30 Nisan 2018

Ankara Film Festivali: “Renksiz Rüya” ve “Kelebekler”in zaferi

"Bakalım, Burçak Evren dostumuzun AKP ile dansından nasıl bir festival çıkacak ortaya?"

Ankara Uluslararası Film Festivali, 29. Yılında sinemamızdan ve dünya sinemasından nitelikli bir seçki ile çıktı izleyicisinin karşısına. Kurucusu Mahmut Tali Öngören’in çizgisinden hiç sapmadan bugünlere gelen, gösterişten uzak, mütevazi bir festival, Ankara. Ulusal Yarışmayı gündeminden çıkararak ayağına kurşun sıkan Antalya Festivali’nin yokluğunda, İstanbul, Adana ve Malatya ile birlikte ciddiye alınacak dört ulusal yarışmadan biri. Ve, gerek yarışma seçkisi, gerekse jüri oluşumu ile sinefillerin, sinemacıların ve sinema yazarlarının beğenisini kazanan bir festival. Belgesel ve Kısa film alanlarında yarışma yapmaktan çekinmemesi, bu konuda bir oto-sansür uygulamaması da ayrı bir övgü konusu.

Ama ne yazık ki, siyasetçilerimiz bu gerçeği göremiyor. Adını andığım festivaller içinde CHP’li bir belediyenin sınırları içinde yapılan tek festival. CHP’li Çankaya Belediyesi, her yıl maddi desteğini artıracağına, eksiltiyor. Kulağıma gelenler doğruysa, Başkan sahnede konuşma imkanı verilmediği için kırgınmış! Kültür (ve Turizm) Bakanlığı desteğinin boyutunu siz tahmin edin artık…

Bu koşullarda, ortaya düzgün bir festival çıkartmayı başardıkları için İnci ve İrfan Demirkol’u ve gönüllü gençlerden oluşan festival ekibini kutlamak isterim. Bir festivalin en hayati unsurları arasında yer alan Jüriler açısından doğru tercihler yaptıklarını söylemeliyim. Zaten, sonuçlar da bu yargımızı doğruluyor. Ön jürinin kırk küsur film arasında yaptığı bir değerlendirme ile seçtiği on filmin tamamı da bu seçkide yer almasını garipsemediğimiz, sanatsal kaygıları ön planda olan yapımlardı. Ama, elbette bazıları öne çıkıyordu.

Doğru Jüri, doğru kararlar

Yönetmen-senaryo yazarı Barış Pirhasan başkanlığında, yazar Şebnem İşigüzel, oyuncular Güven Kıraç ve Songül Öden ile görüntü yönetmeni Meryem Yavuz’dan oluşan Festival Jürisi on film arasından dördünü ödüle değer buldu. Büyük ölçüde katıldığım kararlardı bunlar. Nitekim, Erkan Aktuğ, Olkan Özyurt’la birlikte görev aldığım Sinema Yazarları Jürisi’nin seçtiği film, Festival Jürisinin En İyi Film Ödülü ile örtüştü (“Renksiz Rüya”). En İyi Yönetmen ödülünü alan “Kelebekler” de bizim üzerinde durduğumuz bir diğer filmdi. Jüri kararlarında eksikliğini duyduğum tek film ise, “Sofra Sırları” idi diyebilirim.

Yarışan filmler arasında  gerek ele aldığı temalar, gerekse sinemasal anlatımları ile iki film öne çıkıyordu gerçekten de. Sundance’de aldığı Jüri Büyük Ödülü’nün ardından, İstanbul Film Festivali’nde de yarışan ve Jüri Özel Ödülü’nü kazanan Tolga Karaçelik’in “Kelebekler”i şaşırtıcı bir olgunluk ve estetik bütünlüğe sahip bir kara mizah örneği idi. Dramatik bölümlerle, komedinin müthiş bir ustalıkla iç içe geçirildiği, birinin diğerinin önüne geçmediği, aksamayan bir ritm içinde izleyiciyi kah hüzünlendirip, kah kahkahalara boğan, baş rollerden (Tuğçe Altuğ, Tolga Tekin, Bartu Küçükçağlayan), yan rollere (Serkan Keskin, Hakan Karsak, Ezgi Mola, Ercan Kesal, Gülçin Kültür Şahin), filmin ruhunu, üslubunu kavradıkları belli olan oyuncuların tam bir takım oyunu çıkardığı küçük bir başyapıt “Kelebekler”.

