11 Temmuz 2018

Timeless

Can Çankaya ve Kağan Yıldız ile yaptıkları 'Timeless' adlı albüm vesilesi ile bu söyleşiyi yaptık

Kağan Yıldız on bir yaşında kontrbas çalmaya başlıyor konservatuvarda, Mimar Sinan’da. Öğrencilik yıllarında İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası’nda çalıyor. 2002 yılında caz müziğinde devam etme kararı alıyor. 2006’da Kerem Görsev Trio ile çalmaya başlıyor. Benny Golson, Freddy Cole, Dena De Rose, Kevin Mahogany, Alain Mallet (Caribbean Jazz Project) gibi isimlerle aynı sahneyi paylaşıyor. Şu sıralar, Bahçeşehir Üniversitesi caz bölümünde kontrbas dersleri veriyor.

Piyanist Can Çankaya ile yaptıkları Timeless adlı albüm vesilesi ile bu söyleşiyi yaptık.

TIKLAYIN -  Timeless

Can Çankaya da İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuvarı mezunu. 2007’de kazandığı bursla Amerika’ya caz piyano yüksek lisansı yapmaya gidiyor, William Paterson Üniversitesi’ne. Orada kendi triosu ile bestelerini çalıyor. New York’ta Joe’s Pub, National Arts Club, 92Y çaldığı adreslerden bazıları.

Kağan Yıldız’ı ve Can Çankaya’yı dinlerken mutlu oldum. Siz de bu mutluluğu paylaşmak isterseniz 11 Temmuz Çarşamba günü 21:30’da Nardis Jazz Club’da buluşabiliriz. Duo albümleri Timeless’ı canlı dinlemek için biz orada olacağız. Kağan Yıldız (K.Y) ve Can Çankaya’ya (C.Ç) sordum:

Albüm fikri nasıl ortaya çıktı? Süreç nasıl ilerledi?

K.Y: Bizim Can ile müziğe bakış açımızda benzerlik var, hassasiyetlerimiz de öyle. Beraber çalarken çok mutluyuz, neredeyse aşağı yukarı aynı şeyleri hissediyoruz çalarken. Müzik dinleme kültürümüz de aşağı yukarı aynı. İkimiz de konservatuvardan mezunuz bu arada, ortaklıklarımız var. Hâl böyle olunca da iyi bir sound çıkarmaya başladık. Ece Göksu Quartet ve başka gruplarla da beraber çalıyorduk. Yavaş yavaş bir ensemble oturttuk. Ne yapalım, ne edelim, albüm yapalım mı diye bir düşünce ortaya çıktı. Bu arada bir Ankara konserine gittik Ece, Can, ben. Ondan sonra Ankaralı fotoğraf sanatçısı Ceyhun Ergüven diye bir abimiz vardır bizim, önemli bir fotoğraf sanatçısıdır, o bizim fotoğraflarımızı çekti. Baya uzun sürdü, on beş dakika falan. Konserden sonra oluyor, Samm’s Bistro’da. Sonra o fotoğraflar geldi. Biz dedik ki “Ne kadar güzel albüm kapağı olur bunlar.” Oradan yavaş yavaş albüm yapma fikri ortaya çıktı. Aslında hep o kafada bir şey vardı.

Hangi yıl oldu bunlar?

K.Y: 2016 yılında ilk düşünce. 2017’de de albümü kaydettik, Nisan’da.

Albümü elime alamadığım için emeği geçen kimler var göremedim. Kimlerle çalıştınız?

K.Y: Bu ay çıkıyor albüm, evet.

C.Ç: Onu düşünürüm hep, albümde emeği geçen insanların isimlerini Spotify’da göremiyorsunuz. Öyle bir şey ki ‘artist title’ olarak verilmediği sürece çalanları bile göremiyorsunuz. O yüzden biz size söyleyelim; çünkü çok kıymetli insanlar, çok yardım ettiler bize. Kapaktaki fotoğrafı Ali Sarıkaya çekti, benim New York’tan bir arkadaşım. Deniz Bankal grafik tasarımcı, çok yakın arkadaşımız, yirmi senelik. Albümü çok sevdi, grafik tasarımı o yaptı. MİAM’da kaydettik. Can Karadoğan ve asistanları çok yardımcı oldular. Evren Göknar Grammy ödüllü, çok özel bir mühendis. Ömer Göksel bize büyük destek oldu. Çağdaş Kurtoğlu da bizim için çok kıymetli bir yerde duruyor. Çünkü bu onunla birlikte bir oluşuma gitti. Skoti Pati diye bir oluşum oldu. Dinleyen, fikir veren çok kişi oldu.

