01 Kasım 2016

Cumhuriyetimizin aşina olduğu bir hikâye: Gerçeğe inanmak zorlaştığında yalan gerekir!

Darbe girişimini yapanlar dışında herkesin mağdur edildiği bir tablo…

"Genellikle film topluluklarının karşısına çıktığım zaman, insanların bilip de görmezden geldiği biri olur; ben!

'Kara liste' şeytanın hüküm sürdüğü bir zaman dilimiydi. Ve hayatta kalan kimse bu şeytanın dokunuşundan paçasını kurtaramadı. Önemsiz bireylerin kontrolünün ötesine geçen bir duruma yakalandılar. Her insan doğasına, ihtiyaçları ve inançlarına göre davrandı. Özel durumları da bunda etkili oldu elbet. 
Zaman, korku zamanıydı. Kimse de bundan muaf tutulmadı. Çok sayıda insan yuvasını kaybetti. Aileleri dağıldı ve onları kaybettiler. Hatta bazıları hayatını dahi kaybetti. 
Fakat o karanlık zamana dönüp de baktığımızda, ki bence arada sırada bakmalıyız, kahraman veya cani aramanın size hiçbir yararı dokunmaz. Hiç yoktu ki! Yalnızca kurbanlar vardı. 'Kurbanlar' diyorum, çünkü her birimiz normal şartlarda söylemeyeceğimiz, yapmayacağımız şeylere zorlandık. Aslında birbirimize yapmak istemediğimiz yaraları açtık ve yara aldık...

Orada oturan aileme bakıyorum da, onları nelere maruz bıraktığımı anlıyorum. Bu hiç adil değildi. Bir şekilde her şeyi bir arada tutan karım beni hayrete düşürüyor.
Söylemek istediklerimle kimseye zarar verme niyetinde değilim. Zarar görenleri iyileştirme niyetindeyim. Birbirimizde açtığımız yaraları, iyileştirme niyetindeyim. Ve en çok da kendimize açtığımız yaraları... Sağ olun."


Bu sözler, 1940'larda Hollywood'un en çok kazanan senaristlerinden Dalton Trumbo'ya (1905-1976) ait. 

Nazilere karşı Sovyetler'le işbirliği yapan ABD yönetimi, ardından "en büyük tehdit" olarak komünizmi ilan ettiği McCarthy döneminde tarihinin en karanlık sayfalarından birini yazdı. Ülkedeki "komünist avı"nın öncüsü Cumhuriyetçi senatör Joseph Raymond McCarthy'nin adıyla tarihe geçen bu dönemde "hain" suçlamasıyla damgalananlar arasında, varlıklı bir hayat sürmesine rağmen görüşleri ve Komünist Parti'ye üyeliğinden ödün vermeyen Trumbo da yer aldı. 

Hapse de atılan Trumbo, Hollywood'da iş yapmasının engellendiği bu dönemde kapısını aşındıran yapımcıların da isteğiyle senaryolarını takma isimlerle yazdı. Kendi ismiyle yazmadığı bu senaryolar 1953 ve 1956'da (Roma Tatili ve The Brave One) iki Oscar kazandı. Aslında iki senaryoyla üç Oscar kazandı, demek daha doğru!

Dalton Trumbo, The Brave One'ın heykelciğini yaklaşık 20 yıl sonra, 1975 yılında, 1976'da 70 yaşında ölmeden hemen önce aldı. Roma Tatili senaryosu da, iki kere Oscar verilmiş tarihteki tek senaryo oldu. Senaryonun 1953'teki Oscar'ını, eserin üzerinde yasaklı Trumbo yerine imzası bulunan arkadaşı Ian McLellan Hunter aldı. Roma Tatili senaryosu için Trumbo'nun Oscar'ı, ölümünden 16 yıl sonra, 1993'te eşi Cleo'ya verildi.

Geçen sonbaharda gösterime giren biyografik filminde, kara listeden çıkarıldıktan sonra Amerikan Yazarlar Sendikası Ödülü'nü -nihayet- alırken Trumbo'nun yaptığı konuşma, kendisini canlandıran Bryan Cranston'un ağzından böyle dökülüyordu:

"... Kahraman veya cani aramanın size hiçbir yararı dokunmaz. Hiç yoktu ki! Yalnızca kurbanlar vardı. 'Kurbanlar' diyorum, çünkü her birimiz normal şartlarda söylemeyeceğimiz, yapmayacağımız şeylere zorlandık."


'Cumhuriyet'te çalışıyorum, yetmez mi?'


Dün sabah Cumhuriyet gazetesine operasyon haberiyle güne başladığımızda Trumbo'nun hikâyesi de geldi aklıma. Bir de, henüz İstanbul Belediye Başkanı'yken Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın bugün Cumhuriyet yazarı olan Nilgün Cerrahoğlu'na verdiği söyleşideki (14 Temmuz 1996) sözleri:

"Demokrasi amaç mı, araç mı? Burada bizim kesin bir ayrılığımız var. Biz diyoruz ki demokrasi amaç değil, araçtır."

Demokrasinin araç olduğu Erdoğan'ın yolculuğunda Cumhuriyet'in serüvenine bir kez daha baskınlar ve gözaltılar eklendi.

