04 Ekim 2012

İşte 'Türkiye'de Muhafazakârlık' araştırmasının sonuçları

Prof. Hakan Yılmaz’ın araştırma ekibi ve Açık Toplum Vakfı Başkanı Hakan Altınay ile birlikte dün akşam yaptığı sunumu izleyen gazeteciler arasındaydım

 

Açık Toplum Vakfı ve Boğaziçi Üniversitesi'nin desteğiyle Prof. Hakan Yılmaz'ın yönetiminde, Dr. Emre Erdoğan, Güçlü Atılgan, Merve İnce ve Murat Can tarafından yürütülen “Türkiye'de Muhafazakârlık: Aile, Cinsellik, Din” araştırmasının sonuçları açıklandı.

Bazı yaygın kanaatlere aykırı sonuçlar da ortaya koyan araştırma sonuçları, siyasetten medyaya bütün kesimlerin dikkatle okuması gereken önemli veriler içeriyor.

Altı yıl önce yapılan ilk “muhafazakârlık” araştırmasıyla karşılaştırmalarla ortaya konan sonuçlar, 16 ilin kentsel ve kırsal yerleşim birimlerinde, 18 yaş ve üzeri 1200 kişi ile hanelerde yüz yüze görüşme yöntemi ile elde edildi.

Prof. Hakan Yılmaz’ın araştırma ekibi ve Açık Toplum Vakfı Başkanı Hakan Altınay ile birlikte dün akşam yaptığı sunumu izleyen gazeteciler arasındaydım. Bütün verileri ile değerlendirmelerini T24’te ayrıca duyuracağımız bu önemli araştırmanın ekibi tarafından hazırlanan rapordaki bazı sonuçları paylaşmak istiyorum.

- Araştırmaya göre, gerek siyasal, gerek özel hayata ilişkin muhafazakârlık tutumlarında uç noktalardan ortalara doğru bir toplaşma eğilimi var. Hem siyaset, hem özel hayat hakkındaki muhafazakâr tutumlarda, kendisini muhafazakâr bulmayanların oranı da, çok muhafazakâr bulanların da oranı azalmış. Buna karşılık, muhafazakârlığını “orta seviyede” değerlendirenlerin oranı artmış.

- En çok muhafaza edilmek istenen kurum olan “aile”nin başat konumu 2006’dan 2012’ye gelişen süreçte daha da pekişmiş görünüyor. 2006’da yüzde 45,6 olan bu alandaki oran 2012’de yüzde 50,4’e ulaşmış.

- En çok muhafaza edilmek istenen değerler arasında “din” yüzde 22,2’lik oranla 2006’da da, 2012’de de aynı kalmış. 2006’da yüzde 18,8 olan devleti muhafaza etme isteğine ilişkin oran 2012’de yüzde 15,5’e düşmüş. Aynı oran 2006 ve 2012’de “millet” için yüzde 10,5 ve yüzde 11 olmuş.

 

'Özgürlük' temel değer olarak yükseldi

 

- Araştırma toplumda “bireyleşme” sürecinin hızlandığı yolunda önemli veriler de ortaya koydu. Bireyleşmenin derinleştiği ve yaygınlaştığının en temel göstergesini, “eşitlik, dayanışma, özgürlük” değerleri arasında “özgürlüğün” en çok tercih edilen temel değer olarak “eşitliğin” önüne geçmesi oluşturdu. “Muhafaza edilmesi gereken en önemli siyasal değer 2006’da yüzde 41,6 ile “eşitlik” iken, 2012’de yüzde 42,5 olarak “özgürlük” oldu. Özgürlük temel değer olarak 2006’da yüzde 37,4 düzeyinde destek görmüştü.

- Bireyleşmenin önünde engel olan iki temel muhafazakâr değeri savunanlarında oranında yıllar içinde bir düşüş gözlendi. Düşüş gözlenen değer, “insan zayıftır; yanlış yola sapmaması için, başında mutlaka onu doğru yola sevk edecek bir otoritenin bulunması gerekir” ve “herkes hayatta layık olduğu yerdedir ve haddini aşmamalıdır” olarak açıklandı. “İnsanın zayıf olduğu için başına bir otorite gerektiği” yolundaki değere inananların 2006’da yüzde 36,8 olan oranı 2012’de yüzde 25,1’e düştü. “Herkesin hayatta layık olduğu yerde olduğu ve haddini bilmesi gerektiği” önermesiyle açıklanan muhafazakâr değere destek verenlerin 2006’da yüzde 43,8 olan oranı da 2012’de yüzde 35,4’e düştü.

