21 Şubat 2013

Dikkat et Sinop, başın öne eğilmesin

BDP milletvekillerinin Sinop’ta kuşatıldığı haberini alınca Sabahattin Ali’yi düşündüm

 

BDP milletvekillerinin Sinop’ta kuşatıldığı haberini alınca Sabahattin Ali’yi düşündüm. Sinop Cezaevi’nde geçirdiği günleri, oradan yazdığı mektupları, şiirleri, öyküleri...

“Atatürk’e hakaret ettiği” gerekçesiyle 1932’de Konya’da tutuklanan Sabahattin Ali’ye verilen 12 aylık hapis cezası, temyiz başvurusunun ardından 14 aya çıkarılır. Yaklaşık beş ay Konya Cezaevi’nde yatan yazar 10 Mayıs 1933’te Sinop’a nakledilir. “Karadeniz Vapuru” ile mevcutlu olarak Sinop’a götürüldüğü gece, hayatının en kötü gecelerinden biridir. “Niçin ölmemeli Ayşe; niçin hayat dedikleri bu korkulu rüyayı görmekte bu kadar ısrar etmeli” diye yazar.

Henüz Aliye Hanım’la evlenmemiş, canından çok sevdiği kızı Filiz’i eline almamıştır. Yeşil mürekkepli mektuplar “İki Gözüm Ayşe” diye başlar. Yüksek Muallim Mektebi öğrencisi olarak tanıdığı Ayşe Sıtkı’ya cezaevinden mektuplar, öyküler, şiirler yazar. (İki Gözüm Ayşe, Bilgi Yayınevi, Ayşe Sıtkı İlhan– Doğan Akın)

Cezaevinden ilk mektubu 15 Mayıs 1933’te gönderir. Biraz Sinop’u, biraz cezaevini anlatmaktadır:

“Sinop Hapishanesi fena değil, birkaç da ortamektep muallimi tanıdık çıktı.

(...)

Emniyet-i umumiye bermutad (alışıldığı gibi D.A.) Sinop polisini de seferber yapmışa benziyor. Böyle şeylerde pek hassas olduğum için en ufak tavırlardan bile hükümler çıkarabiliyorum ve anlıyorum ki hapishane müdürünün olsun, müdde-i umuminin olsun kulağı bükülmekte.

Ne yaparlarsa yapsınlar, bana bu beş ayda tahammül ettiğimden daha kötüsünü yapamazlar, bana daha çok çektiremezler ya... Ha bir de çektirsinler... İş olacağına varır...

Yalnız mademki ağır ceza reisi sizin dostunuz, kardeşin gelse de benim hakkımda bazı şeyler söylese ne iyi olurdu.

(...)

Sinop şehrini pek sevdim. Türkiye’nin klasik sahil şehirlerinin manzarasını arz ediyor.

Fakat Ege sahilinin cazibesinden mahrum... Hapishane şehirden daha kalabalık.

(...)

Dalına binmeseler müdür bana çok yardım edecek gibi, fakat ahvali âlem (dünyanın hali) malum...

Burada 14 tane de komünist var, ihtilattan memnu (kimseyle görüşmelerine izin verilmeyen D.A.)Tabii isimlerini bile ağzıma almıyorum, çünkü Konya Müdde-i Umumisi benim evrakıma ‘komünist mefkûreli’ ibaresini ilaveyi ihmal etmemiş...

Zaten şimdilik şehirde de bizim komünist olduğumuza dair rivayetler feverana başlamış... Cehenneme bile gitsem beni rahat bırakmayacaklar...

(...)

Mektuplarınızı İhtisas Mahkemesi’nde Mübaşir Zeki adresine veya doğrudan doğruya hapishaneye yazınız.

Bir fesatlık yazacak değilsiniz ya!..”

13 Eylül 1933 tarihini taşıyan şu satırlar da, kısa Türkiye tarihi sayılır:

“Nazım’la (Hikmet, D.A.) ara sıra mektuplaşıyorum. Ayağı fena imiş. ‘Bursa meselesinden dört sene yersem cezam beş buçuk sene olacak, yatarım ama bizim bacak efendi yatabilecek mi bilmem?’ diyor ve sonra ‘hapishaneye iki ayaklı girdim, tek ayaklı çıkarım. Topallık kötü şey, fakat kafanın ve yüreğin topallığı daha kötüdür. Kafa ile yürek sağlam bende...’ diye ilave ediyor. Çocuğa dehşetli acıyorum. Başına bu işlerin gelmesinin asıl sebebini sana çıkınca izah ederim, hayret edeceksin ve iğreneceksin...”

