16 Temmuz 2016

Türkiye'nin darbe tarihinde ilklerin gecesi

Darbelerle Türkiye tarihi ve 15 Temmuz cuntasıyla tanık olduğumuz ilkler

15 Temmuz darbe girişimi, Türkiye'nin darbe tarihinde tarihi ilklere sahne oldu.

Türkiye'deki ilk darbe, elektronik kitle iletişim aracı olarak sadece TRT Radyosu'nun yayında olduğu 27 Mayıs 1960'ta, Adnan Menderes liderliğindeki Demokrat Parti iktidarına karşı yapıldı. Darbecilerin ilk el koyduğu kamu binalarından olan TRT Ankara Radyosu'nda darbe bildirisini okuyan isim, daha sonra darbeyi yapanların oluşturduğu Milli Birlik Komitesi'nce tasfiye edilen Albay Alpaslan Türkeş oldu.

İlk darbe, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin (TSK) emir-komuta zinciri dışında, aşağıdan yukarı doğru yapıldı. Darbeye karşı çıkan dönemin Genelkurmay Başkanı Rüştü Erdelhun emrindeki askerler tarafından tutuklandı, rütbeleri söküldü. Darbeciler, emekliye ayrılmakta olan dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Cemal Gürsel'i darbenin başına geçirdi ve oluşturulan Milli Birlik Komitesi'nde generallerle alt rütbedeki subaylar yan yana ülkenin yönetimini ele aldı.

22 Şubat 1962'de yapılan atama ve tutuklamalara karşı askeri öğrencileri örgütleyen Kara Harp Okulu Komutanı Kurmay Albay Talat Aydemir, hükümete karşı direniş örgütlemeye yöneldi. Bu kalkışma "uzlaşma" ile sonlandırıldı ve Aydemir emekli edildi, 10 Mayıs 1962'de çıkarılan özel af yasasıyla serbest bırakıldı. Ancak 20 Mayıs 1963'te anayasada öngörülen reformların gerçekleştirilmediği gerekçesiyle ikinci darbe girişiminde bulundu. Bu başarısız darbe girişiminin ardından yapılan yargılamadan sonra Süvari Binbaşı Fethi Gürcan ile birlikte idama mahkûm edildi. 5 Temmuz 1964'te idam edildi.

 

Madanoğlu cuntası

 

- 1960 darbesini izleyen dönemde ikinci darbe girişimi 12 Mart 1971 darbesi arifesinde Doğan Avcıoğlu'nun çıkardığı Devrim gazetesi etrafında toplanan ve içlerinde 27 Mayıs darbesini yapan Millî Birlik Komitesi'nin liderlerinden emekli Korgeneral ve kontenjan senatörü Cemal Madanoğlu'nun da bulunduğu grup tarafından planladı. Siyasi tarihe "9 Mart olayı" olarak geçen olayda, Madanoğlu öncülüğünde kendilerini "Milli Demokratik Devrimciler" olarak adlandıran grup, siyasi partilerin demokrasi anlayışının bir oyalama/kandırma olduğunu ileri sürerek "ulusal devrim" amacıyla parlamento dışı muhalefeti savundular. "Milli Demokratik Devrim" iddiası hedefiyle örgütlenen ve 9 Mart 1971'de planlanan darbe girişimi, Mahir Kaynak ve Mehmet Eymür'ün de bulunduğu Milli İstihbarat Teşkilatı mensuplarının durumu Genelkurmay Başkanı Memduh Tağmaç ve 1. Ordu Komutanı Faik Türün'e haber vermesinin ardından bastırıldı, izleyen süreçte Madanoğlu tutuklandı, ancak cezalandırılmadı.

 

12 Mart darbesi

 

Türkiye'de ikinci darbe, 9 Mart girişiminden sonra, ordudaki diğer kanadın fiilen yönetime geçmediği 12 Mart 1971'de yaşandı. Bu tarihte, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Memduh Tağmaç, Kara Kuvvetleri komutanı Faruk Gürler, Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Celal Eyiceoğlu ve Hava Kuvvetleri Komutanı Muhsin Batur'un imzasıyla dönemin Cumhurbaşkanı emekli orgeneral Cevdet Sunay'a bir muhtıra vererek, Adalet Partisi Genel Başkanı Süleyman Demirel başbakanlığındaki hükümetin istifaya zorladı. Demirel, muhtıraya direnmeyerek istifa ettiği için "şapkasını alıp gitmek"le suçlandı.

