24 Aralık 2017

Bütün savaşları bitirecek Ahir Zaman Savaşı ve Kudüs

Her savaş, mutlaka bir sonrakinin tohumunu eker. Bütün savaşları bitirecek bir savaş olamaz. Türümüzün bütün tarihi bunun tanığıdır

Herkeste tarihin en önemli savaşında savaşacak olmanın gururlandırıcı heyecanı var. Sonuçta yaklaşık 2000 yıldır ikinci gelişi beklenen Mesih’in gelmesine neden olacak savaş bu. Gençler hattâ orta yaşta erkekler gönüllü ordulara yazılıyor. Kiliselerde halka kıyamet savaşının vaktinin geldiği, İsa’nın dönmek üzere olduğu anlatılıyor. Askeri propaganda posterlerinin arka fonlarında hep Aziz GeorgeAziz Michael, melekler ve Hz İsa yer alıyor.

Gazete haberlerinde, konuşmalarda hep o iki kelime var; ‘Armageddon’ ve ‘Crusade’.

Armageddon, yani kıyamet savaşı, Kitab-ı Mukaddes’teki ‘Vahiy’ bölümünde geçen bir kavram. İncil’i literal okuyan bazı Hristiyanların inanışına göre Mesih yer yüzüne şahsen geri gelecek ve onun liderliğinde iyilerle kötüler arasında kıyamet savaşı yaşanacak. İbranice ‘Har-Megiddo’ adlandırmasından Eski Yunanca’ya geçti. ‘Har’ tepelik, dağlık yer demek. Megiddo ise İslam’daki ‘mahşer yeri’ gibi bir adlandırma aslında. İsrail’de hayfanın 30 kilometre kadar güneydoğusunda bu isimde bir yer var. Araplar ‘El Mutesellim’ diyor buraya.  ‘Har-Megiddo’, Megiddo Dağı demek.

‘Crusade’ ise, Orta Çağ Latincesi’ndeki ‘cruciare (haç damgası vurmak)’ fiilinden geliyor. Orta Çağ’da Haçlı Seferleri için bu tabir kullanıldı. Biz Türkçe’de karşılık olarak sadece ‘Haçlı Seferi’ anlamında kullanıyoruz ama 1700’lü yıllardan beri Batı dillerinde ‘her hangi bir kötülükle mücadele anlamında’ da kullanılıyor.

Yalnız, Avrupalı Hristiyanlara tarihin dönüm noktasında rol alacaklarını müjdeleyen, Hz Mesih’in inmesine neden olacak bu ahir zaman savaşı, bu ‘Haçlı Seferi’, Hristiyan olmayanlara karşı değil. Yazının başında aktardığım tablo, 1914’in hemen başındaki İngiliz ve Amerikan medya ve kamuoyu atmosferine ait. Alman ve İngiliz kamuoyu ‘’bütün savaşların anası’’ olacağını iddia ettikleri savaşa, yani Birinci Dünya Savaşı’na işte böylesi bir kutsal anlam yüklüyordu. Bu 'ahir zaman savaşı'nda Deccalın ve şeytanın ordusunu ise diğer bir Hristiyan toplum, Almanlar oluşturuyordu.

Londra Piskoposu A.F. Winnington-Ingram, başlayacak savaşı, ‘’Bu tarihin en büyük Haçlı Seferidir. İnkar edemeyiz bu kutsal savaşımızın hedefi Almanları yok etmektir’’ diye konuşacaktı. Guardian gazetesine konuşurken, ‘Eğer bana İngiliz halkına ne yapmasını tavsiye edersiniz, bir cümlede söyleyebilir misiniz’ diye sorarsanız, cevabım, ‘ÜLKEYİ BU EN KUTSAL SAVAŞ İÇİN HAREKETE GEÇİRİN’ olur’’ şeklinde son cümlesini daha vurgulu söylediği bir beyanat verecekti.

Amerikan askerlerinin tek gazetesi Stars and Stripes’ın birinci sayfasında yayınlanan bir karikatürde, Alman Kayzeri ve oğlu, çarmıhtaki Hz İsa’nın önünden geçerken, veliaht Prens, babasına, ‘’Baba bak, Müttefik ordusundan birini daha hallettik’’ diyordu. Karikatürün iddiası şuydu; Almanlar o kadar sapkın bir millet ki Hz İsa’yı ikinci kez çarmıha gerecek kadar… Bu karikatür, askerlerdeki, ‘’Amerika Hristiyanlığın hak davasını temsil ediyor, Almanya şeytanın davasını’’ inancını pekiştiriyordu.