K.Y: Provalarımızı Bahçeşehir Üniversitesi’nde yaptık. Bizim caz bölümümüzde. Bütün provalar orada oldu. Yeşim Pekiner sağ olsun.

Kayıt esnasında kaç take aldınız?

K.Y: Bazıları bir, bazıları iki, üç. Zaten hazırdık, girip çaldık sadece.

Karar verme süreciniz nasıl geçti?

K.Y: İkimizin de içinin rahat olduğu take’leri seçtik.

Albümün adına nasıl karar verdiniz? Timeless…

K.Y: Timeless, Can’ın parçası. Albümden bir parça adı olsun istedik. En anlamlı oydu.

C.Ç: Timeless benim 92’de yazdığım bir şarkı, 2017’de tamamlandı. Kafamda bir şekilde melodiyi çalacak enstrümana karar verememiştim, Kağan’ın klasik müzik geçmişi olduğu için yay ile çok rahat çalabiliyor, düşündüm ki Kağan melodiyi çalabilir ve müthiş olur. 92 ile 17 arası hiç bir şey eklememiştim, ilginç olan o kadar yıl bekleyip yirmi beş sene sonra bitmesi. Belki de hâlâ bitmemiştir. (Gülümsüyor)

Ben Timeless’ı dinlerken Haneke filminde hayal ettim kendimi.

C.Ç: Haneke’yi ben çok severim.

Ben de öyle. Diğer şarkılardan farklı olarak Timeless’ta hikâye yazdım.

K.Y: Teatral bir yanı var, evet.

C.Ç: İlk bölümün son kesiti ve ikinci bölüm yeni yazıldı, yani başlayan bir şey dönüşmüş oldu, geri döndü daire şeklinde. Adından dolayı böyle olmadı. Böyle çıktığı için adı Timeless. Müziğin güzel tarafı insanlar farklı da yorumlayabiliyor.

Caz standartları da var albümde. Telif konusunu nasıl hallettiniz?

C.Ç: Siz biraz kendiniz albüm yapacakmış gibisiniz. (Gülüyorlar) Teknik detayları soruyorsunuz.

Siz ne anlatmak istersiniz?

C.Ç: Yok, devam edilim hoş bence. (Gülüyoruz)

K.Y: Standart olarak üç parça çaldık. Edisyon şirketleri var Türkiye’de. Orada oluyor. Başvurduk. Aldık.

Ödeme yaptınız.

K.Y: Tabii ki.

Sizin besteleriniz hangileri?

K.Y: Benim iki tane: Snowflake ve The Message. Üç tane de Can’ın bestesi var: Timeless, Mr. Continuous ve Nova.

Timeless’i defalarca dinledim. Acaba albümün adı diye mi tav oluyorum dedim. Bana bir müzik öğretmenimi hatırlattı.

C.Ç: Kim?

Çiğdem Borucu. Bilgi Üniversitesi’nde sinema ve müzik dersini almıştım. Beni onun anlattıklarına götürdü. Sinema ve tiyatro ile ilişki kuruyorum Timeless’ı dinlerken.

C.Ç: Beğenmenize çok sevindim.

İleride uzun metraj çekersem kullanmak isterim.

C.Ç: Ne güzel olur.

Sözlerin olmaması size nasıl geliyor? Kelimeler çıkınca ne oluyor?

K.Y: Vokal de bir enstrüman, tabii ki sözler çok önemli. Bizim konseptimiz duo. Ona göre bir şey düşünmemiz gerekiyordu. Caz müziğinde, piyano ve kontrbas ikilisi çok önemli bir gelenek. Söylediğiniz gibi söz yok, solist yok, davul yok. Ona göre yaptık. Onların görevlerini biz üstlendik aslında.

Bu sorumluluğunuzu arttıran bir karar mı oluyor?

K.Y: Kesinlikle.

C.Ç: Biz bir maceraya atıldık, bu da ilk adımdı; çünkü kayıt çok farklı bir dünya. Konser tecrübesi ile kayıt tecrübesi birbirinden apayrı şeyler, stüdyoya giriyorsun, insanlar yok.

