31 Ağustos 2018

Western filmlerini kaldırma üzerine

"Amerikanvari anlayışın askerî boyutla, siyasal ilişkilerle ve kültürel alışverişle birlikte dolaşıma girmesi sonrasında etkinliğini arttırması kaçınılmaz bir sürecin önünü açmıştır"

TRT geçtiğimiz günlerde almış olduğu bir kararla Pazar sabahları yayınladığı Western filmlerini kaldırdığını ve yerine Türk filmlerini yayınlayacağını kamuoyuna duyurdu. Amerika Birleşik Devletleri ile ilişkilerde yaşanan dalgalanma ve ambargo sonrasında bu film kuşağına yönelik tepkiler üzerine bu kararın aldığı dile getiriliyor. Buna karşın biraz daha farklı bir pencere üzerinden olup biteni değerlendirmek ve sakin kafayla düşünmek daha yararlı olacaktır. Çok kanallı televizyonlardan önce başlayan ve neredeyse kırk yıldır ekranlarda olan bir film türünden söz ediyoruz. Şimdiki çocuklar açısından kovboy filmleri ve oradaki kovboylar ve Kızılderililer çok fazla bir şey ifade etmeye bilir buna karşın yaşı otuz beş ve üzeri olanlar açısından bu filmler son derece önemlidir.

Film endüstrisinin Amerikan emperyalizminin en büyük taşıyıcısı olduğu gerçeğini hatırlamak için şu anda Amerika Birleşik Devletleri ile yaşamakta olduğumuz krizi hatırlamamız gerekmiyor. Öte yandan Amerikan ürünleri üzerinden verilecek tepkiler konusunda ise çok daha akıllı davranmamız icap ediyor. Elde balyozla telefon parçalayarak Amerikan ürünlerine zarar vermiş olmuyorsunuz. Küresel bir dünya pazarı içerisinde yaşamak durumundaysak oyunu kurallarına göre oynamayı ve bu oyun içerisinde kendi payımızı mümkün olduğu ölçüde arttırabilecek hamleleri yerine getirmek durumundayız.

Bunun yolu ise başta kendi kültürel sermayemizi mümkün olduğu ölçüde geliştirmekten geçiyor. Bu ise sağlam bir eğitim alt yapısı ve ona eşlik eden bilimsel bakış açısı ile mümkün olabilir. Yemeğinden içeceklerine, müziğinden sinemasına, para biriminden yaşam tarzına kadar her türlü alanda kabul buyurduğunuz bir anlayışı sadece Western filmlerini yasaklayarak ortadan kaldıramazsınız. Dünyanın her yerinde kendisini hissettiren bu yaklaşımı anlayabilmenin yollarından bir tanesi olan Kovboy filmleri kuşağı aslında bir nevi Amerikan bakış açısını anlamanın en iyi örneklerini bize sunmaktadır.

Bu filmlerde iyi adamlar hep kovboylar buna karşın kötüler ise Kızılderililerdir ve daha baştan itibaren bu anlayış üzerinden bir kurgu hayata geçirilmeye devam etmektedir. Oturan Boğa’dan Gerenimo’ya kadar efsaneleşmiş Kızılderili reisleri ve kabilelerini bu filmler sayesinde tanımış olduk. Öte yandan bu filmlerde bize gösterilenin aksine Kızılderililerin gerçek hayatlarında nasıl acılı bir hayat geçirdiklerini Dee Brown’ın Kalbimi Vatanıma Gömün isimli kitabından öğrendik. Bu film kuşağının kaldırılması sonrasında sosyal medya üzerinden yayılan biz kovboyların değil Kızılderililerin yanındaydık ifadelerini yabana atmamalıyız.

Hayatın bir örnek hale dönüştürüldüğü ve tüm dünyanın küresel bir köy olarak yeniden şekillendirildiği bir dönemden geçtik/geçmeye devam ediyoruz. Kendi payımıza düşeni alırken bir zamanlar imparatorluk olan bir ülkenin evlatları olarak yaşadıklarımızla elimizde olanlar arasındaki farklılıktan çok da memnun değiliz. Buna karşın belki de hiç beklemediğimiz kadar özenti bir anlayışı iliklerimize kadar sokmuş olduğumuz gerçeğini de kabul etmek istemiyoruz. Oysa Amerikan yardımları ile başlayan ve yol-otomobil ile sürüp giden ilişki biçimi adım adım ülkemizdeki Amerikan hayat tarzının yaygınlaşmasına ve Küçük Amerika hayallerinin kurulmasına/söylenmesine olanak sağlamıştır.

Amerikanvari anlayışın askerî boyutla, siyasal ilişkilerle ve kültürel alışverişle birlikte dolaşıma girmesi sonrasında etkinliğini arttırması kaçınılmaz bir sürecin önünü açmıştır. Burada bir zamanlar 6.Filoyu denize dökenler ve onların yanında olanlar tartışmasını yeniden yapmanın bir anlamı yok. Siyasetimizin raydan çıkmasında ve demokrasimize yapılan balans ayarlarında Amerikan parmağını şimdilerde herkes ekranlardan fazlasıyla dile getiriyor zaten. Buna karşın 1980’lerle birlikte bir dönem Western filmlerinde de oynayan Amerikan başkanı Ronald Reagan ile İngiliz Başbakanı Margaret Thatcher’ın dolaşıma soktuğu Yeni Sağ yaklaşıma Türkiye’de Turgut Özal aracılığıyla dahil olmaya çalıştı.

