01 Ağustos 2017

İngiltere yolculuğumun düşündürdükleri

Hayat önümüzde ve çözülmeyi bekleyen bir yumak gibi…

Buraya kalem, kâğıt getirmemem oldukça şaşırtıcı.

Café’deki kadına sordum. Gülümsedi. Topuzunu bozup saçındaki kalemi verdi bana. Neden bilmem, çok mutlu oldum.

Havaalanında EU Passengers bölümünü görünce kafama çivi çakacaklarmış gibi hissettim. EU’dan değilsin. Sen bir Non-EU’sun. O yüzden git, şurada bekle. Bölündük ve öyle ilerledik.

Kingston’da The Ram Jam Club var. Hafızama kazınan tek sahne, müzisyenin kendine hakim olamayıp ayakkabısıyla da piyano çalmasıydı. Ayak parmak uçlarıyla yaptı bunu. Ronnie Scott’s Jazz Club’ta öyle bir şey olmadı.

Ronnie Scott’s Jazz Club

Waterstones en çok uğradığım yer; ama kıyılarda gezinen kitaplar orada yok. D&R’a benziyor bir yandan.

Asetona, pembe cırtlak ojeye, daha fazla kitaba ve diş macununa ihtiyaç duydum.

Nando’s’un mısırlarını özleyecek kadar buralıyım. Portobello Market’ın pazar günü olmadığını bilmeyecek kadar…

Sakin olamıyorum.

Başkalarının benim için güzel bir hayat inşa etmesini beklemeyi bırakalı çok oldu.

Saatchi Gallery

Saatchi Gallery’ye üçüncü gelişim. Nihayet açık. From Selfie to Self-Expression sergisi bana sunduğu oyunlarla kalbimi fethetti.

Sunumumu hâlâ hazırlamadım. Kruvasan yedim. Bacaklarımda varis var. Sanki şu hayatta hiçbir şey yapamadan yaşlanmış gibiyim.

Elim edebiyata gitmiyor. “Nasıl yazar olunur”, “İlişkini nasıl kurtarırsın”, “Haydi piyano çalalım” gibi kitaplara bakıyorum.

Kefir buldum. Bağırsaktan gelecek mutluluk için bu önemli. Üzerinde ‘kefir’ yazıyor, sözlükte ‘kephir’.

İngiltere’de birinci kattaki evlerin pencerelerine hiç tel/parmaklık  takmamışlar. Acaba hırsız yok mu?

Kasadaki adam, bozuk paraların arasında kayboluşumu izliyor. Yardım isteyene kadar mesafesini koruyor ve yardım etmiyor. Kuyruktaki insanlar da belli bir mesafe bırakarak bekliyor.

Mesafeyi seviyorum.

‘Özel mülk’ yazıları dikkatimi çekiyor. İleride ‘özel gökyüzü’ de olur mu acaba diye düşünüp kafamı yukarı kaldırıyorum.

Sanki mağazalarda bile aynalar çok az.

Konferans ve sunumum iyi geçti. Zaten kaç senedir bu konuyu çalıştım. Artık bitti. Yeni şeyler araştıracağım. Araştırmanın araştırmacıyı dönüştürmesi paha biçilemez.

Brighton martıların, geylerin ve öğrencilerin şehri. Godfather’ın yönetmeni Francis Ford Coppola’nın Tetro’sunu* konuşuyoruz. Konferansın başlığı The European Conference on Media, Communication and Film.

Euromedia

En hoşuma giden şey, sosyal bilimler alanında çalışan akademisyenlerin dertleşebilecekleri bir oturum yaratmaları oldu. O vakte kadar sanıyordum ki bazı şeyler sadece benim başımda.

Sanatla uğraştıkları için değersizleştirmeyle karşılaştıklarını ve çalışmalarına nasıl fon bulacaklarını tartıştılar. Kıyıda hissetmek galiba evrensel. Bu duygu evrensel olunca da kıyı mıyı kalmıyor. “Disiplinlerarası çalışmak ucuzlaştırılıyor” dediler. Çözüm bulunmadı ama tüm bunları dinlemek ve yalnız olmadığımı hissetmek bana iyi geldi.

Tek bir kelimesini bile anlamadığım sadece bir sunum oldu. Daha sonra, ana dili İngilizce olan arkadaşlarıma sorduğumda onlar da hiçbir şey anlamadıklarını söylediler. Bu çok rahatlatıcıydı.

Kırk dakika boyunca karmakarışık ve darmadağın konuşmak ve iletişim konferansında iletişim kuramamanın yegâne örneği olmak başlı başına başarı, kaldı ki bu performansınızı her şeyi siz biliyormuşsunuz ve dinleyiciler de minik farecikler olarak oradaymış gibi sergilerseniz, tuvalette karşılaştığımızda tüm bu olanlara rağmen ne yapamayacağımı bilemeyip kaosta hissedip bir anlığına da olsa kendimden şüpheye düşüp yine de size gülümseyebilirim.

