13 Ağustos 2017

Lagos katliamı tam hız sürüyor

“Denizden babam çıksa yerim!” diyecek kadar balığa tutkun olanların başına gelenler, sadece yasaklı balığı bilmeden yeme riski de değil

Bay McKinnon ırmak kıyısındaki evine büyük bir gururla girdi. Hemen mutfağa doğru yöneldi ve 5 kiloluk kuzu gibi somonu tezgâhın üzerine atıp eşine “Şunu bir ayıklayıver bakalım” dedi. “Fırını da yakıp bu akşam sıkı bir ziyafet çekelim. Bir de yanında buz gibi şarap açalım…”

Tam da o sırada kapı çaldı. Gelen, polisle beraber bölge av müdürlüğü yetkilileriydi. Somonun solungacına yerleştirilmiş çipi gösterdiler ve “Bu balığı bir haftadır izliyorduk. Bildiğiniz gibi av yasağı sürüyor. Size kaçak avlanmaktan bin sterlin ceza kesiyoruz. Buyurun makbuzunuz, bir ay içinde Bank of Scotland’a ödeyiniz” dediler. Ve balığa da el koyup McKinnon’ların şaşkın bakışları arasında gittiler...

Restoranlarda ithal Senegal lagosu diye sunulanların çoğu, kaçak avlanan yerli lagoslar...

Kadıköy çarşısındaki balıkçının tezgâhında, avlanması yasak olan lagos balığını seyrederken, birkaç yıl önce İskoçya’da viskici dostlarımdan dinlediğim bu yaşanmış hikâyeyi hatırlıyorum. Ve acı acı gülüyorum… Zira Kadıköylü balıkçı, “Bu Senegal’den ithal lagos da şimdi saman gibi olur” sözlerime, “Yok beyim, yerli lagos. Lokum gibi” cevabını veriyor. Ben “Lagos avı 4 yıllığına yasak değil mi?” deyince de, bir yandan balıkları sulayıp bir yandan da gülerek “Ne safsın be abi!” bakışı atıyor:

“Kim takar yasağı… Lagos avı devam ediyor, bu arada balıkçı da, lokantacı da birkaç kilo ithal lagos faturasını el altında bulunduruyor. Biri sorarsa ‘İthal abi, işte faturası’ diyor geçiyorsun…”

Oysa geçen yıl Akdenizlilerin girida dedikleri lagos balığı ile bir başka Akdeniz balığı olan orfozun avı 31 Ağustos 2020’ye kadar yasaklandığında, yasak öncesi lagos sevenler lokantalara doluşmuş, “Dört sene özleyeceğiz, bari bol bol yiyelim” demişti. Ama zekî, çevik fakat ahlâksız bir kesim yüzünden hiç de öyle olmadı. Katliam tam gaz gidiyor, denetleme görevi olan Tarım İl Müdürlükleri ise seyrediyor… Daha da kötüsü tüketicide de bilinç yok, birçok insan avı yasak lagosu lokantada bile bile ısmarlıyor ya da evinde bile bile pişiriyor. Akdeniz’in bembeyaz etli tombul balığı, Marmara’nın çinekopu gibi ilgi ve şefkat görmüyor ne yazık ki. 2010’da sularımızdan 500 ton çıkan bu iki balığın 2015’de 166 tona düşmesi kimseyi endişelendirmiyor, bu gidişle neslinin tükenecek olması umursanmıyor…

Lagos balığının avlanması 2020'ye kadar yasak olduğu halde, balıkçılar lagos dolu...Millî sporumuz balık sahtekârlığı

“Denizden babam çıksa yerim!” diyecek kadar balığa tutkun olanların başına gelenler, sadece yasaklı balığı bilmeden yeme riski de değil. Bir de “sahte balık” olayı var. Murat Belge yıllar önce Beyoğlu Balıkpazarı’nda eti kayış gibi olan ucuz Mersinbalığını kılıçbalığı süsü vererek satanlara “Biraz ayıp olmuyor mu?” diye tepki göstermişti. Ertesi gün aynı tezgâhta gördüğü tabela, bir komedi şaheseriydi: M. Kılıç… Apartman zilinde Mustafa Kılıç kısaltması yapılır gibi yazılan tabela, “Mersinden kılıç” anlamına geliyordu. Böylece balıkçı üçkâğıtçılığını biraz olsun perdelediğini sanıyordu.

Balıkları iyi tanımayanların başına, aynı durum uskumruda geliyor. İstanbul’un birçok kalabalık çarşısında aşırı yağlı ve ağır tadlı Norveç uskumrusu, nefis yerli diye uskumrunun süsü verilerek satılıyor. Ucuza gelen kuzey balığından birkaç kat kâr elde ediliyor böylece. Varoşlarda ise halkın balık kültürü daha da az olduğundan, kimi balıkçı Norveç uskumrusunu palamut diye de yutturuyor.

En büyük sahtekârlık ise, Güney’deki ve Ege’deki tatil köylerinde, Vietnam’dan ithal panga balığının dilbalığı diye sunulması… Mekong ırmağında bolca avlanan bu tatlı su balığı yavan tadı ve saman gibi etiyle dilin yanından bile geçemiyor ama bilmeyenlere de bol sos ve garnitürle yutturuluyor.

Gerçi balık sahtekârlıkları sadece bize özgü değil. Bir araştırmada balığın bütün değil de daha çok fileto şeklinde satıldığı ABD’de balıkların yarıya yakınının farklı türler olduğu, ucuz balıkların pahalılarının ismiyle satıldığı belirtiliyor.

Bizde deniz kereviti adıyla bilinen Norveç ıstakozu, dünya mutfaklarının en seçkin lezzetlerinden.

Yazın tüm güzelliğiyle devam ettiği, sahil lokantalarının dolduğu, cızır cızır kızaran balıkların yanında buz gibi şarapların, bol köpüklü biraların ya da buğulu rakıların açıldığı günlerde biraz iç karartan bir yazı olduğunun farkındayım… Öyleyse, yazıyı güzel bir haberle bitirelim: Hep kötü balıklar iyilerinin adıyla satılmıyor ya! Bazen de bilgisizlik, dünyanın en değerli deniz ürünlerinden birini ıskalamamıza yol açıyor. Norveç ıstakozu ya da Dublin Körfezi karidesi denilen langustinden bahsediyorum. Pembe renkli, ıstakozdan bile lezzetli bu nefis deniz canlısı, Türkiye’de “deniz kereviti” adıyla satılıyor, tatlı su kerevitlerinin yavan tadından dolayı da onlar gibi sanılıyor, itibar görmüyor. Bu yüzden fiyatı da hayli ucuz…

Balıklara kılık değiştirten kurnaz balıkçılar onun bir ıstakoz olduğunu fark edene kadar, bu da bu yazıyı okuyanların “bonus”u olsun…  

 

 

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Fındıkağacı malikânesi

İskoçya'nın bir numaralı malt viski üreticisinin miras bıraktığı paha biçilmez fıçılar şişelendi, Türkiye'ye kadar geldi…

İçki dünyasından bir Levent Kömür geçti

İçki dünyamızın en büyük şirketi Mey Diageo’yu 7 yıl boyunca yöneten, görevini soranlara “Yeni Rakı’nın genel müdürüyüm” diyen sıradışı bir insanın serüveni…

“Ramazan'ın gülü” giderek soluyor…

Güllaçlarda gül tadının “eser miktarlara” indiği, gül reçelinin hepten unutulduğu, gül likörünün anılarda kaldığı günlerde, sitemli bir Ramazan yazısı…