23 Haziran 2023

Gayya Kuyusu’ndaki Gregor Samsa…

Düşman olarak görülenlerin de hakları olduğunu unutmamakta yarar var; öyle ki, düşmanın bile olsa kara çalamazsın, iftira atamazsın!

Gerçeğin kırılgan bir nesne gibi düşe(rüle)rek tuzla buz olduğu hissini yaşayanlar olmuş mudur? Gerçek(ler) üzerinde dönen dünyanın tam da bu nedenle durduğunu…

Gerçeğin uluorta çarpıtılmasına ne dersiniz peki (?)

İşte, Gayya Kuyusu denilen yer burası olabilir!

Şöyle ki, gerçek(ler) söz konusu olduğunda akan sular durur. Kurgusal olan şeylerin de gerçeklikle sıkı bağları sayesinde yaşadığını öne sürebiliriz mesela. Sanatın gerçeği ıskalamayı hiç affetmediğini, kurgusal gücüyle gerçeği taa kalbinden yakalamak istediğini…

Sanat demişken, bir ülkenin kültür politikasının bu alanı nasıl belirlediğini göz ardı edemeyiz. Örneğin, başta televizyon yayınları olmak üzere dizileri, vs.'yi.

Zira sorgulamaktan, düşünmekten uzaklaş(tırıl)mış, gittikçe büyüyen ve bu diziler türünden gerçekleştirilen yapımlar nedeniyle zihinsel, ruhsal dünyası çoraklaştırılmış bir kitleyle karşı karşıyayız.

Eğlence/gösteri dünyası/sektörü estetizasyonuna büründürülmüş kadın, mafyatik erkek rol modellerinin, bugünün realitesinden uzak, hiçbir inandırıcılığı olmayan aile örneklerinin, para kaynağı belirsiz ultra zenginlerin cirit attığı televizyon dizi vb. yapımlardan bahsediyoruz.

Peki, benzeri format topluma -şöyle ya da böyle- mal olmuş karakterler üzerinde uygulanırsa ne olur?

İşte film tam da burada kopuyor.

Somut bir özneyi işaret edip, (İsnat edilen davalardan beraat etmiş, Osman Kavala’yı betimleyen tabii.com uzantılı Metamorfoz) kanıtlanmamış iddialar yoluyla o özneyi herkesin gözünün içine sokarak (bakın bakın işte bu! İşte çapanoğlu bu!) bir kara propaganda hikâye diye sunulduğunda, film gerçekten de kopuyor.

Ama bir de, Tabii, -Kavala ya da bir başkası fark etmez- söz konusu durumda olan kişilere yönelik satır aralarından iletilen mesajlarla zihinleri bulandırmak da bir toplumun geleceğinden çalıyor.

Bu yüzden, düşman olarak görülenlerin de hakları olduğunu unutmamakta yarar var. Öyle ki, düşmanın bile olsa kara çalamazsın, iftira atamazsın!

Böylesi bir işe kalkışıldığında, kadim sesler araya girer, “ayıptır, yazıktır, günahtır…” der.

Her şey bir yana, sahici hiçbir senarist ve yönetmen de böyle bir işe kalkışmaz. Zira böyle bir şeyin sanatın kıyısından geçmediğini, üstelik de bunun çok ucuz, çok basit bir yöntem olduğunu bilir. Oyunculara gelince, onlar da toplumun gözü önünde olan bir kişiliği salt iddialar yoluyla şekillendirilmiş bir imaj üzerinden canlandırmaya tevessül etmezler.

Niye mi? Toplumsal bir karakterin bir filme konu edilmesi kılı kırk yaran kanıtlanmış, belgelenmiş doğru bilgileri gerektirdiğinden. Zira oyuncusu, senaristi, yönetmeni bu gerçeklikten sorumludur.

Sanat dünyasında düşmana ayrı, dosta ayrı bir format bulunmadı henüz.

Hakikati ıskalayacağı için istenmiyor da!

Gregor Samsa’nın hakikat uğruna böcek olduğu görülmemiş belli ki! Ama bu metaformozu anlamak da derinlikten geçiyor. Bu yüzen çok normal.

Bu arada, Kafka’ya da büyük bir saygısızlık yapıldığını unutmayalım.

Yazarın Diğer Yazıları

Edebiyat sosyetesi, baskıcı iktidar(lar) ve arzunun halleri…

Arzunun ta kendisinin kitap halindeki tasarımcılarıyla karşı karşıyayız. Ve onlar büyümüş bir kibirle nesnelerini piyasaya sürerken "iktidarsız öfke"leri körükleyip, celladıyla kurbanı arasındaki ilişki misali, çift taraflı ulaşılamazlık yanılsaması yaratıyorlar

Trajik kötülük varsa, Thomas Sankara da var!

İçimizden birkaç Thomas Sankara çıksaydı bütün bunları yaşar mıydık?

"Türkiye beni yedin"den, Dante'nin cehennemine…

Koray Feyiz'in Dante'nin Cehenneminde Yanan Bahtsız'ı, -adının da çağrıştırdığı gibi- Türk şiirinin Bahtsız'lığına bir ayna mı tutuyor? Ya da bu yola baş koymuş entelektüellerin, aydınların, yazarların, şairlerin doğup, büyüdükleri ülkelerinin kaderine mi?