08 Şubat 2018

Türk sinemasının her alandaki eşsiz duayeni; Türker İnanoğlu ile konuşma

Duayen sinemacı Türker İnanoğlu, Atilla Dorsay ile söyleşti

Evet, sonunda Türker Bey'le buluşup konuştuk. Bunca yıldır o kadar söyleşi yapmıştım da, sayın Türker İnanoğlu ile hiç olmamıştı. Kısmet  bugüneymiş.   

Yılardır büyük bir inat ve özveriyle o ünlü gazetesini, ancak dostlarının ve gereken kişilerin eline geçen Gazette 13’ü çıkaran sevgili dostum Güngör Denizaşan’ın isteğiyle biraraya gelip yaptığımız söyleşi, sinema tarihimizin birçok yönüne ışık tutuyor.  Ve sanırım iyi bir belge olarak yarınlara kalacak. İşte bir dökümü.

Dorsay: Bugünlerde sağlık sorunlarınız var galiba...

İnanoğlu: 2008’de akciğerimde kanser belirmişti. Onu Amerika’da ameliyat ile hallettiler. 2017’nin sonlarında tekrar nüksetti. Ama başka şekilde... Amerika’da benim Özal zamanından kalma doktor dostlarım var. Onlara gitmekten vazgeçemiyorum.

Dorsay: Kaç yıllarında gitmiştiniz ilk defa?

İnanoğlu:  86’da Özal’ın ameliyat olduğu zaman. Ameliyatı yapan Cornell Üniversitesi’nin rektörü, hastanenin başkanıydı, emekli oldu. Halen onursal başkanı, hastanenin ve üniversitenin... Aramış demiş ki: "Türker Bey 80’inde...İyice etüt ettiniz mi?" Bunun üzerine benden tarama istediler. Bunu Amerikan hastanesinde yapıp gönderdik. Doktor bakmış, ameliyatsız halledebiliriz demiş.

Çok zor bir ameliyattır, akciğer ameliyatı. Bittikten sonra da ezafı cefası çok olur. İnşallah bu sefer gerekmez. Ama kader neyse o oluyor.  

Fotoğraf: Atilla Dorsay

Sinemadan önceki futbol sevdası

Dorsay: Safranbolu doğumlusunuz. Anadolu’nun en güzel kasabalarından biri, benim de aşık olduğum bir yer. Herhalde çok sık gidemiyorsunuz.

İnanoğlu: Evet, doğru. En son geçen sene gittim. Oraya bir iletişim fakültesi yaptıracağım, yer tahsisi bekliyorum şimdi. Safranbolulular çok iyi insanlardır, fakiri azdır. Biri fakirse diğerleri yardımcı olmaya çalışırlar. Fazla dedikodusu da olmayan bir şehirdir.

Dorsay: Gençliğinizde siz de spora merak sarmışsınız.

İnanoğlu: Evet, futbola.

Dorsay: Rahmetli Memduh Ün’ün böyle bir ilgisi vardı. Futbolu ve Yeşilçam’ı seven insanlar en çok o kuşaktan geldi, değil mi?

İnanoğlu:  Başka da var mı?

Dorsay: Mutlaka vardır. Çok farklı bir kuşaktan, ama örneğin eleştirmen Uğur Vardan, sinema yazdığı kadar futbol da yazıyor. 

İnanoğlu: Ben Fenerbahçeli’yim. Futbolu çok seviyorum. Safranbolu’da başladım ben futbola. Adalet diye bir kulüp vardı. Büyük bir kulüptü. Orada oynarken bir kaza geçirdim.

Dorsay: Yani kaza geçirmeseydiniz devam edecektiniz?

Inanoğlu: Evet, sakatlık olmasaydı futbola devam edecektim. Ama olmadı. Kader öyle istemiş.  

66’yı bulan yönetmenlik çabası

Dorsay: 1959’da ilk yönetmenliğinizi yapmışsınız. Bir kaynağa göre bugüne kadar 66 yönetmenliğiniz var. Bunların arasında en gözde birkaçını sayar mısınız?

İnanoğlu: Hiçbirini ayıramıyorum, hepsi diyorum. Ben çok genç yaşta girdim sinemaya. Nasıl girdiğimi anlatayım size. Kanlıcalı’yım. Hem Safranbolulu, hem de Kanlıcalı. 80 yıldır da aynı evdeyim, bir yalıdayım. Yanımızda son Osmanlı sadrazamlarından Saffet Paşa’nın yalısı var. Onun bir torunu vardı, Kadri Cenani Bey.

