05 Haziran 2018

İntihar eden bürokratın onuru ve organize bir onursuzluk hikâyesi: Van 100. Yıl Üniversitesi'nde 13 yıl sonra gelen beraat!

Devletin ve hükümetin, "darbe girişiminin ilk şehidi" olarak Enver Arpalı'nın ailesine, 12 yıl sonra 'FETÖ itirafçısı' olan savcı Sarıkaya'nın açtığı bu davada yargılanan hocalara, insanlara karşı büyük bir özür borcu yok mu?

Size uzun bir hikâye anlatacağım. Bu köşede yıllarca, defalarca anlatılan, her defasında komplocuların ve komplocuları himaye edenlerin başlarını kuma gömdüğü bir hikâye. Bir onur hikâyesi. Ve organize bir onursuzluğun da hikâyesi.

Önce özetin de özeti bir özet: Van 100. Yıl Üniversitesi'nde yolsuzluk iftirasıyla suçlanarak hapsedilince onuru için intihar eden Genel Sekreter Yardımcısı Enver Arpalı ile dönemin hapsedilen rektörü Prof. Yücel Aşkın'ın ve Prof. Ayşe Yüksel'in de yargılandığı davada 13 yıl sonra "oy birliği" ile beraat kararı verildi. Baştan sona bu komplonun piyonu olan dönemin özel yetkili savcısı Ferhat Sarıkaya ise geçen yıldan beri "FETÖ itirafçısı" olarak hayatını sürdürüyor. İnsanların canlarına, özgürlüklerine mal olduğu yıllar için "Fethullah Gülen cemaatinin elemanı olduğu, cemaatten para da aldığı" itirafı eşliğinde özgürlüğün tadını çıkarıyor.

Şimdi, Türkiye için büyük bir utancı ifade eden bu 13 yılın filmini -Şemdinli iddianamesi ve itirafına da uğrayarak-  geri saralım. Bu köşede daha önce defalarca yazılan hikâye için, bir kez daha buyrun:

Şemdinli'de Özipek Pasajı'nda faaliyet gösteren Umut Kitabevi, 9 Kasım 2005 günü öğlen saatlerinde bombalı bir saldırıya hedef oldu. Kitabevinin sahibi Seferi Yılmaz, PKK ile ilişkisinden dolayı ceza almış eski bir hükümlüydü. Yılmaz'ın kitabevinde bulunmadığı sırada patlayan bomba Mehmet Zahit Korkmaz adlı vatandaşın hayatına mal oldu. 
Yapılan incelemelerde otomobilin Jandarma'ya ait olduğu, kitabevini bombalayanların jandarma görevlileri olduğu yolunda bulgulara ulaşıldı. Aracı kullanan astsubaylar Ali Kaya ve Özcan İldeniz ile PKK itirafçısı Veysel Ateş saldırının failleri olarak suçlandılar. Bu arada, kısa bir süre sonra Genelkurmay Başkanı olacak olan dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Yaşar Büyükanıt, Ali Kaya için “Tanırım, iyi çocuktur” açıklamasını yapabildi. 

Ardından, Ferhat Sarıkaya Van'da özel yetkili savcı olarak soruşturmayı üstlendi ve iki astsubayın dışında Büyükanıt'ı ve birlikte çalışan bazı generalleri ağır ifadeler eşliğinde “suç işlemek için örgüt kurmak, görevi kötüye kullanmak, sahte belge düzenlemek ve adil yargılamayı etkilemeye teşebbüs”le suçladı. 

Bu iddianamenin ve suçlamaya muhatap olan askerlerin tepkilerinin ardından Sarıkıya, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'na şikâyet edildi. Dönemin Adalet Bakanlığı Müsteşarı olan 15 Temmuz 2016 gecesi darbeciler tarafından kaçırılan Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri  Fahri Kasırga'nın muhalefetine karşı Sarıkaya kurulun beş “hukukçu” üyesinin “mesleki yeterliliği bulunmadığı” iddiasıyla 20 Nisan 2006'da meslekten ihraç edildi. Karar uyarınca Sarıkaya avukatlık da yapamayacaktı.

İcraat sicili, 2007 yılında 27 Nisan e-muhtırasıyla Cumhurbaşkanlığı seçimlerine müdahale eğilimini de içerse, Şemdinli dosyasında Büyükanıt hakkındaki “suç örgütü kurma” iddiası delil durumu açısından ciddi sorunlar taşıyordu. Ancak bu sorunlara rağmen "iddianamenin mahkemece reddi" gibi rutin yasal imkânlar kullanılmadı, ancak sonrasında Sarıkaya'ya HSYK tarafından en ağır mesleki yaptırım uygulandı.