Sabahattin Ali, Cumhuriyet’in ilanının 10. yıldönümü vesilesiyle ilan edilen afla hapisten çıkar. Sinop Cezaevi’nden yazdığı “Hapishane Şarkısı” beşlemesi unutulmaz. Beşlemenin ilk şiiri “Göklerde kartal gibiydim/ Kanatlarımdan vuruldum” dizeleriyle başlar, üçüncüsü “Burda çiçekler açmıyor/ Kuşlar süzülüp uçmuyor/ Yıldızlar ışık saçmıyor/ Geçmiyor günler geçmiyor” dizeleriyle... Beşlemenin son şiiri, gönül ülkesinin istiklal marşlarından sayılır:

“Başın öne eğilmesin/ Aldırma gönül, aldırma...”

Türk romanına ilk kez sınıf kavramını getiren, eşsiz öyküler yazan, bestelenen şiirleri unutulmaz şarkılarda yaşayan Sabahattin Ali; bitmeyen soruşturma ve tutuklamalardan kurtulmak için yurtdışına kaçarken 1948 yılında öldürüldü. Henüz 41 yaşındaydı.

Katil, eski inzibat başçavuşu olan ve sonraki yıllarda “Milli Emniyet tarafından vazifelendirildiğini” açıklayan Ali Ertekin’di. Mahkemede “Cinayeti milli duygularla işledim” diyen Ertekin sadece dört yıl hapis cezasına çarptırıldı ve aynı yıl ilan edilen afla salıverildi!

Tetikçi Ertekin’in “milli duyguları”, en büyük yazarlarından birini katlettiği bu ülkeyi hâlâ utandırıyor.

Mustafa Suphi’den Sabahattin Ali’ye, Refik Halit Karay’dan Ruhi Su ve Zekeriya Sertel’e on yıllar boyunca bu ülkenin yüz akı “fikir suçluları”nın sürüldüğü Sinop, fikirleri nedeniyle milletvekillerini linç etmeye kalkan bir saldırganlığın utancına sürgün edilmek isteniyor.

Dikkat et Sinop...

Başın öne eğilmesin!..

 

(T24 / Taraf - 21 Şubat 2013)

 

Yazarın Diğer Yazıları

Tolga’yla birlikte bütün hayal kırıklıklarının en güzelini yaşıyoruz!

Çalışmalarıyla mesleğini onurlandıran bir gazeteci, hâkimin büyük bir maddi hatayı da tutanağa geçirdiği bir kararla tutuklandı. Tutuklama talep edenler ve tutuklama kararı verenlere göre, Tolga Şardan “istihbarat örgütünün Cumhurbaşkanlığı’nın talimatıyla yargıdaki yolsuzluk iddialarını araştırdığını yazarak” halkı korku ve paniğe sevk etti!

T24 14 yaşında; nasıl da yılları buldu bir mısra boyu macera…

Bağımsız, sorumlu, güvenilir, yüksek profesyonel ve etik standartlarda gazetecilik, sadece gazetecilerin değil toplumun bütün katmanlarının meselesi haline gelmedikçe, sesimizi kısanlar sadece başkaları olmaz!

Schengen vizesi eziyeti için gazetecilere çağrı, AB başkentlerine mektup

Sığınmacı sorunuyla, üstelik milyonlarca insan eşliğinde Türkiye de muhatap. Ancak bu durumun, örneğin Federal Almanya’nın Volkan Konak, Deniz Türkali gibi sanatçıların da vize başvurularını reddetmesiyle nasıl bir ilgisi olabilir? AB ülkeleri diplomatlarının, sürekli mesai yaptıkları gazetecilere, vize talebi söz konusu olduğunda, “Bizim için Edirne sınırına kadar gazetecisiniz” anlamına gelen tavrı vize rejiminin amaçlarına uygun mu? Peki gazeteciler ve meslek örgütleri, yıllardır süren bu kötü muameleye karşı neden sessiz, neden bu eşitsiz ilişkiyi reddetmiyorlar?