K.Y: Kulağında bir kulaklık var.

C.Ç: Tuhaf tuhaf sesler duyuyorsun.

K.Y: Bir odanın içerisinde.

C.Ç: Değişik bir psikoloji, özellikle bu tip konseptler için. İleride belki duo olarak başka bir albüm daha kaydedeceğiz, o zaman bambaşka çalacağız. Bakalım, mesela, diyeceğiz ki yirmi sene sonra nereden nereye gelmiş? İyi, kötü anlamında demiyorum. Hikâye anlamında diyorum. Onun da kendi içinde uzantısı var. Mr. Continuous gibi. Oraya bağlayayım. Şairane bir günümdeyim.

Sizden rica ettiğim ve bana göndermiş olduğunuz Keith Jarrett ve Charlie Haden’in Jasmine adlı duo albümde de sizinkinde olduğu gibi caz standardı Body and Soul var. Sizinki nasıl? Onlarınki nasıl?

K.Y: Karşılaştırmak yanlış olur. Bizimki daha güzel. (Gülüyoruz)

Şarkıların sıralamasına nasıl karar verdiniz?

K.Y: Onu yapmak o kadar kolay değil. Konserde de öyledir üst üste hızlı parçalar çalarsanız yorulur izleyiciler. Araya bir tane yavaş parça koymak gerekir. Sağ olsun Can o işi yaptı.

C.Ç: Beraber yaptık. İmer Demirer de dinledi sağ olsun ve iki anahtar fikri o verdi.

Bu şarkıların groove’ları nedir? Öyle bir şeyden bahsedebilir miyiz bu kurguda?

C.Ç: İnsanları böyle yönlendirmeyelim; çünkü duo projelerde aslında müziği daha rahat bir yere götürüyorsunuz. Metronom yok yani.

K.Y: Bir temel var; ama o akışın içinde değişiyor.

C.Ç: Çünkü iki kişisin. Onun bana göre, benim ona göre şekillenmem daha yuvarlak hatlar çizmemiz daha kolay. Tek bir karar aldık: Davul varmış, davulu sonradan çıkarmış gibi çalmayalım, dedik. İstediğimiz gibi salınalım.

Sosyal medyadan gözlemlediğim kadarı ile albümünüzü dinleyen değerli caz müzisyenlerinin içten tebrikleri ile karşılandınız.

K.Y: Çoğu müzisyen arkadaşımız, sizin gördüklerinizin dışında bize ayrıca telefon edip mesaj edip kutladılar sağ olsunlar. Bu bizim için çok değerli. Bir müzisyenin beğenmesi özellikle, başka bir duygu. O kişilere, müzisyenlere çok değer veriyorsanız onun keyfi tabii daha başka.

Albümle ilgili bahsetmek istediğiniz başka bir şey var mı?

K.Y: Bakü Caz Festivali’ne davet edildik. Ekim ayında Bakü’ye gideceğiz. 23 Ekim’de. Zaten İstanbul Caz Festivali’nde de çalmıştık albüm çıkmadan. Bunlar bizim için güzel geri dönüşler.

Tebrik ederim. Yurt dışındaki bu festivalleri çoğaltmak, yaptığınız işleri duyurmak için biz sizin için ne yapabiliriz?

C.Ç: Elinizden ne geliyorsa yapabilirsiniz. (Gülüyor)

K.Y: Bir müzisyen için en önemli şey çalmak. Albümü niçin yapıyoruz? Konser yapmak için.

C.Ç: Ben çok fazla sosyal medyada olamıyorum. Kavrayamadım o kadar orayı. Kağan’a saçma sorular soruyorum. Hashtag-diyez (#) mi yapacağım oraya diyorum. Enteresan ama yurtdışındakiler yapmak zorunda kalmıyor kendi tanıtımlarını. Bana diyorlar, video koysana, fotoğraf koysana. Hayır, zorunda değilim ben bunun.

Benim yurt dışında katıldığım workshop’lar oldu. Oradan müzisyenlerle tanıştım. Onlar şu an benim Facebook listemde. Paylaşınca görüyorlar. Bu vesile ile başka ülkelerden müzisyenlerin tanışıp çaldığına da şahit oldum.

C.Ç: Bu tür avantajları var tabii sosyal medyanın.