Bu arada Van 3. Ağır Ceza Mahkemesi'nin Eylül 2007'de görevsizlik kararı verdiği yargılamayı devralan askeri mahkeme Aralık 2007'de astsubaylar Ali Kaya ile Özcan İldeniz'in tahliyesine karar verdi. Askeri hâkimler, artık Genelkurmay Başkanı olan Büyükanıt'ın, bir başka deyişle en üst komutanlarının “Tanırım, iyi çocuktur” dediği sanıkları serbest bırakmışlardı, ancak Van 3. Ağır Ceza Mahkemesi'nde yapılan nihai yargılamada, sanıklar hakkında 39 yıl, 10 ay, 27'şer gün hapis cezasına hükmedildi.

"İddianameyi hâkimle yazdık, 
cemaatten yıllarca para aldım!"

Savcı Ferhat Sarıkaya

Ağustos 2010'da, AKP Hükümeti  “yeni Ferhat Sarıkaya olaylarına izin vermeyeceğini” açıkladı ve Sarıkaya yaklaşık beş yıl sonra, 26 Nisan 2011'de yapısı değiştirilmiş HSYK tarafından savcılık görevine iade edildi. Dönemin Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, “Sarıkaya'ya zulmedildiğini, onurlu bir iş yaparken işsiz bırakıldığını, bu nedenle TBMM Başkanı'yken Meclis Hukuk Müşavirliği görevi teklif ettiğini, ancak Sarıkaya'nın herkesin üzerine atlayacağı bu öneriyi kabul etmeyerek büyüklük gösterdiğini” açıkladı. 

Sarıkaya, yaklaşık 12 yıl sonra, 15 Temmuz darbe girişiminin ardından yaptığı itiraflarda, Arınç'a göre "büyüklük gösterdiği" o yılları anlattı. "Şemdinli'de Umut Kitabevi'nin bombalanmasına ilişkin olayın soruşturulması için Van'dan özel olarak görevlendirildiğini, Genelkurmay Başkanı olması beklenen dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Yaşar Büyükanıt'ı hedef alan bir iddianame yazma talimatı aldığını, iddianamenin bir bölümünü hâkimin yazdığını, bu iddianame üzerine Gülen cemaatinden yıllarca para aldığını, yurt dışına giriş çıkış kayıtlarını cemaat tarafından silindiğini" açıkladı!

Enver Arpalı, Prof. Ayşe Yüksel, Prof. Yücel Aşkın

Sarıkaya'ya ikinci sipariş: Van 100. Yıl Üniversitesi

Sıra, 13 yıl sonra bugün (5 Haziran 2018 Salı) beraat kararı gelen Van 100. Yıl Üniversitesi komplosundaki Ferhat Sarıkaya'da...

Nisan 2005'te Van Cumhuriyet Başsavcılığı'na gelen ve Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nin (YYÜ) alımlarında yolsuzluk yapıldığı, çıkar amaçlı çete kurulduğu, kadrolaşma/fişleme yapıldığı iddialarını içeren imzasız bir ihbar mektubu rafa kaldırıldı. Zira, YÖK'ten yargılama izni çıkmamış, bu nedenle savcılık da "görevsizlik" kararı vermişti. 

Ancak aynı ihbar daha sonra, Haziran 2005'te “özel yetkili savcı” olarak dosyaya bakan Ferhat Sarıkaya tarafından, yargılama için YÖK izni gerektirmeyen "çıkar amaçlı suç örgütü kurulduğu" iddiasıyla işleme kondu. 

Hatırlayın; cemaat soruşturması yürütürken makamına baskın yapılarak gözaltına alınarak tutuklanan dönemin Erzincan Cumhuriyet Başsavcısı İlhan Cihaner'in başına da aynı formülle çorap örülmüştü; özel yetkili savcılık formülü! Gülen cemaati yayınlarında, 7 Şubat MİT krizinin ardından özel yetkili mahkeme ve savcılıkların kaldırılmasına karşı yürütülen kampanyayı da hatırlatarak bu parantezi kapatalım.