John Strange adlı milliyetçi politikacı Milwaukee Journal gazetesine, ‘’Okyanusun öte yanında Alman düşmanlarımız var ama bu tarafta içimizde de Alman düşman çok. İçimizdekiler çok daha hain, çok daha sinsi’’ diye konuşuyordu. Iowa Valisi William Harding, eyalette kamusal alanda veya telefonlarda Almanca konuşulmasını yasaklıyordu. Wisconsin’de Almanca kitaplar toplu halde yakılırken, Boston’da orkestralarda Beethoven’in eserlerinin çalınması bile yasaklanıyordu. ABD genelinde Alman kökenli yiyecek veya yer isimleri Anglo-Sakson isimlerle değiştiriliyordu. Tarihçi David M. Kennedy,  ‘’Over Here’’ adlı kitabında o günlerdeki Alman karşıtı histerinin çarpıcı bir örneğini şu şekilde aktarıyor:

‘’St Louis yakınlarında milliyetçi çeteler Robert Prager adlı bir genci yakalamış sokaklarda çıplak şekilde üzerine sardığı Amerikan bayrağıyla süründürüyordu. Gencin tek suçu ise Almanya’da doğmuş olmaktı. Prager nihayetinde yaklaşık 500 vatanseverin öfke tezahüratları arasına linç edilerek öldürüldü. Çetenin liderleri bundan dolayı yargılandıkları mahkemeye üzerine Amerikan bayrağının renkleri olan kurdelalar takarak geldiler. Savunma bu çetenin vatan sevgisini ve kahramanlığını övdü. Jürinin, çeteyi aklayan kararı alması sadece 25 dakika sürdü’’.

Almanlar, ‘Hristiyan aleminin düşmanı’, ‘barbar bir güruh’ olarak lanse ediliyordu. Din adamları, İncil’de Almanları işaret eden çok sayıda ifade bulup çıkarıyordu.

Kendini Kıyamet Savaşı gibi binlerce yıldır beklenen bir savaşın kahramanı gören yoksul ve cahil yığınlar şereflendirildikleri bu tarihi görevin gereği için cephelere koştular. 1914 – 1918 arasındaki ‘Ahir Zaman Savaşı’ bittiğinde, 20 milyon ölü vardı ama Hz İsa dönmemişti. Bu büyük utancın yükü sadece Anglikan Kilisesi’nin üzerine çökmedi. ‘Din’ topyekûn sorumlu tutuldu. Birinci Dünya Savaşı’nın bitmesi ile birlikte İngiltere’de dindarlıkta keskin bir düşüş yaşandı. Kiliseye devam oranı hızla azalmaya başlandı. Ta ki 20 yıl sonra İkinci Dünya Savaşı’nda yine benzer iddialarla ortaya çıkana kadar. İkinci Dünya Savaşı en hakiki kıyamet savaşıydı. Hz İsa bu kez kesin dönecekti. Dönmedi. Sonra Soğuk Savaş başladı. Bu kez Deccal’in ordusunu Almanlar değil, komünistler oluşturuyordu. Ancak bir kez daha hayal kırıklığı yaşandı. 1991’den beri ise İncil’i literal yorumlayan bazı aşırı dinci Hristiyan çevreler için Deccal’in ordusunu Müslümanlar oluşturuyor.

İşte Trump’ın yakın çevresindeki bazı danışmanların da üyesi olduğu bu zihniyet dünyası, Trump’ın Kudüs’ü tanıma kararını, bu kararın tetikleyeceği kaotik bir savaşın Hz İsa’nın gelmesine neden olacak Armageddon’u başlatacağına çok inandıkları için hararetle destekliyorlar. Kudüs veya Yahudilerin güvenliği, huzuru umurlarında bile değil. Zaten, Virginia Tech Üniversitesinde dini söylemli şiddet ve apokaliptik düşünce üzerine çalışan teolog Matthew Gabriele’in de dikkat çektiği gibi, bu fanatik Hristiyanlar sadece Kudüs’teki karışıklığın Hz İsa’nın ikinci gelişine neden olacak kaosu tetikleyeceğine inanmakla kalmıyorlar, ‘’buradaki Yahudilerin de ya Hristiyanlığı kabul edeceklerine veya sonsuza kadar lanetleneceklerine de inanıyorlar’’.

