03 Kasım 2017

Osman Kavala'ya dair

Bugünler gelip geçip de aramıza döndüğünde, utanarak bakacağı bir geçmişi olmayacak

Bunlar zor zamanlar. Sadece rejim hemen her gün içimizden birini daha kıskacına aldığı için değil, bunu yaparak geride kalanlarımızı da ahlak, sadakat ve cesaret sınavına tabi tuttuğu için.

Türkiye’den ayrılalı beş sene oldu. Benimki harikulade bir ayrılıktı; aşk için. Geçen zaman içerisinde geride bıraktığım ülkemin alt-üst oluşunu, onlarca arkadaşımın, dostumun, meslektaşımın hayatlarının savruluşunu büyük bir çaresizlik ve üzüntü içerisinde izledim. Ve Türkiye’nin tarihi bir demokratikleşme sürecinden geçtiğine inandığımız bir dönemde, yani 2000’lerde, yakından veya uzaktan tanıdığımız, sıklıkla veya arada bir ortaklaşa işler yaptığımız nice diğerlerinin bu yeni döneme nasıl da adapte oluverdiklerine, iktidarın yanında nasıl da umarsızca konumlandıklarına ya da masumiyetlerini pek tabii bildikleri meslektaşlarının, tanışlarının ve eski çalışma arkadaşlarının maruz bırakıldıkları siyasi linç kampanyaları karşısında sessiz kalışlarına derin bir hayal kırıklığı içerisinde tanıklık ettim. Benzersiz bir hayat dersi vesselam...

Epeydir bu çaresizlik hissiyle içine gömülmüş olduğum kozadan burnumu çıkarmama, Osman Kavala’nın tutuklanması vesile oldu. Onun tutuklanması öncekilerden daha fazla kabul edilemez olduğu ya da Osman Bey diğerlerinden daha fazla masum olduğu için değil. Bardağı taşıran son derece öznel bir son damla diyelim. Bir de bunun, çok daha büyük yeni bir baskı dalgasının habercisi olduğu hissi. Ve bir de, nihayet, Osman Bey’in ‘kim olduğuna’, ne biçim bir uluslararası komplo ağının üyesi olduğuna dair iktidar yanlısı gazetelerde yayımlanan şemalarda, bir zamanlar yöneticisi olduğum TESEV’in de isminin geçmesinin doğurduğu bireysel sorumluluk hissi.     

Osman Kavala ile ilk kez, onun TESEV yönetim kurulu üyesi sıfatı ile, içinde benim de yer aldığım bir araştırma grubunun ilk toplantısında karşılaşmıştım. 2005’in kış ayları olsa gerek. Ben, ABD’de geçirdiğim yedi senenin ardından Türkiye’ye yeni dönmüştüm ve TESEV’de çalışmaya henüz başlamıştım. O dönem yanılmıyorsam kurum içinde yapılan araştırma projelerinin her birinden bir yönetim kurulu üyesi sorumluydu. Bizim zorunlu göç konulu araştırma projesi için de Osman Bey belirlenmişti. Bağımsız olması gereken bir araştırma projesinin toplantısına yönetimden birinin ‘gözlemci’ olarak katılmasına epey ifrit olduğumu hatırlıyorum. Toplantı sırasında, saha çalışması sırasında yardım isteyebileceğimiz Diyarbakır’daki kişi ve kurumlara dair yaptığı önerilere epey mesafeli yaklaşmış, onu bayağı bir dışlamıştık. Oysa, sonradan onu tanıyarak öğrendim ki, Osman Bey’in o toplantıda bulunmasının nedeni Kürtlerin maruz bırakıldığı zorunlu göç sorununa duyduğu ilgi ve araştırmamıza, eğer istersek, elinden geleni yaparak destek olma isteğiydi.

