10 Ocak 2019

Şeytanın sor dedikleri

Çok acemice olması, abuk sabuk adımlar atılmışlığı onun bir darbe girişimi olduğunu gölgelemez

Kafamda dönüp dolanan sorular var.

Ben boş vermeye kalksam şeytan bırakmıyor, durmadan "Sor" diye beni dürtüyor.

Ben de şeytana uyuyor ve soruyorum.

Başlayalım mı?

*   *   *

17/25 Aralık.

Açıklamaya gerek yok. Artık bir kavrama dönüştü. Hatta AKP Reisi 17/25 Aralık'ı bir milat olarak tanımladı.

AKP Reis'ine, AKP önde gelenlerine göre 17/25 Aralık, Gülen Cemaati'nin "FETÖ" olarak vaftiz edildiği ve bu şer odağına karşı  yerli ve milli bir mücadelenin başlatıldığı  bir milat.

Ancak bu AKP Reisi ve tayfasının miladı. Benim (bizim) değil.

17/25 denince benim aklıma üstümüze yağmur gibi yağan yolsuzluk, rüşvet, ayakkabı kutuları, evlerde istiflenmiş paralardan söz eden "ses kayıtları" geliyor.

Tamam bunlar o günlerde Cemaat, sonraları FETÖ diye adlandırılan siyasal İslamcı bir hareketin elde edip kamusal alanda kullanıma açtığı kayıtlar ve elbette gizlice elde edilmiş kayıtlar.

Bu gerçek.

Gerçek ama "Haaaaa, bunlar ahlâka aykırı yollarla, gizlice, konuşanların haberi olmadan elde edilmiş ses kayıtları" deyip göz ardı edilemez. Böylesine kirli ilişkileri ancak o pisliğe ucundan kıyından ya da tam göbeğinden bulaşmış kişi ya da örgütler bilir ve açığa çıkarabilir.

Amerika'da başkan deviren Watergate skandalını, Washington Post’un iki iyi habercisi, Carl Bernstein ve Bob Woodward yayınladılar. Ancak onlara bu bilgileri Watergate pisliğinin içinde yer almış, "Derin Gırtlak" kod adıyla anılan, FBI'ın eski başkan yardımcılarından Mark Felt vermişti. İki gazeteci medyanın "kaynağı açıklamama" ilkesini sonuna kadar titizlikle korudular. Ta ki Mark Felt "O bendim" diye itiraf edene kadar.

17/25 Aralık’ta olup biten de bundan pek farklı değil. Gazeteci kendisine karanlık ve kirli kaynaklardan ulaşan bilgileri kontrol eder, doğruluğundan emin olunca da duraksamadan yayınlar.

17/25 Aralık'ta ses kayıtları ortaya dökülünce AKP takımından "Bunlar yalandır... Montajdır... Dublajdır" yollu açıklamalar geldi ve hemen sonra FETÖ tayfasına karşı çok sert bir mücadele başlatıldı. Ama kayıtlarda yer alan olaylarla ilgili hiçbir (evet hiçbir) soruşturma başlatılmadı. "Yüce Türk yargısı"nda FETÖ'cü olduklarını bildikleri savcı ver yargıçlar birer birer görevden alındı, tutuklandı, kimileri de yurt dışına tüydü. Ama FETÖ'cü olmayan savcılar da "Yav bu ses kayıtları gerçek mi? Gerekse suçluların yakasına devletin savcıları olarak yapışmakla yükümlüyüz" demediler.

Oysa o ses kayıtları önemliydi. Bakanlar, bakan tosuncukları, kamu bankasının en üst düzey yöneticilerinden söz ediliyordu. Evlerde ayakkabı kutularında paralar çıkmıştı. Tamam o baskınları yapıp paraları bulanlar FETÖ'cü polislerdi ama ortada gizli ve leş kokan paralar ve parasal ilişkiler de vardı.

Şeytan da bana tam bunu sordurtuyor işte.

17/ 25 Aralık 2013'de ortaya saçılan pislikler neden yargı erkinin gündeminde yer almadı? Kahraman savcılar niye olup biten "olmamış" gibi davranmayı yeğledi?

"Hiçbir şey" olmadıysa  dört bakan, Avrupa Birliği Bakanı Egemen Bağış, İçişleri Bakanı Muammer Güler, Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan, Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar niye istifa ettiler yani ettirildiler ? Siyasi hayatları o günlerden itibaren niye sona erdi?