Bu adam Fransız kültüründen geliyor. Evi saray gibiydi. Ara sıra evi filmcilere verirdi, ama parayla değil. Filmin senaryosuna bakardı, beğenirse verirdi. Hatta evine gelen filmcileri yedirir içirirdi. Funda filmi için Necil Ozon bey randevu almış. Bu anlattığım, sene 1957... O yıllarda İstanbul’dan buraya yalnızca vapur var. Başka vasıta yok.

O gün de Kadri Cenani Bey’in toplantısı uzamış, gelemedi ve beni aradı. Evinde bir uşak var, Fransız. Bir kadın var, matmazel, Romanyalı. Bunlar doğru dürüst Türkçe bilmedikleri için Cenani Bey beni aradı. Dedi ki “Ben randevu verdim, ama uzadı. Ancak bir buçuk saat sonra gelebilirim, isterlerse beklesinler, akşam yemeğini beraber yeriz. Bu arada gitsinler, benim adıma yoğurt yesinler, kahve içsinler. İsterlerse de başka güne randevulaşalım, özür dilediğimi söyle” dedi. 

Fotoğraf: Oğulcan Kayalar“Hammalığa mı geldik, çalışmaya mı?”    

Ben  söyledim. Bunlar düşündüler, buraya yeniden gelmek bizim için çok zor dediler. Ben de bizim bahçeye davet ettim, zaten komşuyuz. Yönetmen Nişan Hançer Bey’in asistanı askere gidiyormuş. İşte kimi bulalım filan derken, o sırada biri dedi ki, “Türker Bey’le çalışalım”

Ben o dönemde Tatbiki Güzel Sanatlar’da okuyorum. “Nedir bu iş” dedim. “Asistanlık” dediler. Ben ne olduğunu bile bilmiyorum!... Ama bir deneyeyim dedim. 

Daha sonra haftabaşı Yakacık’ın arkasındaki Soğanlı köyünde buluştuk.  Oraya da Taksim’den en aşağı 2-3 saatte gidiliyor. Çünkü arabalı vapur ile gideceksin, sıra bekliyorsunuz, yollar da müsait değil. Neyse gittik oraya, ben de başladım çalışmaya. Askere gidecek olan asistan bana işi öğretti. 

Örneğin sırtıma Derby makinenin ayağını yüklediler. Ben de içimden “Hamallığa mı geldik, çalışmaya mı?” diyorum. O gün başladık çalışmaya. Benim arabam vardı ve "Orada kalmam” dedim. Tam çıkarken arabanın başına bir bey geldi. “Senin benim karımla bir işin varmış” dedi. “Efendim anlamadım, ben yeni geldim” dedim. Meğerse adam dönemin yıldızı Nevin Aypar’ın kocası Sadi Bey’miş. Emekli subay. Ve karısını hep kıskanırmış!...Ben “Efendim ben yeni geldim” diyip duruyorum!.... Böyle bir macera ile başlamıştım.

Erler film’ den günümüzde yapımcılığa

Dorsay: 1960 yılında Erler Film’i kuruyorsunuz. Daha o gencecik yaşınızda yapımcılığı kafanıza koymuşsunuz.

İnanoğlu: Ben dışarıya on kadar film yaptım. Bu filmlerin bir kısmı büyük iş yaptı. İşletmecilerden teşvik yağdı. Ve kendi şirketimi kurdum

Dorsay: Çok iyi akıl etmişsiniz. Benim görüşüme göre 1960’lı yıllar Yeşilçam’ın doğuşu. Tam doğum tarihinde de siz de yapım şirketini kurmuşsunuz.

Fotoğraf: Atilla DorsayŞunu sormak istiyorum. Bugün Türkiye'de ne büyük şirket kaldı, ne de yapımcı. Bizim bildiğimiz klasik anlamda yapımcı yok. Her film ayrı bir yapım projesini gerektiriyor. Bir tek siz kaldınız.

İnanoğlu: Türkiye’de gelmiş geçmiş, ara vermeden devam eden en uzun ömürlü şirketiz biz. Kemal film 47 sene yaşadı. Bizimkisi. 58 sene oldu. Benim sinemaya girişim ise 60 yıl.

Türkan Şoray nasıl keşfedildi?

Dorsay: İki büyük starla evlendiniz. Ayrıca birçok oyuncuyu alıp star yaptınız. Akla ilk Türkan Şoray geliyor. Nasıl oldu bu?