Kim olduğunuz müziğinize nasıl yansıyor? İzlediğiniz filmler, okuduğunuz kitaplar, dert ettiğiniz buradan hikâyelerin müziğinizi dönem dönem değiştirdiği oluyor mu?

K.Y: Bestelerimiz bu durumlardan kaynaklı olarak ortaya çıkıyor. Armoni, müziğin teknik alt yapısı, matematiği çok önemli ama entellektüel birikiminiz de çok önemli. Hepsinin yoğrulması ile müziğimiz oluşuyor. Sonra, çaldığınız emprovizasyonlar var. Onlar da sizin besteleriniz. Caz müzisyenlerinin yaptığı budur. Scat yaptığınızda o sizin kendi besteniz. Altında tabii kim bilir neler neler yatıyor.

Türkiye’de caz’, ‘dünyada caz’ dediğimizde bu ifadeleri nasıl değerlendiriyorsunuz?

C.Ç: Çalan, yazan insan kendini ortaya koyuyor, çıkış motivasyonu ne olursa olsun. Caz müziği, Türkiye’de caz, Avrupa’da caz, Amerika’da caz vb. ayrıştırıldığında bence bunu müzisyenin anlaması çok zor. ‘Amerikan cazı’ gibi bir etiket degil, stiller var kendi içinde. ‘Türkiye cazı’ gibi bir etiket değil, biz caz çalıyoruz, bu kadar. Ayrıca caz müzisyenleri caz lafını bile sevmez zaten. Miles Davis gibi birçok efsane reddeder mesela, etiket yani.

K.Y: Derin bir konu.

C.Ç: Türkiye’de caz eğitimi veren okul çok az. Ayrıca sadece İstanbul’da değil ki, Kastamonu’da caz eğitimi veren okul var mı? Adıyaman’da var mı? Erzurum’da var mı? Konu o zaten. Tüm Türkiye’de her şehirde en az bir okulda yüksek kalitede caz eğitimi verildiği zaman ancak Türkiye caz müziğinde kendi stilini ortaya çıkarabilir. Çok basit aslında, bir ülke hangi konularda dünya çapında iyi olmak istiyorsa o konularda yüksek kalitede eğitim departmanları kuruyor ve olanları iyileştiriyor.

K.Y: Mesela Litvanya’ya gittiğimde ben, Litvanya’da ufacık bir şehir var: Klaipėda. Beşiktaş kadar mesela. Üçüncü, dördüncü şehridir Litvanya’nın. Caz konservatuvarı var mesela orada.

Anlıyorum. Peki, albümün videoları olacak mı?

K.Y: YouTube’a koyacağımız videolar olacak. Geçen seneki festivalde bir konser yaptık, Fransız Sarayı’nda. Oradaki konserden çok güzel görüntüler var.

Bu yaz yine birlikte olacaksınız Gümüşlük Caz Kampı’nda.

K.Y: Evet, bu ikincisi olacak. Geçen sene çok verimli bir caz kampı gerçekleştirdik. Sabahtan akşama, önce bireysel derslerle başlanan, sonra ensemble odasına gidip beraber çaldığımız bir kamp. Cazda çok önemlidir ensemble. Beraber çalma çok önemlidir cazda. Onu sağlamaya çalışıyoruz. Davulcunun görevi nedir, basçının nedir? Sonrasında da bir konser yapıyoruz. Herkes çıkıyor sahneye. Bu sene de çok değerli müzisyenler vardı. Katılanları gözlemledim de. Çok güzel ilerlediler.

C.Ç: Çok verimli geçti. Ece Göksu’nun fikriydi. Kağan vardı, ben vardım. Berke Özgümüş davulda. İmer Demirer gibi bir değer. Neşet Ruacan gibi bir değer. Bu sene Bilal Karaman da geliyor. Engin Recepoğulları geliyor. Kuvvetlenerek devam ediyor. Eylül’ün ilk haftası.

Albümdeki diğer şarkıların ortaya çıkış sürecinden bahsetmek ister misiniz?

C.Ç: En çok sevdiğimiz parçaları seçtik. Darn That Dream. Body and Soul. Who Cares’i Kağan çok seviyordu. Hepsinin bir hikâyesi var tabii. Uzun olur, bir de tabii insanları yönlendirmeyelim.