Bu sürecin 12 Eylül askeri darbesinden sonra yaşandığını ve ülkemizin tüm kodlarını alt üst ettiğini söyleyebiliriz. Yabancı hayranlığı artarken buna yabancı ürünlerin tüketimine yönelik müthiş artış da eşlik etti. Bir zamanların ayağını yorganına göre uzatan toplumundan tükettikçe itibar kazanacağını zanneden ve harcamayı, lüksü, tüketimi farklılık sanan bir yapıya doğru geçiş yaptık. Burada teknolojide yaşanan müthiş dönüşümün ülkemize olan etkilerini ve bu sayede bireylerin bambaşka birer varlığa dönüşmeye başladığının ipuçlarını da almaya başladığımız döneme girdik.

            Ekonomik krizler ile fakirleştikçe IMF kapılarına dayanan ve acı ilacı içerek ferahlamaya zorlanan ülke insanımız açısından 2002 sonrasındaki Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarının ekonomik kalkınmaya dayalı yılları müthiş bir özgüven patlamasına yardımcı oldu. Dünyanın beşten büyük olduğu açıklaması ile başlayan açıklamalar başta İslam coğrafyası olmak üzere ezilen ülkelerde karşılık buldu. Tabii bu arada Trump gibi bir Amerikan başkanının açıklamaları ve uygulamaya soktuğu kararlar da tüm dünyayı şaşkınlığa uğratmaya başlamıştı. Tam bu noktada Türkiye ile Amerika Birleşik Devletleri arasında yaşanan gelişmeler bizde Amerikan ürünleri kullanımından başlayarak bir dizi alanda Amerikan karşıtlığının yeniden tavan yapmasının önünü açıverdi.

Ellerinde tutmuş oldukları Türk bayrağının önünde binlerce lira verdikleri Amerikan marka telefonlarını Allahu Ekber nidaları eşliğinde kırarak rahatlayan gençlerimiz açısından tüm bu olup bitenler bir biçimde Amerikalılara ders ve gözdağı verme olarak görülebilir. Buna karşın kendilerini milliyetçi olarak niteleyen bu gençlerin binlerce lira vererek neden bu markaları tükettiğinden başlayarak bir dizi soruyu da sorma gereksinimini göz ardı etmemeliyiz. Neden kendisini milli olarak gören bir ülke bu kadar çok yabancı hayranlığı üzerinden kendi kuyusunu kazar? Kendi para birimini değil Dolar veya Avro üzerinden kendisini garantiye almaya çalışır. Hatta bu noktada bir siyasi partimizin de hesaplarını dolar üzerinde tuttuğunu bu vesileyle öğrenmiş olduk.

Türkiye dış politikasının ve ona eşlik eden içerideki kurumsal yapıların farklı ülkeler ile yaşanan krizler sonrasında devreye sokmuş olduğu kararların göstermelik olmanın ötesine geçmesi ve sadece tepki vermenin ötesine geçmesi gerekmektedir. Bunun için ise TRT’nin Western kuşağını kaldırmasında olduğu gibi bir bahane çok da anlamlı değildir çünkü Western kuşağını kaldıran kurumun Amerikan filmlerini yayınlamayı sürdürdüğü gerçeğini göz ardı edemeyiz. Buradan bütün Amerikan filmlerini, dizilerini kaldıralım veyahut bir süre yayınlamayalım gibi bir anlam çıkmasın sakın. Tam tersine asıl amacımız Amerikan hayat tarzının karşısına kendi hayat tarzımızı koyabilecek adımları atmak olmalıdır. Bunun yolu ise ulusalcı/milliyetçi bir anlayış ile soslanmış yaklaşımlardan geçmez. Çıkarlarınızı korumanın bin bir türlü yolu vardır ve dış siyaset düşmanlık değil çıkarlar temelinde yürüyen bir alandır.

Çocuklarınız, gençleriniz yabancı diziler, filmler, çizgi filmler seyrediyor ve yabancı müzikler dinliyorlarsa, yurt dışında dolaşıma giren konsol oyunları ile yetişiyorlarsa ve yeme içme tarzları da buna uygun bir biçimde dönüşmüşse yasaklamanın ötesinde çok daha rafine adımlar atmalı ve kültürel zenginliğimizi öne çıkartabilecek bir yaklaşımı dolaşıma sokmalıyız.

Yazarın Diğer Yazıları

Kupanın adı süper, geride bıraktıkları ise…

Fenerbahçe ve Galatasaray kulüplerinin, ezeli rekabet gibi bir kavramı kullanma hakları ortadan kalkmıştır. Artık kendi duruşlarının mutlak surette doğru olduğunu düşünenlerin, ortak bir paydada rekabet edebilme ihtimalleri kalmamıştır! 

Futbolda yaşananlar yeşil sahayla sınırlı değil

Ülke futbolu, bir karşılaşmada çıkan olaylar sonrasında ülkenin en büyük kulüplerinden birisi olan Fenerbahçe’nin ligden çekilmeyi tartışacağı 2 Nisan tarihindeki genel kurulu ile PFDK sevkleriyle verilecek cezalar arasında sıkışıp kalmış vaziyette

Göz göre göre bugünlere geldik

Toplumsal hayatımızdaki şiddet üreten etmenleri es geçtiğimiz sürece futbol sahalarındaki şiddeti sadece cezai tedbirlerle önleyebilmemiz mümkün değildir. Bu olay sonrasında cezai tedbirlerin arttırılması tekrar gündeme getirilecektir ancak göreceksiniz ki bu da yaraya merhem olmayacaktır