İnanoğlu:  Benim yapımlarım ödül peşinde değildi, ama gişe peşindeydi. Zeki Çan vardı, Çan film. Köyde Bir Kız Sevdim filmini çekiyordu. Genç bir kız olması gerekiyor dediler rol için. Çekimlere başladığımızın ikinci günü, o yan rolde oynayan Emel Yıldız bir kızla geldi. İri gözlü, yeşil paltolu, bakışları enteresan bir kızdı. Hemen dikkat çekiyordu. “Kim bu?” dedim. “Emel hanımın kiracısı” dediler. 

Kız Fatih’te okuyor, ortaokul son sınıfta. O gün çalıştık ve ben Zeki Bey'e “Bu kızı alalım, ben masrafını veririm” dedim. “Tamam” dediler. Nasıl yapacağımızı konuştuk. Ama bunu Emel Hanım'a gözükmeden, onu incitmeden yapmak lazım. Çünkü aynı evde oturuyorlardı, Türkan aşağıda kiracıydı. Karagümrük’te, romanların mahallesi diye bilinen semtte...

İnanoğlu, Şoray ve Dorsay ile TÜRVAK'da bir sergi açılışında ( Fotoğraf: Güngör Denizaşan)

Sonra annesi Meliha Hanım'ı bulup getirdiler yazıhaneye...Kadın çok şaşırdı ve memnun oldu. Türkan da can atıyordu. Ben öyle hissettim. Anlaşmayı yaptık annesiyle. Emel sonra duyunca köpürdü.  Ama yıllar sonra bana “İyi ki beni atlatmışsın, koskoca Türkan Şoray doğdu” dedi. Yıllar sonra da Türkan bir televizyon programında “Türker bey o gün beni fark etmeseydi, ben Fatih’te torunlarına bakan bir anneanneydim” dedi. Ben onu çok severim, o da beni .

Dorsay: Aranız gayet iyi. Ayrıca şimdi o da bu yakaya taşındı.  

İnanoğlu: Evet. Aramız hep iyi. Ben ona hoş geldine gittim. Birazcık iyileşeyim, evime davet edeceğim. 

Video devrini başlatan adam

Dorsay: 1979’da Ulusal Video’yu kurdunuz. 80’lerde de Türkiye’de bir video akımı başladı.

İnanoğlu: Türkiye’de videoyu ben başlattım. Atilla Bey, ben Türkiye’de birçok şeyin öncüsü oldum. Bir broşür var, size onu vereceğim. 1970’li yıllardı. Beyoğlu Saray Sineması'nı işletiyorduk. Oraya film alıyorduk. O zaman filmler ambargoluydu, ABD bize Kıbrıs sorunu nedeniyle ambargo koymuştu. Biz de Cannes’dan Avrupa’dan filmler alıyorduk. Yine bir gün gittik film almaya, bir adam bir şeyle oynuyordu. “Nedir bu?” diye sorduk. “Video kaset” dedi.

Biz hiç video görmediğimiz için bilmiyoruz ne olduğunu. Sonra adam dışarı çıkınca, oradaki Sanyo kataloğunu aldım, cebime koydum. Türkiye’ye geldiğimde İstanbul Teknik Üniversite’sine gittim, “Bu nedir” diye sormaya.... Bana Eskişehir’de üniversitede Emre Hoca’dan söz ettiler. Tezini bunun üzerine yapmış. Ben de Yılmaz Hoca’ya (Yılmaz Büyükerşen) gittim. Dedim ki “Şu Emre’yi bir haftalığına bana verir misin?”O da tabii geniş fikirli olduğu için yardım etti. Ve biz bu Ulusal Video’yu kurduk. 

O sırada Türkiye’de para yok. Bunun için teyp lazım, kaset lazım, cihaz lazım. Parayı veriyorsun, ama transfer etmiyorlar. 500 bin dolar için  Ecevit Norveç’e gitmişti, o dönem. O sırada Turgut Özal da (78 yılı bu anlattığım) Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarı. Zorlukla randevu alıp gittim. Bana saat 10:00’da randevu vermişti, 14:00’e kadar kapısının önünde bekledim.

Girince “Ben Türkiye’ye videoyu getireceğim. Döviz tahsisi istiyorum. Döviz istemiyorum, kendi paramla döviz tahsisi istiyorum” dedim. Nedir bu dedi. Ben de anlattım. Kalktı, bir dolaptan bir klasör aldı. Benim Emre’nin Japonya’dan getirttiği katalogların aynısı. Üniversite bile bilmiyor olayı. Bana “Çok önemli bir şey yapıyorsun. Ben sana yardımcı olacağım, ama bir şartım var” dedi. “Avrupa’daki ikinci üçüncü nesil Türk gençleri, Türklüğünü, benliğini kaybediyor. Hiç değilse filmler vasıtası ile oradaki gençlere bunları aşılayalım” dedi. Ve “Önce orada çıkacaksın” dedi.   

