tiyatro: Hodri Meydan, Kabare, Konak sineması. Durup düşündüm: Öncelikle salon gerek.”

Gülriz vaktiyle sahneye çıktığı bu salona nostaljik nedenlerle de bağlıydı. O dönemde Sular İdaresi’nin yemekhanesi olarak kullanılan salon için dönemin başkanı Bedrettin Dalan’a güveniyordu. Nitekim bu proje hayata geçti. O güzelim salon adam edildi ve 1990 başlarında açıldı. Gülriz orada bir süre oynadı. Çoktandır oynamıyor. Hiçbir yerde oynamıyor. Ama en azından Karaca Tiyatro’yu yeniden kente kazandırdığı hatırlanmalı.

Gülriz o gün bana en çok Engin Cezzar’la oynamaktan hoşlandığını söylemişti. Hayatta uzun yıllardır süren bir beraberliği sahnede de sürdürmeleri son derece doğaldı. Ama başka?..

“Engin dışında” diye altını çizerek, Müşfik Kenter ve Genco Erkal’a olan hayranlığını belirtti. “Yıldız Kenter’in de tartışılmaz bir yeri vardır” diyordu. Daha gençlerdense Işık Yenersu’yu beğeniyordu, bir aralar Meral Taygun’u da çok beğenmişti. Zeliha (Berksoy) ise ona göre “kimi rollerde çok iyiydi, ama bazen şartlanmış bir oyun biçimi vardı.”

Leyla Umar, Engin Cezzar ve Gülriz Sururi ile birlikte...

Bir Beyoğlu aşığı

Gülriz Beyoğlu’nun kaderiyle de çok ilgiliydi. Hayatı boyunca Beyoğlu-Taksim’de oturmuş, yaşamış ve çalışmıştı. “Bir An Gelir”in sonuna aldığı gazete yazılarından birinde, yıllar önce aynen şöyle yazmıştı:

“Önce tramvay... Ama hemen ardından en az üç-dört sanat merkezi açmak için kollar sıvanmalı. Cercle d’Orient kompleksi, Narmanlı Hanı, Yeni Melek, Saray ve eski İpek sinemaları, bankaların elinde metruk halde bekliyor. İşte ilk el atılması gereken yerler”.

Tuhaftır, ben de Beyoğlu için aynen böyle düşünüyorum. Ama aradan yıllar geçmiş, tüm o anılan binalar ayni durumda...Hemen hiçbirine el atılmamış. Üstelik arada Şan sineması, Elhamra, daha sonra Saray sineması gibi kayıp giden başka yerler de var. Beyoğlu için, kent için umutlu olmaya imkan var mı? Şan sineması sonunda yandı kül oldu. Saray ise göz göre göre yıkıldı. Allahtan Elhamra ve Yeni Melek salonları onarıldı, sinema olmadılarsa da bir biçimde hayata döndüler.

Selim İleri ve Gülriz Sururi ile birlikte

Gerçekleşmeyen projeler

Gülriz o konuşmada bana Karaca’da bir de tiyatro okulu açıp ‘en azından bir yeni Gülriz yetiştirmek istediğini’ söylemişti. Ne yazık ki bu da gerçekleşmedi. Yeni oyuncular var, zor da olsa geliyor. Ama yeni bir Gülriz? Türkiye’nin yakın tarihinin çok özel şartlarından sıyrılıp gelmiş, kendi tarihini kendisi yaratmış bir oyuncu o... Benzerlerinin gelmesi zor. Ama onun yapacakları da daha bitmedi. Yapacak daha çok işi, topluma daha çok verecekleri var ve ben buna içtenlikle inanıyorum.

Nitekim içinde bulunduğumuz şu 2009 yılında Gülriz, sadece Ali Poyrazoğlu’yla olan tartışması nedeniyle magazin basınına malzeme sunmakla kalmıyor. Ankara’da sahnelediği ve sonra İstanbul’a da gelen bir oyunla tiyatroda hala yapacak işi ve söyleyecek sözü olduğunu kanıtlıyor. O 21. yüzyıla da atlayan bir 20. yüzyıl efsanesi, bir Diva’nın eskimeyen, yaşlanmayan, ebedi yüzü.”  

Evet, işte böyle demiştim. Ama o Engin’in ölümünden iki yıl sonra veda etti. Umarım buluşmuşlardır….

 

Yazarın Diğer Yazıları

Son günlerdeki siyaset ve ülke sorunları üzerine birkaç düşünce

Bir ortak vicdan yaratmaya bir küçük katkısı olabilir umuduyla...

Ringlerde görülegelmiş en zalim maçların öyküsü

Asıl soyadları Adkisson olan bu garip ailenin öyküsü usta biçimde anlatılmış. Oynak bir kamera, ABD'nin Texas'taki Spectatorium gibi gerçek büyük salonlarında çekilmiş sahneleri etkileyici biçimde verir

İmamoğlu gelirse…

Belki İstanbul'u da kurtarma şansı doğar...