- Araştırmaya göre; aile yapısı, sosyal yapı ve siyasal rejim alanlarında değişim talebi çok az gözlendi. Sosyal yapıda ve devlet düzeninde daha önceden de zaten cılız olan değişim talebinde yıllar içinde kayda değer düşüşler yaşandığı belirlendi. En büyük değişim talebi ise ekonomik alanda ortaya çıktı. Ekonomik değişim talebi yıllar içinde büyüyerek 7 puanlık bir artışla yüzde 47’den yüzde 54’e yükseldi.

 

İşkenceyi kabul edenlerde düşündürücü oranlar

 

- “Haklar devlet tarafında tamamen kısıtlanabilir” diyenlerin oranında yıllar içinde büyük düşüşler gözlenmemesi, araştırmanın ortaya koyduğu önemli verilerden biri oldu. Ancak hakların devlet tarafından kısıtlanmasına ilişkin olarak siyasi haklar alanında 2006’dan 2012’ye geçen süreçte kayda değer düşüşler gözlendi. Örneğin, “toplantı ve gösteri yürüyüşü yapma hakkının tamamen kısıtlanabileceğinin” düşünenlerinin 2006’da yüzde 27 olan oranı 2012’de yüzde 14’e indi. “Dernek ve sendika kurma hakkının tamamen kısıtlanabileceğinin” öngörenlerinin oranı da 2006’da yüzde 17 iken 2012’de 8 puanlık düşüşle yüzde 9 olarak ölçüldü. Aynı oranlar “siyasi partilerin eşit şartlarda rekabet etmesinin kısıtlanmasının” başlığı altında 2006’da yüzde 11, 2012’de de yüzde 7 olarak ölçüldü. “Düşünce ve ifade özgürlüğünün tamamen kısıtlanabileceğini” kabul edenlerin 2006’da yüzde 10 olan oranı da 2012’de yüzde 6’ya düştü. “Medyanın özgürce yayın yapması ve sansür edilmemesi” hakkının tamamen kısıtlanabileceğini düşünenlerin oranı da yüzde 20’den yüzde 16’ya indi.

- Siyasal haklardaki bu iyileşmeye karşılık “işkence” ve “eşcinsellik” söz konusu olduğunda toplumsal hassasiyette pozitif yönde hiçbir değişimin olmadığı da ortaya kondu. Örneğin “kimseye işkence yapılmaması” hakkının gerektiğinde devlet tarafında bütünüyle askıya alınabileceğini düşünen, yani “birilerine işkence yapılabilir” diyenlerin 2006’da yüzde 23,4 olan oranı neredeyse hiç değişmeyerek 2012’de 23,5 olarak ölçüldü.

 

Homofobi hangi düzeyde?

 

- Araştırmada, “eşcinsellik gibi farklı cinsel tercihlerin serbestçe yaşanması hakkı”nın gerektiğinde devlet tarafında tamamen kısıtlanabileceğini düşünenlerin 2006’da yüzde 58 olan oranı da küçük bir düşüşle 2012’de yüzde 54 olarak belirlendi.

 

Ramazan'da oruç tutanların oranı düştü

 

- Araştırma “dinsellik karşısındaki tutumlar” konusunda da önemli veriler ortaya koydu. Dindarlık seviyesinde 2006’dan 2012’ye kayda değer bir değişim gözlenmedi. Ancak “namaz ve oruç gibi temel ibadetlerin yerine getirilmesinde bir gevşeme olduğu” yolunda veriler elde edildi. “Bütün Ramazan ayı boyunca ve diğer dini günlerde oruç tutma ve ibadet pratikleri” 2006’da yüzde 18,7 iken 2012’de yüzde 10,2 olarak ölçüldü. Bütün Ramazan ayı boyunca oruç tutanların oranı da yüzde 60,4’ten yüzde 53,1’e indi. “Ramazan'da imkân buldukça” oruç tutanlar 2006’da yüzde 18,9 iken 2012’de önemli ölçüde düştü. Hiç oruç tutmayanların 2006’da yüzde 6,4 olan oranı 2012’de yüzde 12,3’e çıktı.