Tutuklanınca 'Bu lekeyle yaşayamam' diyerek intihar etti

Sarıkaya'nın "özel yetkili savcı" formülüyle başlattığı soruşturmada dönemin YYÜ Rektörü Prof. Dr. Yücel Aşkın ile üniversite yönetimi 25 milyon dolarlık tıbbi malzeme alımında yolsuzluk yapmakla suçlanıyordu. 
YYÜ Genel Sekreter Yardımcısı Enver Arpalı'nın Haziran 2005'te tutuklanmasının ardından temmuz ayında, o sırada yurtdışında bulunan Prof. Aşkın'ın evine 13 saat süren bir baskın yapıldı. İkinci suçlama "tarihi eser kaçakçılığı"ydı. Aşkın, yolsuzluk iddialarıyla ilgili olarak 14 Ekim 2005'te tutuklandı. 

Suçlamaları onuruna yediremeyen ve dört ay boyunca duruşmaya çıkarılmayan Enver Arpalı, cezaevinde görüştüğü din görevlisine "intihar etmenin günah olup olmadığını" sormuş, daha sonra "Bu lekeyle yaşayamam" diyerek 13 Kasım 2005'te cezaevinde canına kıymıştı. 
Koğuş arkadaşı Prof. Aşkın da kalp spazmı geçirince hastanede "mahkûm koğuşu"na kaldırılmış, kalbine üç stent takılmıştı.  

Sonuç: Oy birliği ile beraat!

İtibar suikastine uğrayan Enver Arpalı canına kıymış, Yücel Aşkın ölümün eşiğine gelmişti. Peki Sarıkaya'nın yönelttiği suçlamaların akıbeti ne olmuştu?
13 saatlik baskının ardından "tarihi eser kaçakçılığı" iddiasıyla açılan dava Van 2. Asliye Ceza Mahkemesi'nde görüldü. 16 Aralık 2005'te yapılan ilk duruşmada, tekerlekli sandalyeyle mahkemeye getirilen Aşkın'ın beraatine karar verildi.  

"Çıkar amaçlı suç örgütü kurmak, bazı öğretim üyelerini sürgüne göndermek, fişleme yapmak"la suçlanan Yücel Aşkın hakkında 3 bin yıla kadar hapis istemiyle açılan dava da, Van 3. Ağır Ceza Mahkemesi'nde başladı. İlk duruşmada reddedilen tahliye talebi, 15 gün sonraki ikinci duruşmada, yani tutuklamadan 76 gün sonra kabul edildi.  
Prof. Aşkın, tahliye kararı verildiğinde kapısında asker ve polisin nöbet tuttuğu, pencerelerine demir parmaklık takılan "mahkûm koğuşu"nda tedavi görüyordu.  
Tahliyeden sonra YÖK'ten Van'a gönderilen özel heyet, yolsuzluk iddialarının asılsız olduğunu tespit etti. Nitekim, devletin daha önce gönderdiği müfettişler de bir yolsuzluk tespit etmemişti. 
Özel yetkili Van 3. Ağır Ceza Mahkemesi, 2 yıl önce talep üzerine reddettiği "görevsizlik" kararını Haziran 2007'de verdi, "suç örgütünün varlığından söz edilemeyeceğine" hükmetti ve dosyayı Van 1. Ağır Ceza Mahkemesi'ne gönderdi.  
Van 1. Ağır Ceza Mahkemesi de, 33 ay boyunca yapılan başvurulara rağmen işletilmeyen süreci işletti ve "sanıkların yargılanması için YÖK'ün izni gerektiğine" karar verdi. Böylece dosya "yargılama izni" verilmesi için, üniversitede aylar önce yolsuzluk yapılmadığını saptayan YÖK'e gönderildi! 

Ve yeniden açılan dosyada bugüne gelindi. Van 1. Ağır Ceza Mahkemesi, "ihaleye fesat karıştırma, tıbbi cihaz ihalesinden sonra malın tesliminde usulsüzlük, çıkar amacıyla suç örgütü kurma, fişleme/üniversitede kadrolaşma" iddialarıyla yargılanan Prof. Yücel Aşkın, Prof. Ayşe YükselMehmet Ümit AyralHasan CeylanFırat Cengiz IşıktepeSalih YurtkuranŞükran YurtkuranBülent Şahin ve Saffet Kara hakkında "oy birliği ile" beraat kararı verdi. Karar duruşmasından bir ayrıntı; "FETÖ itirafçısı" Sarıkaya'nın iddianamesini yazdığı davanın duruşmasındaki savcının easa hakkında mütalaasındaki talebi de "beraat" oldu.

Prof. Ayşe Yüksel: Adalet, geç de gelse, adalet!