Parlamento ve partilerin kapatılmadığı, anayasanın askıya alınmadığı 12 Mart 1971 müdahalesi, emir-komuta zinciri içinde yapılan ilk darbe oldu. Yönetimi fiilen üstlenmeyen askerlerin isteği doğrultusunda planlanan teknokratlar hükümeti, CHP'den istifa eden Kocaeli Milletvekili Prof. Nihat Erim başbakanlığında kuruldu. Erim Hükümeti döneminde TİP ve DİSK kapatıldı, başta Mahir Çayan liderliğinde THKP-C ve Deniz Gezmiş liderliğindeki THKO olmak üzere sol grup ve yayınlara karşı büyük operasyonlar yapıldı. Nihat Erim, 19 Temmuz 1980 tarihinde İstanbul Dragos'taki evinin yakınında düzenlenen suikast sonucu hayatını kaybetti.

 

12 Eylül ve 28 Şubat

 

Türkiye, tarihinin en karanlık dönemlerinden birini, 12 Eylül 1980'de, dönemin Genelkurmay Başkanı Kenan Evren liderliğinde emir-komuta zinciri içinde yapılan darbe ve izleyen süreçte yaşadı. 1980 darbesi sırasında, Türkiye'de tek elektronik kitle iletişim aracı, TRT Radyosu'nun yanı sıra TRT Televizyonu'ydu. Tek kanallı Türkiye'de TRT ekranına Kara Kuvvetleri Komutanı Nurettin Ersin, Hava Kuvvetleri Komutanı Tahsin Şahinkaya, Deniz Kuvvetleri Komutanı Nejat Tümer ve Jandarma Genel Komutanı Sedat Celasun'la birlikte çıkan Kenan Evren darbe bildirisini bizzat okudu.

1980 darbesinden 17 yıl sonra, tarihe "post-modern darbe" olarak geçen 28 Şubat sürecinde, 12 Mart darbecilerine benzer bir yöntemle Necmettin Erbakan liderliğindeki REFAHYOL koalisyon hükümeti istifaya zorlandı. Çok kanallı TV ve radyo Türkiye'sindeki 28 Şubat sürecinde medya kuruluşları temsilcileri de -yargı mensupları ve üniversite yöneticilerinin yanı sıra- Genelkurmay Başkanlığı binasında brifinglere davet edidi. Başbakanlık binasının karşısındaki Genelkurmay Başkanlığı'nda verilen brifinglerde, Başbakan Erbakan "Türkiye Cumhuriyeti'ne karşı birinci öncelikli tehdit olarak duyurulan irticanın lideri" olarak yansıtıldı. Yapılan baskıların ardından istifa eden Erbakan, yaklaşık bir yıl önce oturduğu Başbakanlık koltuğundan kalkmak zorunda kaldı.

 

E-muhtıra ve ödülü

 

- Ahmet Necdet Sezer'in ardından 11. cumhurbaşkanının seçimi için parlamentoda yapılan ilk tur oylamanın yapıldığı gün gece yarısına doğru Genelkurmay Başkanlığı'ndan yapılan açıklama da, tarihimize "e-muhtıra" olarak geçti. AKP Hükümeti bu bildiriye kararlılıkla yanıt verdi. Ancak 27 Nisan 2007'de, hükümeti uyaran bu bildiriyi şahsen yazdığı ve duyurduğunu açıklayan dönemin Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt emekliye sevk edilmedi, hakkında idari/cezai bir soruşturma başlatılmadı, dava açılmadı. Aksine, Erdoğan başbakanlığındaki hükümet, Büyükanıt'ı "üstün hizmet madalyası ile ödüllendirdi.

 

Ekranlardan direniş çağrıları

 

Ordu içindeki bir cuntanın 15 Temmuz gecesi yaptığı darbe girişimi, sadece Türkiye değil, dünya tarihine de unutulmayacak görüntülerle geçti. 15 Temmuz cuntasının da emir-komuta zinciri dışında planlandığı ortaya çıkmış görünüyor. Elbette hangi düzeye kadar komuta kademesi dışında yapıldığına ilişkin ayrıntıları henüz bilmiyoruz.

- Saatlerce canlı yayında izlenen darbe girişimi, eş zamanlı olarak bir medya savaşına da sahne oldu. Özel radyo ve televizyonların yayına başladığı 1990'lı yıllarda "Türkiye'de artık darbe olamayacağı" varsayımı, "daha önce sadece TRT ile duruma hakim olan darbeciler şimdi hangi kanalı kontrol edebilecek" görüşüne dayandırılıyordu. 15 Temmuz darbe girişimiyle, bu görüşü teyit eden görüntülere tanık olduk.