- Dini kurallara uygun yaşamayanlardan ve ibadetlerini yerine getirmeyenlerden rahatsız olanların oranında da azalma tespit edildi. Ramazanda oruç tutmayanlardan rahatsız olanların 2006’da yüzde 33,3 oranı 2012’de yüzde 25,4’e düştü. Aynı oranlar namaz kılmayanlara karşı yüzde 26,4’ten yüzde 18,6’ya; başını örtmeyen kadınlara karşı yüzde 21,9’dan yüzde 14,1’e düşmüş olarak tespit edildi.

- “Seçimlerde hangi partiye oy vereceğime karar verirken, bu partinin liderinin dini inançlarını hesaba katarım” diyenlerin oranı ise 2006’da yüzde 63 iken, yaklaşık 10 puan artarak 2012’de yüzde 72’ye yükseldi. Prof. Hakan Yılmaz, bu verileri toplu olarak değerlendirirken, deneklerin “ortalamada muhafazakârım, şu-bu konulardan rahatsız değilim, ama seçim söz konusu olduğunda muhafazakâr partiye oy veririm” düşüncesini yansıtmış olduklarını belirtti.

 

Açık giyinen kadınlara hoşgörü arttı mı?

 

- Araştırma “cinsellik karşısındaki tutumlarımız-hangi cinsel yaşantı biçimleri bizi rahatsız ediyor?” başlığı altında da önemli veriler ortaya koydu. “Cinsellik konusunda biraz daha rahat bir toplum” işareti veren verilere göre “açık giyinen kadınlardan rahatsız olanların 2006’da yüzde 52 olan oranı 2012’de 17 puanlık bir azalışla yüzde 35’e düştü. “Alkollü içki içenlerden rahatsız olanların” oranı da 2006’da yüzde 65 iken 2012’de yüzde 52’ye düştü. Aynı oranlar “bara ve gece kulübüne gidenlerden rahatsız olanlar” için yüzde 61’den yüzde 49’a inmiş olarak ölçüldü. “Küpe takan erkeklerden rahatsız olanlar” da yüzde 53’ten yüzde 42’ye indi. Sunumdaki tartışma sırasında bu verilerin “alkollü içki içilen yer ve açık giyinen kadınların toplumda giderek daha az görülmesi ve bu nedenle ‘uyaran’ azalışından kaynaklanmış olup olmayabileceği soruldu. Prof. Hakan Yılmaz, bu sorunun önemli olduğunu araştırma sonuçlarına bakarken değerlendirilebileceğini söyledi.

 

Toplum kürtajı onaylıyor

 

- Araştırmada 2006’da sorulmayan “kürtaj” konusuna da yer verildi. Elde edilen verilere göre, Türkiye toplumu “isteğe bağlı” kürtajlarda bile genel bir onaylama eğilimi ortaya koydu. İsteğe bağlı kürtajı onaylayan oranı yüzde 50, onaylamayanların oranı ise yüzde 47 olarak ölçüldü. Sağlık sorunlarına yol açma olasılığı karşısında kürtajı onaylayanların oranı yüzde 84’e yükseldi.

- “Başörtüsü ve modernlik” değerlendirmesinde “başörtülü kadınların erkeklerle hukuksal, siyasal ve ekonomik eşitliği; başörtülü bir kadının modern bir kadın olma hakkı ve yetisi; ve tüm kadınların ister başları örtülü ister açık olsun erkek egemen toplumda benzer baskılara maruz kaldıkları” yönündeki tutumlarda küçük de olsa pozitif değişimler gözlendi. “Müslüman bir kadının başını örtmesi gerektiği veya başını örtmeyen bir kadının Müslüman sayılamayacağı” yolundaki tutumlarda ise yıllar içerisinde hemen hemen hiçbir değişiklik gözlenmedi. Örneğin “Müslüman kadın başını örtmelidir” diyenlerin 2006’da yüzde 38,8 olan oranı 2012’de yüzde 37,5 olarak belirlendi. “Başını örtmeyen kadınlar Müslüman sayılmazlar” diyenlerin oranı da 2006’da yüzde 18,9 iken 2012’de yüzde 16 olarak ölçüldü.