Sonra Ekrem Pakdemirli’ye telefon etti  ve dedi ki “Böyle böyle bir durum var. Yararlı birşey. Buna biz yardımcı olacağız”. Ben bir milyon dolarlık tahsis istemiştim. "Bir kıyak da biz yapalım, sana gümrüksüz teşvik verelim” dedi. Böylece Ulusal Video’yu kurduk.

Hepsi de vefat eden üç sağ kolu

Dorsay: Ulusal Video’yu kurduğunuz yer Nişantaşı’ndaki Kodaman Sokak'tı. Ben de birkaç kez gelmiştim. Sinema tarihçisi sevgili dostumuz Giovanni Scognamillo ile çalışmaya başlamıştınız. Bilgisiyle sizin sağ kolunuz olmuştu.

İnanoğlu: Benim 2-3 tane sağ kolum vardı. Biri Erol’du, Erol Şenel. Beyoğlu Galatasaray’daki müzemizin yıllarca müdürlüğünü yaptı. Biri Giovanni’ydi. Bir diğeri de burada, Kavacık’taki büyük binamızın emektarı  Hüseyin Akgül. Ve hepsi de son yıllarda, sanki üstüste vefat ettiler. Hiçbirinin yerini dolduramam.  . 

Dorsay: Giovanni yıllarca sizinle çalıştı ve yılların emeğiyle müthiş bir kitap olan 'Bay Sinema'yı çıkarmak ona nasip oldu.

İnanoğlu: Bir gün gelip demişti ki bana, “Valla, artık bu kitabı benim ölümümden sonra çıkarırsın" Çünkü benden bilgi alacak, alamıyor. Vaktim yok, hep çalışıyorum. Sonra bir gün onu aldım, Sapanca’daki evime götürdüm. 4-5 günde her şeyi anlattım. Ve kitap ortaya çıktı. Allah rahmet eylesin.

Fotoğraf: Atilla Dorsayİlk uydu antenlerinin macerası

Dorsay: Bir dönemde video hayatımıza nasıl egemen olmuştu...

İnanoğlu: Ben video olayını Haldun Simavi ile ortak yaptım. Geniş görüşlü bir insandı. Bir uydu anteni getirelim, oradan fotoğraf alalım vs. diye konuştuk. Benim ekibim araştırmalar yaptı ve ilk uydu antenini Türkiye’ye getirdik.  Günaydın’ın tepesine kurduk. 

Sonra bir tane daha getirdim ben. Bunu da Ankara’ya kurdurduk. 1985’lerde, hep Özal’ın desteğiyle. Sonra bana savcıdan kağıt geldi, “Tesis işlerine muhalefetten aranıyorsunuz” diye... Birisi üç yıl hapisten filan söz etti. Semra Özal’ı aradım, “Abla böyle böyle. Ne yapacağız” dedim. O da konuyu yine Turgut Bey'e götürdü. "Bir tanesini buraya kur, bir tanesini de başbakanlığa kur" mesajı geldi... Sonra Ulaştırma Bakanlığı Müsteşarı'na danışmış, “Sen gitme, avukatını gönder savcıya...Bunu Başbakanlık istedi, Başbakanlığın isteğiyle yaptık diyin” demiş. Böylece tesis kanunundan yırttık.

______________________________________________________________

Söyleşinin 2. bölümü yarın (9 Şubat Cuma) yayımlanacaktır.

Yazarın Diğer Yazıları

Popüler bir serinin en son halkası

Aynı yazar-yönetmen ekibinin bu son çabası bir zirve değil. Ama özellikle yeni keşfedecekler için hayli eğenceli bir gösteri sayılabilir

Son günlerdeki siyaset ve ülke sorunları üzerine birkaç düşünce

Bir ortak vicdan yaratmaya bir küçük katkısı olabilir umuduyla...

Ringlerde görülegelmiş en zalim maçların öyküsü

Asıl soyadları Adkisson olan bu garip ailenin öyküsü usta biçimde anlatılmış. Oynak bir kamera, ABD'nin Texas'taki Spectatorium gibi gerçek büyük salonlarında çekilmiş sahneleri etkileyici biçimde verir