Darbe girişimi sürerken ilk açıklama, CNN Türk ve NTV'nin de aralarında bulunduğu kanallara canlı yayında telefonla bağlanan Başbakan Binali Yıldırım'dan geldi. Yıldırım, "Bu bir kalkışmadır, darbe değildir. Bunu yapanlar en ağır bedeli ödeyeceklerdir" dedi. Yıldırım'ı televizyon kanallarına peş peşe bağlanan bakanlar izledi ve vatandaşları demokrasiye sahip çıkmaya çağırdılar.

 

Siyasette bir ilk olarak demokrasi dayanışması

 

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli'nin, darbe girişimine karşı hükümetin yanında oldukları mesajından sonra, ana muhalefet partisi CHP'nin lideri Kemal Kılıçdaroğlu'nun darbe girişimine tepki gösteren açıklaması geldi. Kılıçdaroğlu, CNN Türk'e telefonla bağlandığı sırada yöneltilen "Meydanlara çıkma çağrısına katılıyor musunuz" sorusu üzerine "demokrasiye sahip çıkmanın AKP, CHP veya herhangi bir parinin değil bütün vatandaşların görevi olduğunu" söyledi. HDP de yazılı açıklamayla darbe girişimini kınadı.

Cep telefonundaki Face Time uygulamasıyla canlı olarak CNN Türk'e bağlanan Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan da halkı meydanlara çağırdı. Darbe girişimini, ordu içinde paralel yapılanmaya bağladığı küçük bir cuntanın organize ettiğini belirtirken kendisinin de meydanlara çıkacağını vurgulayan Erdoğan'ın canlı yayındaki çağrısı ve muhalefetin de demokrasi vurgusunun ardından İstanbul'da, Ankara'da, İzmir'de, Samsun'da caddeler ve meydanlar hareketlenmeye başladı.

 

Bu kez TRT yetmedi

 

Cuntanın CNN Türk'ü basarak yayını durdurma girişimi de TRT'den duyurduğu darbe bildirisi ve "emirler"in yeterli olmadığını görmesinden kaynaklandı. Darbeciler televizyonlar ve internet sitelerine hakim olamayınca, dünya canlı yayınlarda en uzun darbe girişimi ve karşısındaki demokrasi dayanışmasına tanık oldu.

Siyaset Türkiye'deki hiçbir darbeye direnmemiş, kamuoyu önemli ölçüde1960 ve 1980 darbelerine destek vermişti. 15 Temmuz darbe girişimide ise siyaset, darbe girişimine karşı çıkarak tarihinde ilk kez demokrasi paydasında buluştu. Demokrasi dayanışması darbe girişiminin en büyük kazancı olabilir. Aynı şekilde, muhalefetle sert bir kavga yürüten Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Başbakan Yıldırım'ın muhalefete teşekkür vurgularının, büyük bir tehdidi savuşturmak gereksiniminden ibaret kalması ise büyük bir kayıp olur.

Cunta ekibi ilk stratejik hedef olarak belirlediği TRT'den darbe bildirisi yayınlarken, iktidar ve muhalefet sözcülerinin, gazetecilerin, televizyoncuların özel kanallardan darbeye karşı demokrasi çağrılarına, demokrasi dayanışmasına tanık olduğumuz uzun bir gece geçirdik.

 

Yüksek komuta kademesinde neler oldu,
neler oluyor?

 

Bir darbe girişiminin ardından Genelkurmay Başkanı ile Kara, Hava, Deniz Kuvvetleri ve Jandarma komutanlarından saatlerce bilgi ve açıklama gelmemesi de bir ilkti. Genelkurmay Karargâhı'nın başındaki isim olan Genelkurnay İkinci Başkanı da haber alınamayan isimler arasındaydı. TSK'nın yüksek komuta kademesini oluşturan bu isimlerin "rehine alındığı" konuşulurken darbe girişimine karşı tutumları da merak konusu oldu. Nitekim, AKP'li Şamil Tayyar, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın akıbetini bilmediğini açıkladığı Genelkurnay Başkanı Hulusi Akar'ın yargılanması gerektiği yolunda bir tweet attı. Ancak bu tweetten yaklaşık üç saat sonra, sabah 08:30'da Hulusi Akar'ın cuntacıların elinden kurtarıldığı ve TSK'da tasfiye operasyonunun başına geçeceği haberi geldi. 