Kudüs’ün üzerine çok titrediklerini ve deli gibi sevdiklerini iddia eden üç dinin fanatiklerinin, Kudüs üzerinde, sonuçta Kudüs’ü tamamen yok edecek bir savaşa bu derece hevesli olmaları da ilginç. Hepsi Namık Kemal romanlarındaki kahramanlara benziyorlar; icap ederse üzerine oturup kendileriyle beraber havaya uçurmaya çok hazırlar.

Tabii ki bu ‘kıyamet savaşçılığı’ veya ‘İsa’nın İkinci Gelişi’ bekleyişi Birinci Dünya Savaşı ile başlamadı. Antik Yunan ve Roma tarihçisi Charles Freeman, ilk Hristiyanların Hz İsa’nın kendi ömür süreleri içinde geri geleceğine çok inandıklarını, ve yıllar geçtikçe dönmemesine de çok şaşırdıklarını aktarıyor. Orijinal Haçlı Seferleri de elbette ki ‘Ahir Zaman Savaşı’, ‘en büyük savaş’ iddialarıyla yapıldı.

ABD’nin ilk Anglo Sakson yerleşimcileri olan Püritenler, Anglikan Kilisesi ve Anglikan din adamlarını ‘Deccalın askerleri’ olarak nitelemişti. Protestan Püritenlerin gözünde sonraki dönemlerde, Papa ve kardinalleri, Türkler, Kral 1. Charles, Canterbury Piskoposu William Laud ve hatta Oliver Cromwell değişik zamanlarda ayrı ayrı ‘Deccal’ın kendisi veya askerleri’ statüsüne yükseldi. İngiliz İç Savaşı’nda, bütün taraflar artık kıyametin geldiğini, bunun Ahir Zaman Savaşı olduğuna ve karşı tarafın Deccal’i temsil ettiğine inanıyordu. Amerikan Kuzey-Güney savaşında her iki taraf da birbirine karşı ‘Ahir Zaman Savaşı’ terminolojisini kullanıyordu. Amerikan politikası, aday olduğu seçimi, politik bir yarışın ötesinde Deccaliyete karşı apokaliptik bir savaş olarak sunan çok sayıda politika kurnazla dolu.

Müslüman ulusların tarihi de ‘en hakiki Mehdi’ veya ‘en hakiki halife’lik iddiası etrafında sayısız iç savaşla, karışıklıkla doludur. Bunun doğal sonucu olarak da aynı tarihin içinde yığınla ‘Deccal ve Deccal ordusu’ da var. Anadolu’da bazı Müslüman gruplar için bir zamanlar Deccal’in ordusunu Avrupalı Haçlılar oluşturuyordu. Sonra Ruslar, derken Ermeniler ve bir dönem de Rumlar oluşturdu. 1967 savaşından beri ise Deccal’in ordusuna en popüler aday Yahudiler.

Modern İslami terör örgütleri ve IŞİD’in felsefesi ve psikolojisi konusunda uzman William McCants, IŞİD liderlerinin, ‘’Suriye ve Irak’taki savaşı, Ahir Zaman’da beklenen kıyamet savaşı gibi sunan ve herkesi Mehdi’nin halifeliği yeniden kuracak savaşına katılmaya davet eden’’ retoriklerine dikkatimizi çekiyor.

Yine bugünlerde Suudilerin İranlılara, İranlıların Suudilere yönelik propagandasında Birinci Dünya Savaşı’nda İngilizlerin Almanlara, Almanların İngilizlere yönelik savaşlarına dini kutsallık yükleme propagandasının aynını görmek mümkün. Ortadoğu’da bir Şii camiine, Lazkiye’de bir Alevi pazarına beline bağladığı bombayla dalan intihar bombacısı da, Halep’te veya Yemen’de sivil kadın çocuk ayrımı yapmadan herkesin üzerine varil bombalarını zafer çığlıklarıyla, tekbirlerle bırakan askeri pilotlar da, kutsal bir savaşın askeri olmanın meşrulaştırıcı yüksek haklılığıyla bu vahşetlere imza atıyor.