Soruya "montaj, dublaj, yalan, iftira" edebiyatına başvurmadan cevap istemek, aradan beş yıl geçmiş olmasına rağmen yurttaş olarak ve gazeteci olarak sormak hakkım değil mi?

Ben de şeytanın zorlamasıyla bugün bunu yapıyorum zaten.

*   *   *

Tek soru değil. Yüzlerce soru var cevap bekleyen ve şeytanın başımın etini yediği. Hepsini burada sıralayamam.

Ama bir soruyu daha muhataplarına yöneltmeden bu Tırmık'ı noktalayamam...

15 Temmuz 2016 için FETÖ tayfası ne diyor?

Gülen Cemaati’nin vitrininde yer alan, adı ünü duyulmuş kimi gazeteci, kimi sivil(?) toplum yöneticisi, kimi Cemaat aktivisti pek çok kişi, sanırım darbe girişiminden kısa süre önce yurt dışına çıkmış ya da çıkarılmışlar. Bazıları şimdilerde internet medyasında (haber kanalı ya da internet TV) boy gösteriyorlar. Mesleğim onları da izlemeyi gerektirir. Ben de iyi kötü buna çabalıyorum.

İzlediğim, okuduğum kadarıyla ayrıntılar üstüne "hurufice" değerlendirmelerin ardı arkası gelmiyor. Kimi "15 Temmuz bir tiyatrodur" diyor; kimi "Peki Tayyip Erdoğan üç saat neredeydi? Başbakanı Bolu tünelinde niye saklandı" gibi 15 Temmuz'un özüne değinmeyen, kafa karıştırıcı sorularla oyalanıyor ya da bizleri oyalamaya çabalıyor.

Oysa 15 Temmuz yüzlerce yurttaşın asker mermileri ile delik deşik edildiği. havada savaş jetlerinin uçup Meclis'i bombaladığı, ülkenin Genel Kurmay Başkanı’nın tutsak edildiği, özel kuvvetler birliklerinin  Marmaris'te Cumhurbaşkanı avına çıktıkları tartışılmayacak kadar sahici bir darbe girişimiydi. Çok acemice olması, abuk sabuk adımlar atılmışlığı onun bir darbe girişimi olduğunu gölgelemez.

Parlamenter demokrasilerde darbe suçtur.

Şimdi şeytanın "ille de sor" dediği:

FETÖ ya da Gülen Cemaati ya da halâ ısrar ettikleri adlarıyla Hizmet Hareketi "15 Temmuz darbesinde biz yoktuk, bizim payımız yoktur" mu diyorlar?

Ya da çıkıp mertçe "Evet biz yaptık. AKP tepeleri bizi devletten tasfiye etmek istiyorlardı biz de çaresiz darbeye kalkıştık ve başaramadık" mı diyorlar?

*   *   *

Şeytan kardeş,

işte istediklerinin en önemli ikisini sordum. Muhataplarının cevap vereceklerini, hele doğru cevap vereceklerini hiç sanmıyorum. O yüzden sorulara cevap bulmak senin yükümlüğün.

Artık yakamı bırak.

 

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Bitirilmeyen bir Tırmık ve bir kişisel not

Hiç günü kurtarmak için yazmadım. Bundan sonra da yazmam

Reis boşa koysa dolmaz, doluya koysa almaz

Reis'in derdi büyük. Eğer "Seçim zamanında yapılacak" sözünü ve iddiasını yalayıp yutmayacaksa Anayasa'yı değiştirmek zorunda. Anayasayı değiştirmeye ise Meclis'teki AKP ve MHP milletvekillerinin sayısı yetmiyor. O zaman geriye tek seçenek kalıyor. Erken seçim

Bir MHP’nin 2. Başbuğ’undan, bir benden

MHP Başbuğu partisinin Kızılcahamam kampının kapanışında konuştu. Valla kampa katılan MHP yiğitleri ne düşündüler bilemem. Zaten düşündükleri olumsuzsa dile getirmek MHP çatısı altında pek mümkün değildir. Parti disiplini değil, Başbuğ disiplini olsa gerek. Ama ben elbette her türüyle milliyetçiliğe, dolayısıyla MHP’ye de, onun Başbuğ’una da çok ama pek çok uzağım, öyleyse Başbuğ’un sözleri üstüne düşündüklerimi dile getirebilirim