Darbe girişimi sürecinde darbecilere karşı açıklama yapan orgeneral seviyesindeki tek isim olan 1. Ordu Komutanı Ümit Dündar sabah altı sıralarında Başbakan Yıldırım tarafından vekâleten Genelkurmay Başkanlığı'na atandı. Cuntaya karşı çıkarak darbeyi önleme sürecinde önemli bir rol oynadığı düşünülen Dündar'ın, TSK'da başlatılacak büyük operasyonun yönetimindeki isimlerden olacağı anlaşılıyor. Hulusi Akar ile devam edilmemesi yolunda bir eğilim ortaya çıkarsa, Dündar'ın, ağustos şûrasında Genelkurmay Başkanlığı'na atanması da gündeme gelebilir. TSK teamülleri, Genelkurmay Başkanlığı'na, genellikle 1. Ordu Komutanlığı'ndan Kara Kuvvetleri Komutanlığı'na getirilen isimlerin atanması yönünde. Akar'ın ayrılması durumunda, Genelkurmay Başkanı'nın "kuvvet komutanı" olması koşulu nedeniyle, bir önceki Genelkurmay Başkanı Necdet Özel için işletilen formül tekrar gündeme gelebilir. Özel, Balyoz davası sürecinde çok sayıda generalin tutuklanmasına tepki gösteren Işık Koşaner'in, görev süresi dolmadan Genelkurmay Başkanlığı'na atanması üzerine Jandarma Genel Komutanlığı'ndan birkaç günlüğüne Kara Kuvvetleri Komutanlığı'na atanmış, sonra da Genelkurmay Başkanı yapılmıştı. Yeni bir komuta kademesi inşa edilmesi gündene gelirse, Dündar'ın da hızla Kara Kuvvetleri Komutanlığı'na, ardından Genelkurmay Başkanlığı'na getirilmesi mümkün.

 

Meclis'e bomba ve büyük gözaltı

 

Türkiye'de yukarıda özetlediğim çok sayıda darbe ve darbe girişimi oldu. Ancak hiçbirinde 15 Temmuz girişimindeki kadar askeri personel gözaltına alınmadı. Darbe girişiminin sabahında gözaltına alınan 5'i general, 29'u albay olmak üzere 1374 asker gözaltına alındı. Sayının artmasına kesin gözüyle bakılıyor.

15 Temmuz'u 16 Temmuz'a bağlayan sabah Türkiye'nin ilk kez tanık olduğu sahnelerden biri de, cunta emrindeki askerlerin ellerini başlarının üzerine koyarak polise teslim olmalarıydı. Boğaziçi Köprüsü üzerindeki tanklarda sabaha kadar mevcutlu bekleyen ve polis aracı bir TOMA'ya ateş açan tank ve zırhlılardaki askerler, sabah 06:40 sıralarında polise teslim oldular.

Daha önceki darbe ve darbe girişimlerinde parlamento kuşatıldı ve kontrol altına alındı. Ancak Ulusal Kurtuluş Savaşı'nı yöneten ve "Gazi" unvanı da taşıyan TBMM, ilk kez bir darbe girişiminde cuntacı askerler tarafından bombalandı. Cuntacıların Cumhurbaşkanlığı'nın yakınını bombalaması da daha önce tanık olunmuş bir saldırı değildi. 

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Marmaris'te kaldığı otelin önüne helikopter indiren cuntacıların, Erdoğan'a burada suikast yapmayı veya zorla alıkoyarak başka bir yere nakletmeyi planladıkları anlaşılıyor. Darbe girişiminin zamanlamasında da, Erdoğan'ın Ankara'da olmadığı bir dönemin dikkate alınmış olma ihtimali bulunuyor.

 

Camilerden çağrı ve tankların üzeri...

 

Türkiye açısından önemli bir ilk de, kamuoyunun darbe girişimine karşı reaksiyonuydu. Sovyetler Birliği'nin Glasnost ve Perestroyka döneminin lideri Gorbaçov'a karşı düzenlenen darbeye karşı halkı direnmeye çağıran Boris Yeltsin'le hafızalara kazınan tankların üzerine çıkma görüntülerine 15 Temmuz cuntasına direniş eşliğinde Türkiye ilk kez sahne oldu.