Geçen on iki sene boyunca Osman Bey’e ilişkin iki temel şey hep dikkatimi çekmiştir. Birincisi, yaşıtı ve mevkidaşı Türkiyeli erkeklerin aksine, genç, kadın, yoksul demeksizin herkese ‘siz’ diye hitap etmesidir. Çalıştığım kurumun yönetim kurulu üyesi olmasına rağmen ben onun için her zaman “Dilek Hanım” olmuşumdur, mesela. İkincisi ise, doğru olduğuna inandığını, ve zaten doğru olanı, toplumsal onay, övgü ve ilgi beklemeksizin tek başına yapıvermesiydi. Ne zaman Taksim’deki bir basın toplantısına, anmaya vs. gidecek olsam – ki bunların sayısı benim için iki elin parmağını geçmez – Osman Bey mutlaka orada olurdu. Tanıklık beklemeksizin bir başına ve her daim kalabalığın biraz ötesinde. Ama orada, sessizce. Türkiye’nin demokrasisi için neler yaptığını rakı sofralarında dallandırıp budaklanarak anlatmaya asla tenezzül etmemiş olması ve zaten bunu yapacak tıynette biri olmaması nedeniyle değerli ve inanılmaz olmuştur benim için Osman Kavala. Ve onu tanıyan, onunla birlikte çalışan herkes için. Ki, mesela, bu insanların birçoğu, benim yakın arkadaşım ve yaşıtım olan kadınlardır. Ve, birlikte çalıştığımız diğer birçok erkeğin aksine, hepimiz, her birimiz, Osman Bey’in ne derece nazik, mütevazi, saygılı olduğuna hayret ederek tanıklık etmişizdir.

Şimdi iktidar çevrelerinde, ‘kızıl Soros’ olarak adlandırdıkları Osman Bey’in Açık Toplum Vakfı bağlantısı üzerinden on sene öncesini hatırlatan siyasi linç kampanyaları yürütülüyor. Yönetim kurulu başkanımız Can Paker aynı zamanda Açık Toplum Vakfı’nın yönetim kurulu başkanı olduğu ve TESEV de Açık Toplum tarafından desteklendiği için 2000’lerin ortasında benzer kampanyalardan nasibimizi almıştık biz de. Babacığımın dönemin meşhur Ergenekon figürü Kemal Kerinçsiz’in adamı olan Ramazan Bakkal diye bir figürden tokat yemişliği bile vardır mesela. Basına manşet olmuştuk maaile. Öylesine tuhaf günlerdi. Şimdi de başka tuhaflıklar gözüme çarpıyor. Başta Can Paker olmak üzere, dönemin TESEV’inde Osman Kavala ile çalışmış olan ve Osman Bey’in kim olduğuna dair tanıklıklarının, muhtemelen benimkinin aksine, iktidar çevrelerinde itibar görebileceği yöneticilerin suskunluğu mesela. Ya da, eski çalışma arkadaşlarımın ve dostlarımın TESEV’den ayrılarak kurdukları PODEM’in, isminin iktidar yanlısı gazetelerin şemalarında Osman Bey ile birlikte anılmış olmasından duyduğu endişeden olsa gerek, yayımladığı düzeltme metninde göze çarpan Kavala’ya mesafe alma telaşı. PODEM’in Kavala ile “hiçbir ilişkisinin kesinlikle olmadığı” doğru elbet. Ancak, bunun bir olgu olması, ne Osman Bey’in bizim eski TESEV’in yönetim kurulu üyesi olduğu olgusunu değiştirir, ne de, korkunç bir adaletsizliğe maruz bırakılan eski bir çalışma arkadaşına dair, en azından masumiyet karinesine gönderme yapılmaksızın, böylesine soğuk bir hukuki metnin yayımlanmasını meşru kılar.

Eski bir TESEV çalışanı ve yöneticisi olarak kendimi, Osman Bey’e ilişkin tanıklığımı kamusal kayda dökmekle yükümlü hissediyorum. Mevcut rejimden bir adalet beklentim olmamakla ve tanıklığımın iktidar yargısı nezdinde herhangi bir değerinin olmadığının bilincinde olmakla birlikte, Osman Bey’in TESEV’de, Anadolu Kültür’de, Hafıza Merkezi’nde, Türkiye’nin demokratikleşmesine, toplumsal barışına, kültürel mirasına, sanatsal birikimine yaptığı değerli katkıların birebir tanığı olarak böylesine demokrat ve masum bir insana karşı yürütülen iftira kampanyasını dehşetle izliyorum. Türkiye’den ayrıldıktan sonra dostluğumu sürdürdüğüm Osman Bey’e dair kişisel tanıklığım çerçevesinde söyleyebileceğim ise, böylesine iyi kalpli ve ince ruhlu bir insanı tanımış olduğum için çok mutlu olduğumdur. Sesimi duyabilse ona içini ferah tutmasını söylemek isterdim; bugünler gelip geçip de aramıza döndüğünde, utanarak bakacağı bir geçmişi olmayacak.  

*Hertie School of Governance, Berlin