“Gişe Memuru” ve “Sarmaşık”la tanıyıp, sevdiğimiz bir yönetmen Tolga Karaçelik. Bu filmi ile,  beklentilerimizi daha da artırıyor. Sinemamızın sağlam bir sinema duygusuna sahip bir yönetmen, gerçek bir ‘auteur’ daha kazandığını söyleyebiliriz rahatlıkla. Film, Ankara Jürisinden dört ödül kazandı. En İyi Yönetmen, En İyi Kadın Oyuncu (Tiyatroda, “Kabileler” oyununda hayranlıkla izlediğim Tuğçe Altuğ, sinemamız için büyük bir kazanç hiç kuşkusuz), En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu (kısacık rolünde -muhtarın karısı- şaşırtıcı bir performans sergileyen Gülçin Kültür Şahin) ve En İyi Kurgu (filmin başarısında genç kurgucu Evren Luş’un katkısı inkar edilemez). Aile bireyleri arasındaki çatışma ve iletişimsizliği müthiş bir sıcaklık ve duyarlıkla yansıtırken, içinde yaşadığımız toplumun saçmalığını göstermekten, din gibi bir tabuya dokundurmaktan geri durmayan bir film bu. En ucuz örneklerini bolca izlediğimiz bir dönemde mizahın gücünü gösteren “Kelebekler”in 100.000 izleyiciye ulaşmış olmasını bir başarı saymalıyız galiba.

Renksiz Rüya

Festivalde, iki jürinin de, “Kelebekler” gibi bir filmin varlığına karşın, en iyi film olarak değerlendirdiği “Hewno Bereng / Renksiz Rüya” ise, toplumumuzun en temel sorununa gerçekçi, samimi bir bakışla eğilen genç bir yönetmenin ilk filmi. Mehmet Ali Konar, ülkemizin Güneydoğu’sunda yaşananları göstermek yerine hissettirmeyi seçmiş. Şiddetin, korkunun ve ihanetin egemen olduğu bir ortamda sevdiklerini yitiren bir küçük çocuğun hikayesini yalın ve etkileyici bir dille anlatarak…

Bingöl doğumlu Mehmet Ali Konar, Marmara İletişim’den mezun olduktan sonra bir süre İtalya’da sinema eğitimi görmüş. Ele aldığı temayı, tek bir şiddet sahnesine yer vermeden anlatmayı seçmesi, kolaya kaçmayan bir yönetmen olduğunu kanıtlıyor. Geceleri kabuslarında, Sur’un sokaklarında dolaşan maskeli adamları gören küçük çocukla, aldığı tehditler yüzünden evlerinde saklanan genç adam arasındaki dostluk filmin ana aksını oluşturuyor. Ele aldığı temayı inanılmaz bir içtenlik ve duyarlıkla anlatan Konar’ın yeni filmlerini heyecanla bekliyorum. En İyi Film ve SİYAD Ödüllerinin yanısıra, En İyi Senaryo (Mehmet Ali Konar), En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu (Bilal Bulut), En İyi Müzik (Mehmud Berazi – Fırat Bulut), En İyi Görüntü Yönetmeni (Yağız Yavru) ödüllerinin de sahibi oldu “Renksiz Rüya”. Yolu açık olsun…

Festivalde ödüllendirilen bir ilk film daha vardı. Çukurova Üniversitesi resim bölümü mezunu genç bir yönetmen Banu Sıvacı’nın “Güvercin” adlı yapımı. Adana’nın yoksul bir mahallesinde güvercinleri ile yaşayan yalnız bir genç ve onu çevreleyen şiddet ortamını (uyuşturucu v.b) ‘şiirsel gerçekçi’ diye tanımlanabilecek bir üslupla anlatıyor. Mamut Tali Öngören En İyi İlk Film ödülünün yanısıra, oyuncusu Kemal Burak Alper’e En İyi Erkek Oyuncu ödülünü kazandıran “Güvercin”in yönetmeninin bundan sonraki yapıtlarını merakla bekleyeceğim.

