27 Kasım 2016

Korkma, sadece toprağa gideceksin, sonra bir çiçeğin bedenine yürüyeceksin...

Son nefesten sonrası yok mu? Veya bizim Müslümanlar 'ölümlü dünya'ya nasıl bu kadar hırsla sarılıyorlar?

Onu en son geçen pazar günü görmüştüm.

Bugünse doğum günü.

Ama o dört gün önce gitti.

Nasıl ve nereye gitti, tam olarak bilmiyorum.

Ancak önceki gün uzun bir sandıktan çıkardıkları beyazlar içinde bir bedeni, derin bir çukura bırakıp üzerine küreklerce toprak attıktan sonra oluşan tümseğe sapladıkları tahtanın üstünde onun adı yazıyordu: Ataman Tangör.

 

*    *    *

 

Mezarlıktan ağır adımlarla çıkan insanlar kendi aralarında sakin bir tonda mırıldanarak “Buraya kadarmış”, “Hayat işte, bir varmış bir yokmuş” gibi cümlelerle ölümün felsefesini yapıyorlardı.

Ölümün felsefesi dedim ama, öyle de değil galiba.

Sokrates felsefeyi (yani felsefenin bütününü) “ölüm için hazırlık” olarak tanımlıyordu.

Buradaki mırıldanmalar ise, insanların her ölümde kendi ölümlerine karşı duydukları merakı ve korkuyu hatırladıklarını düşündüren bir tür sakinleşme çabasıydı.

*    *    *

 

Belki de kendi bedeninin gömülmesinin ardından insanlardaki duyguyu en iyi yorumlayabilecek kişilerin başında Ataman Hoca geliyordu.

O, psikiyatri ve psikoterapide ülkenin önemli uzmanlarından biriydi.

Vücudu adım adım kanserin işgali altında zayıflasa da beyni, düşüncü gücü ve mizah duygusu bir milim taviz vermedi.

Önceki hafta sağlık durumunu sormak için kendisine telefon eden bir ortak arkadaşımızın “Sesiniz çok iyi geliyor, Ataman Bey” demesine “Elbette iyi gelecek, sesimde bir sorun yok ki zaten” diye gülerek cevap vermişti.

 

*    *    *

 

Şimdi o gür ses duyulmuyor artık.

Kendisini tanımayan birini ürkütebilecek keskin ve dikkatli bakışı görülmüyor.

Bedeni toprak altında çürümeye terk edildi.

Bu kadar mı?

Bir insanın öyküsü burada bitiyor mu?

Son nefesten sonrası yok mu gerçekten?

Varsa ne var?

 

*    *    *

 

Ben dindar birisi değilim ve ölümden sonrasına ilişkin anlatılanlara inanmam.

Ama inanmamayı mutlaklaştırarak bilginin ve bilgisizliğin önüne koymaktan vazgeçeli de çok oldu.

Ölüm sonrasına “var” ya da “yok” değil, “bilmiyorum” demeyi tercih ederim.

Doğrusu bazen de – şimdi olduğu gibi – ölümden sonra hiçbir şeyin olmayabileceğine isyan etmek gelir içimden.

Nasıl yani?

Ölüm denilen şey, insanı bu kadar hızlı tüketebilir ve unutulmaya mahkûm edebilir mi?

 

*    *    *

Türkiye’de sinema sanatının önde gelen örneklerinden biri olan Eşkıya filminde Baran (Şener Şen) ne diyordu, hatırlıyor musunuz?

Korkma, sadece toprağa gideceksin... Sonra toprak olacaksın... Sonra sularla birlikte bir çiçeğin bedenine yürüyeceksin... Oradan özüne ulaşacaksın... Çiçeğin özüne bir arı konacak... Belki o arı ben olacağım...

Cenneti ve cehennemi, hurileri ve kaynayan kazanları bilemem; ama ölümden sonra yeniden şu ya da bu canlı olarak hayata dönmek, çoğu kez yürek okşayan bir ihtimal gibi geliyor bana.

Ama hemen herkes gibi benim aklıma da en çok takılan şey, ölüm anının hemen sonrasında neler olduğu...

 

*    *    *

 

Dinleri ve felsefi yaklaşımları bir kenara koyalım, o kadar çok kitapta ve filmde bu soruya cevap arandı ki...