Müzisyenlere sorulan sorular diye bir araştırma yaptım. Bilmiyorum onları da cevaplamak ister misiniz? Mesela, sadece bir CD’niz olsa hangisi olurdu? Caz olmayan favori şarkınız nedir?

C.Ç: Güzel sorular.

Cevaplamak ister misiniz?

C.Ç: Eğlenceli. İşte şimdi bunlarla gelin. (Gülüyoruz)

O zaman sadece bir CD’niz olsa?

C.Ç: Her tarzdan mı? Neredeyim? Adada mıyım?

Evet. (Gülüyoruz)

C.Ç: Çok sıkılırım. Klasik müzik alırdım herhalde. Muhtemelen Bach alırdım.

K.Y: Adada olsam ben Earth, Wind and Fire alırdım.

C.Ç: Ne kadar cool bir adamsın. (Gülüyor)

K.Y: Adadayım ama. Ya da Stevie Wonder falan dinlerdim keyiflenmek için.

Müzisyen olmasaydınız ne olurdunuz?

C.Ç: Ben fizikçi olurdum.

K.Y: Ben pilot olurdum herhalde.

Sahnede başınıza gelen en zor an?

K.Y: Zor değil aslında. Benim heyecanlandığım bir andı. Nardis Jazz Club’da, pazar günü özel birilerine çalacaksınız, dediler. Önder Focan, Sibel Köse ile birlikte. Peki, dedim. Ben de zaten sormam kim olacak diye. Gidersin, çalarsın. O gün sahneye çıkmadan beş dakika önce öğrendim. Morgan Freeman geldi Nardis’e. Türkiye’ye geldiğinden kimsenin haberi yok. Biz de gidene kadar söylemedik. Ben çok seviyorum Morgan Freeman’ı. Esaretin Bedeli filmini izledikten sonra zaten. Orada ilk iki parça zorlanma değil ama heyecan duymuştum. Çok seviyormuş caz müziğini.

C.Ç: Biz de Kevin Spacey’e çalmıştık.

K.Y: Öyle mi?

C.Ç: Rap yapmıştık. (Gülüyor)

Son okuduğunuz kitap nedir?

K.Y: Ben, Müzik Yazılarım diye bir kitap okudum en son. Halim Spatar yazarı. Tarihte farklı zaman dilimlerinde yaşamış müzisyen ve bestecilerin hayatlarını anlatıyor kısa kısa. İçlerinde Adnan Saygun, Paul Robeson, Ruhi Su, Richard Strauss, Necdet Levent, Harry Belafonte gibi isimler var.

C.Ç: Ben Evren Avucunda diye bir kitap okudum. Çok tavsiye ediyorum. Stephen Hawking’in öğrencisinin kitabı.

Son izlediğiniz film nedir?

C.Ç: Müthiş bir film izledim. Film Festivali’nde de varmış. The Red Turtle. Kırmızı Kaplumbağa.

K.Y: Miyazaki’nin filmi, Totoro.

Diziler?

C.Ç: Fringe vardı. Bir de Walking Dead. Ben zombi çok seviyorum.

K.Y: Black Mirror ve Marco Polo izlediğim en güzel diziler.

Snowflake’te başka enstrüman var gibiydi. Ya da başka bir şey…

K.Y: Yayla çaldım, ondan olabilir. Tınısı olabilir. Tizler var. Viyolonsele yakın bir rengi var. Öyle çaldım. Ondan olabilir.

www.kaganyildiz.net

Instagram: cancankayamusic

Facebook: cançankaya

Yazarın Diğer Yazıları

İran’ın cesur kadınları: Jin, Jiyan, Azadi!

Çoğu İranlı temel özgürlükler ve demokrasi uğruna canını feda etti

Mad Pride ya da ‘Delilerin’ Onur Yürüyüşü

Mad Pride’ın amacı stigma ile mücadele etmek, ‘delilerin’ haklarını savunmak, çeşitli politikalara etki etmek, beraberce güçlenmek, bazen biraz eğlenmek ve misal ‘psikopat’, ‘manyak’, ‘şizo’, ‘deli misin nesin’ demeden önce bir kez daha düşünmeyi hatırlatmak

LGBTİQA+ hakları insan haklarıdır!

Kendimiz dışındaki insanların var oluşlarını öldürmeye yeltenmekle övün(e)memeliyiz, bundan olsa olsa utanç duyulur.