Siyasal temalara eğilmenin giderek zorlaştığı günümüz sinemasında toplumsal eleştiri içeren filmlerden çok, gizemli, mistik anlatılara bir yöneliş gözlemliyoruz. Daha önceki filmlerinde, toplumun çeperlerinde yaşayan yalnız ve ezik bireylerin öyküsünü anlatan Tayfun Pirselimoğlu, “Ben O Değilim”in ardından bu kez bir distopyaya imza atmış. “Hiçbiryerde”,Rıza”, “Pus”, “Saç”da öne çıkan ‘Vicdan ve Ölüm’ temasının izlerini bu filmde de bulmak mümkün.

Filmin temel meselesi topyekun bir yok oluşun eşiğinde olan dünyamız. Bu temaya, alegorik bir anlatımla eğiliyor Pirselimoğlu. Son derece kapalı bir anlatımla. Görüntüler son derece güzel (Andreas Sinanos’tan beklenen bir ustalıkta) ama anlatılanları kavramaya bizim kapasitemiz yetmiyor! “Yol Kenarı”nda romancı ve ressam yanları yönetmen Pirselimoğlu’nu tutsak almış diyebilirim. Roman olarak okusak, sahneleri anlamlandırmakta bu denli zorlanmazdık. Oysa sinemada alegoriyi anlamadığınızda, sinemacının ne anlatmak istediğini de anlayamıyorsunuz. Yok oluşu ve Mesih’i bekleyen kasaba halkını anlıyoruz. Peki, neden birden fazla Mesih var? Bu imaj bombardımanının yönetmenin anlatmak istediklerine zarar verdiğini düşünüyorum. Filmin en başarılı yanlarından biri olan Sanat Yönetmenliğini (Natali Yeres) ödüllendirmekle yetindi Jüri. Ben de olsam, fazlasına elim gitmezdi doğrusu…    

Mistisizm ve Putlar

Diğer filmlerin hepsi de, olumlu yanlarına karşın, eksikleri, fazlalarıyla bütünlük sorunu olan yapımlardı. Murat Düzgünoğlu’nun “Halef”i mistik bir temayı ele alırken, yorumundaki kararsızlıktan zarar görüyordu. İlginç bir konu (Doğal bir ölüm yerine, cinayet, intihar gibi nedenlerle yaşama veda edenlerin, ölümden sonra başka bir bedende yeniden dünyaya geleceğine inanan Arap Alevi inancı)

Ama bu konuya yaklaşımındaki kararsızlık filmde kendini belli diyor… Durmuş Akbulut’un “Bekçi”si, mistik tonlar içeren bir ilk film. ‘Hayat satın alan’ gizemli varlıkla bir mezarlık bekçisinin hikayesi ilginç, ama çok fazla referansla filmin yalınlığına zarar veriyor…

Onur Ünlü’nün “Put Şeylere” adlı son filmi (diyemiyorum çünkü bu arada yeni bir film çekmiş olabilir!), yönetmenin giderek deneysel sinemaya yöneldiğini gösteriyor. İzleyici ile işbirliğine yanaşmıyor Ünlü, analitik bakış yerine hislerimizle seyretmemizi öneriyor. Tabi, gene bir şey anlamazsanız, suç kimin olacak bilemiyorum. Sinema dünyası üstüne kişisel sayıklamalar diyebileceğim bu filmle Ünlü hayranlarının önüne bir ‘puzzle’ koyuyor… Bir başka puzzle ise, Burak Çevik’in “Tuzdan Kaide”sinde karşımıza çıkıyor. Deneysel filmden çok, deneysel bir tasarım olarak bakmak mümkün Çevik’in yapıtına. Çevik’in zaman içinde daha az akademik, ama daha yalın bir ‘tasarım’a yönelmesini dilemek geçiyor aklımdan.