T24'ün ilk yazarı olan Aydın Engin, Aydın Abi, Aydın Abimiz gözaltına alınırken kendisine gerekçe soran meslektaşlarına bir tebessüm kondurarak başlayan yanıtını, üç kelimeyle tamamladı:

"Cumhuriyet'te çalışıyorum, yetmez mi?"

İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'nın gerekçesi elbette farklı; FETÖ ve PKK'ya yardım, Cumhuriyet Vakfı seçimlerinde usulsüzlük!

Yaklaşık 40 yıldır yazdığı yazılar ve kitaplar nedeniyle Fethullah Gülen cemaatinin en çok dava açtığı gazetecilerin başında gelen Hikmet Çetinkaya da, Genel Yayın Yönetmeni olarak yaptığı gazetede cemaat içindeki yapılanmanın darbe girişimindeki rolünü sorgulayan Murat Sabuncu da, yıllar önce PKK tarafından kaçırılan Kadri Gürsel de, gazetenin teknoloji yazarı Hakan Kara da, cemaat ve PKK'yı yeren çizgileriyle de bilinen Musa Kart da, Cumhuriyet Kitap Eki'nin duayeni Turhan Günay da bu suçlamayla gözaltında. Cumhuriyet Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Orhan Erinç, Cumhuriyet İcra Kurulu Başkanı Akın Atalay'la uzayıp giden "arama, gözaltı listesi" şimdilik 18 kişiyi buluyor.

Kim kurban, kim değil?

Bu Türkiye'de "kurban" olanların, gözaltına alınan ve tutuklanan gazetecilerle yazarlardan ibaret olduğunu düşünebilir misiniz?
Trumbo haklı; hepimiz kurbanız bu yolculukta. Cumhuriyet'in açıklamasındaki ifadeyle, "cevap vermenin dahi zul olduğu" iddialarla gözaltına alınıp tutuklananlar da, haksız yere işlerinden edilip mağdur edilenler de, sözüm ona gazeteci kimliğiyle tetikçiliğe tayin edilenler de, hatta anayasa ve seçimlerden aldığı ülkeyi yönetme hakkını korku içinde anahtar teslimi terk eden iktidar partisi de!..  
Herkesin "kurban" olduğu yol ayrı elbette. Kimi doğruların peşinde kurban; kimi bordroların, makamların, sahip olamadığı imkânların...


Darbe girişimini yapanlar dışında herkesin mağdur edildiği bir tablodan söz ediyorum.
Cemaate ne istediyse verdiğini açıklayarak özür dileyen Cumhurbaşkanı'nın atadığı, Fethullah Gülen'i TBMM kürsüsünden cansiparane savunmasıyla da bilinen Adalet Bakanı'nın başkanı olduğu HSYK'nın tayin ettiği savcıların, hâkimlerin talimatıyla yıllardır cemaate karşı uyarı yapan gazeteciler, yazarlar 'FETÖ' suçlamasıyla gözaltına alınıyor, tutuklanıyor.

Peki Cumhuriyet'ten "FETÖ ve PKK'ya yardım" çıkar mı?
Cevap; karanlığın, kanın, savaşın, tehdidin, şantajın, hukuksuzluğun da sembolü olmuş Pablo Escobar'dan, kimse için hukuk güvenliğinin kalmadığı Türkiye'ye gelsin:
Gerçek, inanması çok güç olduğunda, yalanlar gereklidir!..

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Tolga’yla birlikte bütün hayal kırıklıklarının en güzelini yaşıyoruz!

Çalışmalarıyla mesleğini onurlandıran bir gazeteci, hâkimin büyük bir maddi hatayı da tutanağa geçirdiği bir kararla tutuklandı. Tutuklama talep edenler ve tutuklama kararı verenlere göre, Tolga Şardan “istihbarat örgütünün Cumhurbaşkanlığı’nın talimatıyla yargıdaki yolsuzluk iddialarını araştırdığını yazarak” halkı korku ve paniğe sevk etti!

T24 14 yaşında; nasıl da yılları buldu bir mısra boyu macera…

Bağımsız, sorumlu, güvenilir, yüksek profesyonel ve etik standartlarda gazetecilik, sadece gazetecilerin değil toplumun bütün katmanlarının meselesi haline gelmedikçe, sesimizi kısanlar sadece başkaları olmaz!

Schengen vizesi eziyeti için gazetecilere çağrı, AB başkentlerine mektup

Sığınmacı sorunuyla, üstelik milyonlarca insan eşliğinde Türkiye de muhatap. Ancak bu durumun, örneğin Federal Almanya’nın Volkan Konak, Deniz Türkali gibi sanatçıların da vize başvurularını reddetmesiyle nasıl bir ilgisi olabilir? AB ülkeleri diplomatlarının, sürekli mesai yaptıkları gazetecilere, vize talebi söz konusu olduğunda, “Bizim için Edirne sınırına kadar gazetecisiniz” anlamına gelen tavrı vize rejiminin amaçlarına uygun mu? Peki gazeteciler ve meslek örgütleri, yıllardır süren bu kötü muameleye karşı neden sessiz, neden bu eşitsiz ilişkiyi reddetmiyorlar?