Bir zamanlar milliyetçi Pakistanlılar için Hindular Deccaliyeti temsile en yakın toplumdu. 1971 Pakistan – Bangladeş savaşında, Pakistanlı din adamları, kendileri gibi Sünni ve Müslüman olmasına rağmen Bangladeşlilerin ‘Hindu’ olduğunu dolayısıyla karılarının kızlarının ‘helal’ olduğu fetvası vererek, Pakistan ordusunun ve onun desteklediği Cemaati İslami militanlarının yüz binlerce Bangladeşli kadına tecavüz etmesine zemin hazırladı. Binlerce tecavüz bebeği, intihar eden binlerce Bangladeşli kadınla tarihin en karanlık savaş suçları tablolarından birini oluşturdu.

Kendini Hristiyanlığın biricik umudu gören Sırp milliyetçileri benzeri bir vahşeti, Yugoslavya İç Savaşı sırasında Hristiyan Hırvatlara ve Müslüman Boşnaklara karşı sergiledi. Lübnan İç Savaşı’nda, Şii Emel, Şii Hizbullah, Sünni Filistinliler hep kendilerini dinin ve kültürün Ahir Zamandaki son kalesi gibi görmenin meşrulaştırıcı haklılığıyla, diğer gruplara karşı fırsat ve güç bulduklarında acımasızca şiddet uyguladılar.

Trump’ın Kudüs kararı, en azından şimdilik, bazı aşırı Hristiyan çevrelerin umdukları kadar büyük bir kaosa yol açmış görünmüyor. Ama, hem Batı’da, hem de Orta Doğu’da, cehaletten beslenen duyguları ve içgüdüleri, aklının ve bilgisinin çok önünde yığınla ‘kıyamet savaşçısı’ politikacıyı, gazeteciyi, din adamını ve fanatiği, hasretle bekledikleri kaosun gelmekte olduğu konusunda umutlandırdığı da bir gerçek.

Apokaliptik retoriği kitleler için çok çekici yapan şey, onu aynı zamanda çok tehlikeli de yapan şey; Özellikle de değişim zamanlarında bir tür epistemolojik kriz yaşayan yığınlar için sürecin karmaşıklığını son derece tehlikeli bir ‘biz mutlak iyiler - o mutlak kötülere karşı’ basitliğine indirger. Bunun yanı sıra, yığınları, yaşadıkları kalitesiz yaşamın ve olumsuzlukların sorumluluğundan kurtarır. Hayatın, bu gezegende ötekilerin de yaşıyor olmasından kaynaklanan karmaşıklığının, düşünme ve özgürlüğün varoluşsal yükünü onların omuzundan alır.

Tarih boyunca bütün kötülükler, zulümler, kitlesel katliamlar, kolektif suçlamalar, soykırımlar bu basitleştirici zihniyet ve retorikle meşrulaştırıldı.

Her savaş, mutlaka bir sonrakinin tohumunu eker. Bütün savaşları bitirecek bir savaş olamaz. Türümüzün bütün tarihi bunun tanığıdır. 


@CemalTdemir

 

Yazarın Diğer Yazıları

Kaç yaşında 'yaşlı' olunur?

Yaşlı politikacı karşıtı söylemle politikada yükselen Biden, şimdi yaşlı politikacı olmanın yanlış bir şey olmadığına ikna etmeye çalışıyor. Sovyetlerin yaşlı liderlerini hicveden Amerika şimdi gerontokrasi hicivlerinin poster ülkesi. "Açın gençlerin önünü" isyanının sancaktarı Boomer kuşağı ise "açın gençlerin önünü" isyanı yapılan bir kuşağa dönüştü bugün

‘Dünyanın en güçlü kadını’ 

Genelde gözleri bağlı sembolize edilen Adalet tanrıçasının aksine, Yüksek Mahkeme’yi temsil eden Justice’ın gözleri açık. Justice’ın eli keskin kılıcını kavramış, kararlı yüzü kötülüğün güçlerine dönük şekilde onları gözetlemekte.

Tarihin de bir tarihi var

Eğer bir insanın, başından sonuna bizzat tanığı olduğu bir yaşam hakkında tamamen gerçeği anlatan bir otobiyografi yazması bile imkânsızsa, tamamen gerçeği anlatan, tamamen objektif bir tarih yazılması mümkün olabilir mi?