Ender Özkahraman, “Zor bir Karar”da, Hakkari’de iki güç arasında (Devlet ve örgüt) sıkışmış bireylerin öyküsünü anlatıyor. Dağa çıkanları da anlatıyor, korkanları da, ihanet edenleri de…. Mizah duygusu güçlü olan Özkahraman’ın bu filmde bu yanını değerlendirmesi iyi olurdu.

Son olarak, Ümit Ünal’ın “Sofra Sırları”na değinmek isterim. Adana’dan olduğu gibi Ankara’dan da ödülsüz ayrılan “Sofra Sırları”, bence güzel bir kara mizah örneği. Demet Evgar’ın oyunculuğu da her zamanki gibi çok iyi. Toplumumuzda kadının konumuna ilişkin çarpıcı bir yorumu da içeren film Adana’da izleyicilerce ödüllendirilmiş, İstanbul’da ise üç ödül kazanmıştı. Demek ki, jüriden jüriye renkler ve zevkler değişkenlik gösterebiliyor…

Ankara’da En İyi Belgesel ödülünü kazanan Zeynep Gülru Keçeciler’in “Afgan Kömürü”nü izleyemedim, ama çok iyi şeyler duydum hakkında. Kısa Film dalında Büyük Ödülü kazanan Ayçe Kartal’ın “Kötü Kız”ını ise izleme şansım oldu. Sekiz dakikada nelerin anlatılabileceğini kanıtlayan çok başarılı bir canlandırma filmi…

Ankara’da yarışma içermeyen Uluslararası programın en önemli yapıtları, ‘50. Yılında ‘68’ adlı bölümde yer alan Godard, Louis Malle, Margarethe von Trotta filmleri, Bertrand Tavernier’nin “Fransız Sineması Yolculuğum“ adlı belgeseli, Jeanne Moreau anısına sunulan Truffaut başyapıtı “Jules ve Jim / Unutulmayan Sevgili”, ‘Berlin Expres’ başlığı altında toplanan Alman yapımları (özellikle Robert Schwentke’nin “Yüzbaşı” adlı filmi, ‘Anısına’ bölümünde gösterilen Bergman’ın “Yedinci Mühür”ü ve Kenzi Mizoguichi retrospektifi idi.

Ankara geride kalırken, sırada Eskişehir ve Uçan Süpürge festivalleri var. Ha, bir de Kayseri… Bakalım, Burçak Evren dostumuzun AKP ile dansından nasıl bir festival çıkacak ortaya? Hepsine başarılar diliyorum…

Yazarın Diğer Yazıları

Oscar 2020: Sınır tanımayan yaratıcılık

'Joker'in, tıpkı 'Parazit' gibi sistem karşıtı bir mesajı olduğu açık ama bu mesajı gölgeleyen unsurlar da yok değil. Toplumdaki eşitsizliği, ayrımcılığı sergilerken bireysel motifler öne çıkıyor. Joker'in gülme hastalığından muzdarip olması sınıfsal konumunun önüne geçiyor

Antalya'da trajik final

Anlaşılan o ki, 56. Festivalde yarışan filmlerden çok jüri tartışılacak

26. Adana Uluslararası Altın Koza Film Festivali: “Nuh Tepesi”nden ülkeye bakış

Uluslararası Kısa Film Yarışması, bizden bir yönetmenin zaferi ile sonuçlandı; “Ayakkabı” adlı filmi ile ödülü kazanan Nehir Tuna, konuşmasında Kültür Bakanlığı’ndan destek alamadığını vurguladı