Türkiye camilerinde ilk kez, halka meydanlara çıkılarak cuntacılara direnilmesi yolunda çağrı yapıldı. Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez, imam ve müezzinlere bu yolda bir talimat gönderildiğini CNN Türk'te açıkladı. Görmez, sorularını yanıtladığı Nevşin Mengü'ye, "Sizin için de dua ettim. Allah yar ve yardımcınız olsun" diyerek CNN Türk'ün uğradığı cuntacı baskınına atıf yaptı.

Bugüne kadar olan darbelerde genellikle hükümete istihbarat vermemekle suçlanan MİT, son darbe girişimini de haber alamamış görünüyor. Ancak 15 Temmuz girişimiyle tanık olduğumuz bir başka ilk, cuntacıların doğrudan MİT'i de hedef alarak havadan ateş açması, MİT'ten de karşılık verilmesi oldu.

Türkiye'de asker ve polis, bir darbe girişiminde ilk kez karşı karşıya geldi. Hükümetin talimatının ardından göreve çağrılan polis teşkilatı, cunta emrindeki askerlerin bulunduğu yerlerde konuşlandı ve çatışmaya girdi. Ve ilk kez bir darbe girişimi aşamasında -henüz kesin tablo bilinmemekle birlikte- bu kadar kan döküldü.

15 Temmuz cuntasının Türkiye açısından ilginç bir ilki de, darbe girişiminin zamanlamasıydı. Genellikle gece yarısına doğru başlatılan daha önceki darbelerin aksine, 15 Temmuz cuntası, daha gün tam batmadan Boğaziçi Köprüsü'nü Avrupa'dan Anadolu yönüne geçişlere kapattı ve jetlerle Ankara semalarında, özellikle TBMM, Cumhurbaşkanlığı üzerinde alçak irtifada uçuşlara başladı.

15 Temmuz cuntasıyla en uzun gecelerinden birini yaşayan Türkiye'deki ilginç görüntülerden biri, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın darbe girişiminden sonra direniş çağrısı yaptığı ilk kanalın, "demokrasi düşmanlığı"yla da suçladığı Doğan Medya Grubu bünyesindeki CNN Türk olmasıydı. Büyük bir basın ve ifade özgürlüğü krizi yaşayan Erdoğan Türkiyesi'nde medyasız demokrasi olamayacağı yolunda, Erdoğan'ın darbeye direniş çağrılarına AKP medyasında "teröristlik"le bile suçlanan  Aydın Doğan'ın televizyonundan başlaması kadar çarpıcı bir görüntü olamazdı.

- Evet, iktidar her rejimde var, muhalefet ise sadece demokratik olanlarında. 15 Temmuz musibeti, bin nasihatten kıymetli bir tecrübe olarak bir kez daha bu gerçeği önümüze koydu. Hakikat niyeti bozarmış; parti programlarına yazarak demokrasi ve hukuk devleti olmuyor...

 

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Tolga’yla birlikte bütün hayal kırıklıklarının en güzelini yaşıyoruz!

Çalışmalarıyla mesleğini onurlandıran bir gazeteci, hâkimin büyük bir maddi hatayı da tutanağa geçirdiği bir kararla tutuklandı. Tutuklama talep edenler ve tutuklama kararı verenlere göre, Tolga Şardan “istihbarat örgütünün Cumhurbaşkanlığı’nın talimatıyla yargıdaki yolsuzluk iddialarını araştırdığını yazarak” halkı korku ve paniğe sevk etti!

T24 14 yaşında; nasıl da yılları buldu bir mısra boyu macera…

Bağımsız, sorumlu, güvenilir, yüksek profesyonel ve etik standartlarda gazetecilik, sadece gazetecilerin değil toplumun bütün katmanlarının meselesi haline gelmedikçe, sesimizi kısanlar sadece başkaları olmaz!

Schengen vizesi eziyeti için gazetecilere çağrı, AB başkentlerine mektup

Sığınmacı sorunuyla, üstelik milyonlarca insan eşliğinde Türkiye de muhatap. Ancak bu durumun, örneğin Federal Almanya’nın Volkan Konak, Deniz Türkali gibi sanatçıların da vize başvurularını reddetmesiyle nasıl bir ilgisi olabilir? AB ülkeleri diplomatlarının, sürekli mesai yaptıkları gazetecilere, vize talebi söz konusu olduğunda, “Bizim için Edirne sınırına kadar gazetecisiniz” anlamına gelen tavrı vize rejiminin amaçlarına uygun mu? Peki gazeteciler ve meslek örgütleri, yıllardır süren bu kötü muameleye karşı neden sessiz, neden bu eşitsiz ilişkiyi reddetmiyorlar?