Prof. Ayşe Yüksel, yıllarca birlikte çalıştığı Prof. Türkan Saylan'la birlikte, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği'nin yönetim kurulu üyesi olarak Ergenekon sürecinde de gözaltına alınıpı tutuklanan, komplo süreçlerinde peş peşe hedef alınmış bir hoca, bir sivil toplum gönüllüsü. Bu yazıyı yazarken tanıştığım ve konuştuğum Prof. Yüksel, "Geç gelen adalet adalet değildir, denir. Hayır, geç de gelse adalet adalettir. 13 yıldır adalet hakkımızdı ve nihayet geldi, ya hiç gelmeseydi" demekle yetiniyor...

Sonuç olarak Ferhat Sarıkaya'nın “özel yetkili savcı” olarak başlattığı soruşturma, yaptırdığı baskınlar ve açtığı davaya karşın üniversitede ne yolsuzluğa rastlandı, ne de tarihi eser kaçakçılığına. Ancak aylarca duruşmaya çıkarılmayan Enver Arpalı suçlamaları onuruna yediremeyerek intihar etmiş, iktidara yakın medyada Türk tiyatrosunun kurucularından olan dedesi Agop Vartovyan'ın (Güllü Agop) “Ermeniliği” üzerinden de yüz kızartıcı saldırılara uğrayan Yücel Aşkın tutuklanmış, onuru kırılmış, sağlığı bozulmuştu. Öğretim üyeliğinin yanı sıra yıllardır yoksul kız çocuklarının eğitimi için çabalayan Prof. Ayşe Yüksel, birlikte hedef alındığı diğer isimlerle birlikte yolsuzluk iddiasıyla itibar suikastine uğramıştı.

Cemaat operasyonuyla hapsedildiğini açıklayan eski Emniyet Müdürü Hanefi Avcı, 2010'da yayımlanan Haliç'te Yaşayan Simonlar kitabında, "Van Rektörü Yücel Aşkın neden cemaatin hedefiydi bilmiyorum; ama o olay cemaatin adli sistemi kullandığı ilk operasyondu" ifadesini kullanacaktı.

Evet, Van 100. Yıl Üniversitesi davasında onurun ve onursuzluğun hikâyesi böyle.
Daha önce de yazdığımı tekrar edeyim; devletin ve hükümetin, "darbe girişiminin ilk şehidi" olarak Enver Arpalı'nın ailesine, bu davada yargılanan hocalara, insanlara karşı büyük bir özür borcu yok mu?
Para pul değil, onu Ferhat Sarıkaya'lar cemaatlerinden, devletlerinden alıyor... Ama 'FETÖ itirafçısı' olan Sarıkaya'ların yıllarca hedef aldığı bu insanlara karşı hiç olmazsa, bazı yolların başı yolun sonunda anlaşılıyormuş faslından bir özür borcu yok mu?

Yazarın Diğer Yazıları

Tolga’yla birlikte bütün hayal kırıklıklarının en güzelini yaşıyoruz!

Çalışmalarıyla mesleğini onurlandıran bir gazeteci, hâkimin büyük bir maddi hatayı da tutanağa geçirdiği bir kararla tutuklandı. Tutuklama talep edenler ve tutuklama kararı verenlere göre, Tolga Şardan “istihbarat örgütünün Cumhurbaşkanlığı’nın talimatıyla yargıdaki yolsuzluk iddialarını araştırdığını yazarak” halkı korku ve paniğe sevk etti!

T24 14 yaşında; nasıl da yılları buldu bir mısra boyu macera…

Bağımsız, sorumlu, güvenilir, yüksek profesyonel ve etik standartlarda gazetecilik, sadece gazetecilerin değil toplumun bütün katmanlarının meselesi haline gelmedikçe, sesimizi kısanlar sadece başkaları olmaz!

Schengen vizesi eziyeti için gazetecilere çağrı, AB başkentlerine mektup

Sığınmacı sorunuyla, üstelik milyonlarca insan eşliğinde Türkiye de muhatap. Ancak bu durumun, örneğin Federal Almanya’nın Volkan Konak, Deniz Türkali gibi sanatçıların da vize başvurularını reddetmesiyle nasıl bir ilgisi olabilir? AB ülkeleri diplomatlarının, sürekli mesai yaptıkları gazetecilere, vize talebi söz konusu olduğunda, “Bizim için Edirne sınırına kadar gazetecisiniz” anlamına gelen tavrı vize rejiminin amaçlarına uygun mu? Peki gazeteciler ve meslek örgütleri, yıllardır süren bu kötü muameleye karşı neden sessiz, neden bu eşitsiz ilişkiyi reddetmiyorlar?