 

Türkiye'de ideal kadın tipi

 

- Araştırma Türkiye’de muhafazakârlığın çelik çekirdeğini kadının aile içindeki (eş ve anne olarak) rolüne ilişkin tutumların oluşturduğunu ortaya koyan önemli veriler de içeriyor. Araştırma sonuçlarına göre Türkiye’de “ideal kadın” şöyle tanımlanıyor: Erkeklerle hukuken eşit; gerektiğinde çalışıp para da kazanan, ama aile içerisindeki anne ve eş rollerini asla aksatmayan ve ev içi görevlerini aksatıyorsa işini bırakan; namus kodlarının dışına çıkarak kocasının şerefine halel getirmeyen bir kadın tipidir.

- “Hayatımız tamamen değişmelidir” diyenlerin 2006’da yüzde 29,1 olan oranı 2012’de yüzde 14,2 olarak ölçüldü. “Hayatımız olduğu gibi sürmelidir” diyenlerin oranı da 2006’daki yüzde 14,8’lik seviyesinden yüzde 23,9’a yükseldi. Bir başka açıdan “hayatımız değişmelidir” diyenlerin yüzde 63 olan oranı yüzde 40’a düşerken, “hayatımız aynı kalsın” diyenlerin oranı yüzde 34’ten yüzde 54’e yükseldi. Bu veriler toplumun “daha statükocu” bir tutuma kaydığı, toplumsal ve siyasal hayatta değişim isteyenlerin oranının büyük ölçüde azaldığı şeklinde yorumlandı.

 

Orta sınıf araştırması: Sol eğilimlerde yükseliş var

 

- Toplantıda yine Boğaziçi Üniversitesi ve Açık Toplum Vakfı desteğiyle Prof. Hakan Yılmaz’ın yönetiminde yapılan “Türkiye’de orta sınıfı tanımlamak” başlıklı araştırmanın da özet sunumu yapıldı. Aynı kapsam, örneklem ve yöntemle yapılan bu araştırmaya göre, toplumda kötümserlik algısı arttı. Toplumun önemli bir bölümü kendisini (yüzde 44,7) “laikliği hiç değiştirmeden eksiksiz uygulamak isteyenlerin tarafında” tarif etti. Bu oran 2007’de de hemen hemen aynı (yüzde 44,9) ölçüldü. “Laikliği yeniden yorumlamak isteyenlerin” 2007’de yüzde 12,3 olan oranı da 2012’de yüze 15,4 olarak belirlendi. Laiklik konusunda “uzlaştıran merkeze” doğru anlayış sahipleri ise 2007’de yüzde 8,5 iken 2012’de önemli bir artışla yüzde 15’e çıktı.

- Orta sınıf araştırmasında Avrupa Birliği taraftarlığı yüzde 57,6’dan yüzde 51,7’ye inmiş olarak ölçüldü. Araştırma sonuçlarına göre toplumdaki sol eğilimlerde de yükseliş var.

 

Yazarın Diğer Yazıları

Tolga’yla birlikte bütün hayal kırıklıklarının en güzelini yaşıyoruz!

Çalışmalarıyla mesleğini onurlandıran bir gazeteci, hâkimin büyük bir maddi hatayı da tutanağa geçirdiği bir kararla tutuklandı. Tutuklama talep edenler ve tutuklama kararı verenlere göre, Tolga Şardan “istihbarat örgütünün Cumhurbaşkanlığı’nın talimatıyla yargıdaki yolsuzluk iddialarını araştırdığını yazarak” halkı korku ve paniğe sevk etti!

T24 14 yaşında; nasıl da yılları buldu bir mısra boyu macera…

Bağımsız, sorumlu, güvenilir, yüksek profesyonel ve etik standartlarda gazetecilik, sadece gazetecilerin değil toplumun bütün katmanlarının meselesi haline gelmedikçe, sesimizi kısanlar sadece başkaları olmaz!

Schengen vizesi eziyeti için gazetecilere çağrı, AB başkentlerine mektup

Sığınmacı sorunuyla, üstelik milyonlarca insan eşliğinde Türkiye de muhatap. Ancak bu durumun, örneğin Federal Almanya’nın Volkan Konak, Deniz Türkali gibi sanatçıların da vize başvurularını reddetmesiyle nasıl bir ilgisi olabilir? AB ülkeleri diplomatlarının, sürekli mesai yaptıkları gazetecilere, vize talebi söz konusu olduğunda, “Bizim için Edirne sınırına kadar gazetecisiniz” anlamına gelen tavrı vize rejiminin amaçlarına uygun mu? Peki gazeteciler ve meslek örgütleri, yıllardır süren bu kötü muameleye karşı neden sessiz, neden bu eşitsiz ilişkiyi reddetmiyorlar?