Arapça eğitim veren üniversitelere Türkiye’den burun kıvıranlar oldu gitmeden. Konferansların adeta kendi habitatımızmış gibi olan şu otellerde olmasına da hâlâ alışamadım.

Türkiye’de yardımcı doçentlik ile ilgili tartışmalar başladı. Çözülmesini istediğim mesele, adımızın önünde ne yazdığından çok, araştırma yapabilmek için uygun ortamın sağlanması ve yurt dışındaki meslektaşlarımızla etkileşim için maddi destek verilmesidir.

Ana, Lizbon’dan konferansa katılan fotoğrafçı** arkadaşım. Öğretmenlikten ‘bilgiyi paylaşmak’ olarak bahseden, simsiyah giyinen, çok sigara içen ve elinde cep kül tablası taşıyan buğulu sesli bir kadın. Çöplerini çantasında taşıdığı ve doğaya iyi davrandığı için Ana’nın yaşadığı yerde gökten taş yağmıyor olabilir mi?

Brighton

The Mesmerist, Brighton’da caz dinlememiz için önerilen yer oldu. Kapıdaki görevliler zeki değil. İçeriden çıktığımızı ve geri girmek istediğimizi anlamadılar. Casablanca Jazz Club’ta ise -ben artık bu davranışımla ünlendim galiba- uyuklarken uyandırdı görevli ve orada uyumamam gerektiğini söyledi. Kafası güzel çok insan uyukluyormuş, öyle dediler ben şaşırınca, onlara mı benziyordum acaba?

Yazdığı makaleyi mır mır mır diye okuyan akademisyenler çoğunlukta. Sanırım çok fazla etmen var. İyi araştırmacı olacaksın, konuyu akıcı sunacaksın, soruları cesaretle göğüsleyeceksin ve akşam arkadaşlarınla şahane eğleneceksin.

Mükemmel insan olmak zor mu? Peki ya iyi insan olmak?

Ghost Walker*** gördüm. Siyah kostümlü, mistik biri, şehri gezdiriyor ve sözde ürpertici hikâyeler anlatıyor.

Kaldığım oda minicik ve orası Phoenix Halls diye bir yer, Brighton merkezde. Sabancı’daki günlerimi hatırlattı. Sonsuza kadar öğrenci olabilirim.

Hayat önümüzde ve çözülmeyi bekleyen bir yumak gibi. İngiltere her ülkeden insanın yaşadığı küçük bir dünya haritası: Yahudi mahallesi, Çin mahallesi, Türk mahallesi.

Gece olduğunda, sokak aralarında sanki üstümüze doğru koşan ve çok eğlenen o genç kadınların incecik kıyafetleri, nasıl olur da onları üşütmez?

İngiltere, sunduğu çeşitlilikle ve ahlakçı davranmamasıyla beni bir kez daha tavladı.

Yollarda kediler yok. Köpekler de. Bazen sincap gördüm. İşte hepsi bu.

Art Therapy kitapları

Az daha unutuyordum. Goldsmiths’in**** harika bir kütüphanesi var. Yirmi dört saat açık. Orada çok güzel Art Therapy***** kitapları buldum.

Ve diyebilirim ki Türkiye ve onun bir parçası olarak ben, Taaşşuk-ı Talât ve Fitnat’tan bu yana modernleşme sürecimizi, öyle görünüyor ki tamamlayamadık.


https://www.youtube.com/watch?v=lwc_EIW58TM

** http://anateresavicente.com/index.html

*** https://www.tripadvisor.co.uk/LocationPhotoDirectLink-g186273-d1371170-i113247939-Ghost_Walk_of_the_Lanes-Brighton_East_Sussex_England.html

**** http://www.gold.ac.uk

***** Sanat terapi

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

İran’ın cesur kadınları: Jin, Jiyan, Azadi!

Çoğu İranlı temel özgürlükler ve demokrasi uğruna canını feda etti

Mad Pride ya da ‘Delilerin’ Onur Yürüyüşü

Mad Pride’ın amacı stigma ile mücadele etmek, ‘delilerin’ haklarını savunmak, çeşitli politikalara etki etmek, beraberce güçlenmek, bazen biraz eğlenmek ve misal ‘psikopat’, ‘manyak’, ‘şizo’, ‘deli misin nesin’ demeden önce bir kez daha düşünmeyi hatırlatmak

LGBTİQA+ hakları insan haklarıdır!

Kendimiz dışındaki insanların var oluşlarını öldürmeye yeltenmekle övün(e)memeliyiz, bundan olsa olsa utanç duyulur.