Başrolde Nicole Kidman’ın olduğu Diğerleri (The Others) filmindeki kadın hizmetçi şöyle diyordu:

“Hepimiz bir arada yaşamak zorundayız: canlılar ve ölüler...”

Ama Tanrı canlılarla ölülerin bir araya gelmelerine izin vermiyordu.

Anne Hathaway’in oynadığı Yolcular (Passengers), aşkın ölümden sonra da sürebileceği iddiasıyla öne çıkan Hayalet (Ghost) (Patrick Swayze ve Demi Moore) ve Stephen King’in romanından uyarlanan Hayvan Mezarlığı (Pat Sematary) filmlerinde de canlılarla ölüler arasındaki sınırlar zorlanıyordu.

Bu tür unutulmaz filmlerden biri de Bruce Willis’in başrol oyuncusu olduğu Altıncı His (The Sixth Sense) idi. Orada “ölüleri gören çocuk” Cole diyordu ki:

Bazen insanlar bir şeyleri kaybettiğini düşünür. Gerçekte kaybolmamıştır, sadece yer değiştirmiştir.”

Öyleyse yer değiştiren, nereye gidiyor?..

 

*    *    *

 

Ataman Hoca deneyimli ve kaliteli bir sinema izleyicisiydi. Onunla konuşmak istediğim ve şimdi eksik kaldığını acıyla hissettiğim şeyler arasında filmler de var. Biraz da bunun etkisiyle yukarıda yazdığım filmleri dikkatle izledim bu günlerde.

Son sohbetlerimizden birinde “Hayatın tadı kaçtı” demişti. Kastettiği, memleketin haliydi. İyimserliği giderek azalıyordu.

Hava aydınlanmadan, sabahın erken bir saatinde çekip gitti Ataman Bey.

Bedeni toprağa verilmeden önce düzenlenen uzun dinî törenler sırasında hep aynı konu kafamda yankılandı:

Bildiğim kadarıyla inançlı biri değildi. Kendisiyle vedalaşılırken belki de insani ve mesleki özelliklerinin öne çıkmasını tercih ederdi.

Ama burası Türkiye’ydi. Dinî törensiz uğurlanmak da, kül olup suya serpilmek de yasaklar kapsamına girebilirdi.

Ataman Tangör’den geriye kalanlar arasında onun boynu bükük sosyal medya paylaşımları da var. Bunlardan birinde, 28 Şubat 2014’te şöyle bir çığlık atmış:

“Yalancının ve hırsızın mumu yatsıya kadar yanarmış. Daha yatsı olmadı mı?..”

*    *    *

 

Cevapsız kalan bir başka sorum da, hayatının adım adım sona doğru ilerlediğini hisseden bir insanın kendini ölüme nasıl hazırlayabileceği.

Ataman Bey “az kaldığını” saptarken bile sanırım “bu şartlarda nasıl yaşamalı ve üretmeli” sorusu üzerine kafa yoruyordu.

Tam da bu konuda dindarlardan iddialı tezler duyuyoruz.

“Önemli olanın bu dünya değil, ötekisi” olduğunu tekrarlamayı seviyorlar. “Her şeyin geçici olduğunu”, paranın, malın mülkün, zevkin kalıcı olmadığını vurgulamaya bayılıyorlar.

Ama bunların çok büyük bölümü “bu dünya”ya öylesine dört elle sarılıyor; para kazanmaya, servet edinmeye, iktidarını güçlendirmeye öylesine asılıyor ki...

Galiba “öteki taraf”a gerçek anlamda inanmıyorlar.

Yoksa “ölümlü dünya”da bu kadar hırslı olabilirler miydi?

Yazarın Diğer Yazıları

Terör, savaşı şiddetlendirebilir veya uluslararası iş birliğine yol açabilir

Görünen o ki, kanlı Moskova saldırısından sonra terörizme karşı etkili uluslararası mücadele yerine savaşın şiddetlendirilmesi aşamasındayız

Seçimler üzerine muhalifler açısından can sıkıcı bir yazı 

Muhalif aydınlar seçmenleri nasıl yorumluyor? Peki ya seçmenler iktidarı nasıl görüyor?

On cümlede Rusya başkanlık seçimleri

15-16-17 Mart 2024 seçimleri Rusya, dünya ve bu arada Türkiye açısından bazı önemli sonuçlara yol açtı